hikmet ve celâl ve cemal gibi ahireti iktiza eden kudsî sı-
fatlarına, şe’nlerine ve senin izzet-i celâline ve saltanat-ı
rububiyetine itimaden, hem ahiretin izlerini ve tereşşu-
hatını bildiren hadsiz keşfiyatlarına ve müşahedelerine
ve ilmelyakin ve aynelyakin derecesinde bulunan itikatla-
rına ve imanlarına binaen, saadet-i ebediyeyi insanlara
müjdeliyorlar. ehl-i dalâlet için cehennem ve ehl-i hida-
yet için cennet bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar.
kuvvetli iman edip, şahadet ediyorlar.
Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahman-ı Rahîm! Ey Sadı-
ku’l-Va’di’l-Kerîm! Ey izzet ve azamet ve celâl sahibi
Kahhar-ı Zülcelâl!
Bu kadar sadık dostlarını, bu kadar vaatlerini ve bu ka-
dar sıfât ve şuunatını yalancı çıkarmak, tekzip etmek; ve
saltanat-ı rububiyetinin kat’î mukteziyatını tekzip edip
yapmamak; ve senin sevdiğin ve onlar dahi seni tasdik
ve itaat etmekle kendilerini sana sevdiren hadsiz makbul
ibadının ahirete bakan hadsiz dualarını ve davalarını red-
detmek, dinlememek; ve küfür ve isyan ile ve seni va-
adinde tekzip etmekle, senin azamet ve kibriyana doku-
nan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulûhiyetinin haysi-
yetine ilişen ve şefkat-i rububiyetini müteessir eden ehl-i
dalâleti ve ehl-i küfrü, haşrin inkârında onları tasdik et-
mekten yüz binler derece mukaddessin ve hadsiz derece
münezzeh ve âlîsin. Böyle nihayetsiz bir zulümden ve ni-
hayetsiz bir çirkinlikten, senin o nihayetsiz adaletini ve
nihayetsiz cemalini ve hadsiz rahmetini, hadsiz derece
takdis ediyoruz. Ve bütün kuvvetimizle iman ederiz ki,
ahiret:
öteki dünya.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
aynelyakin:
gözle görerek kesin
bilgi edinme.
azamet:
büyüklük, yücelik.
celâl:
haşmet, görkem, heybet.
cemal:
güzellik.
dua:
yalvarma.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli, hak yol-
dan çıkanlar, azgın kimseler.
ehl-i hidayet:
hidayette ve doğru
yolda olanlar.
ehl-i küfür:
küfür ehli.
hadsiz:
sınırsız.
haşir:
öldükten sonra dirilmeye
inanmak.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
ibad:
kullar.
iktiza:
gereklilik.
ilmelyakin:
kesin bilgiye dayana-
rak öğrenme.
inkâr:
reddetme, kabul etmeme.
isyan:
baş kaldırma.
itaat:
boyun eğme.
itikat:
kesin inanış; iman.
itimat:
güvenme.
izzet:
şeref, yücelik, üstünlük.
izzet-i celâl:
haşmet ve görkemin
izzeti, yüceliğin haysiyet ve şerefi.
Kadîr-i Hakîm:
her şeyi hikmetle
yaratan ve her şeye kudreti yeten,
Allah.
Kahhar-ı Zülcelâl:
kayıtsız, şartsız
galip ve her an kahretmeye gücü
yeten büyüklük sahibi Allah.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
keşfiyat:
manevî âlemlerde bazı
olayları ve hakikatleri görme.
kudsî:
her türlü kusur ve noksan-
dan uzak, temiz.
küfür:
inkâr.
makbul:
kabul edilmiş olan.
mukaddes:
her türlü kusur ve ek-
siklikten uzak.
mukteziyat:
gerekçeler.
münezzeh:
her türlü çirkinlik
ve noksanlıktan arınmış, ne-
zih, temiz.
müşahede:
gözle görme.
müteessir:
etkilenmiş.
Rahman-ı Rahîm:
dünya ve
ahirette yarattıklarına sonsuz
rahmet, şefkat ve merhame-
tiyle muamele eden Allah.
rahmet:
şefkat, merhamet et-
me.
saadet-i ebediye:
sonsuz
mutluluk; Cennet.
sadık:
doğru sözlü.
sadıku’l-Va’di’l-Kerîm:
va-
adinde sadık ve cömertlik sa-
hibi olan Allah.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
saltanat-ı rububiyet:
Allah’ın
her şeyi kendi terbiyesi ve
egemenliği altında bulundur-
ması, Allah’ın kâinatı terbiye
ve idare edicilik sıfatının salta-
natı.
şefkat-i rububiyet:
her şeyi
terbiye edip idare ve egemen-
liği altında bulunduran Allah’ın
şefkati.
şe’n:
durum, özellik, hâl.
sıfat:
keyfiyet, nitelik.
sıfât:
keyfiyetler, nitelikler.
şuunat:
işler.
takdis:
her türlü eksiklik ve
çirkinlikten yüce olduğunu di-
le getirme, kutsama.
tasdik:
doğrulama.
tekzip:
yalanlama, yalan oldu-
ğunu söyleme.
tereşşuhat:
sızıntılar.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’lık.
vaat:
söz verme.
dokuZunCu ŞuaIn mukaddimesi
| 354 |
D
okuzuncu
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA