Acaba, bir tek ayetin bir tek işareti, gözümüz önünde,
ulûm-i İslâmiyede müteaddit ilmî, kevnî hakikatleri mey-
ve veren bir kitabın binler böyle şahadetleriyle ve dava-
ları ile güneş gibi zuhur eden iman-ı haşrî hakikatsiz ol-
ması, güneşin inkârı, belki kâinatın ademi gibi, hiçbir ci-
het-i imkânı var mı? Ve yüz derece muhal ve batıl olmaz
mı?
Acaba, bir sultanın bir tek işareti yalan olmamak için,
bazen bir ordu hareket edip çarpıştığı hâlde; o pek ciddî
ve izzetli sultanın binler sözleri ve vaatleri ve tehditlerini
yalan çıkarmak, hiçbir cihette kabil midir? Ve hakikatsiz
olmak, mümkün müdür?
Acaba, on üç asırda, fasılasız olarak, hadsiz ruhlara,
akıllara, kalplere, nefislere hak ve hakikat dairesinde
hükmeden, terbiye eden, idare eden bu manevî sultan-ı
zîşan’ın bir tek işareti, böyle bir hakikati ispat etmeye
kâfi iken, binler tasrihat ile bu hakikat-i haşriyeyi göste-
rip ispat ettikten sonra, o hakikati tanımayan bir echel
ahmak için cehennem azabı lâzım gelmez mi? Ve ayn-ı
adalet olmaz mı?
Hem, birer zamana ve birer devre hükmeden bütün
semavî suhuflar ve mukaddes kitaplar dahi, bütün istik-
bale ve umum zamanlara hükümran olan kur’ân’ın taf-
silâtla, izahatla, tekrar ile beyan ve ispat ettiği hakikat-i
haşriyeyi asırlarına ve zamanlarına göre, o hakikati kat’î
kabul ile beraber, tafsilâtsız ve perdeli ve muhtasar bir
surette beyan, fakat kuvvetli bir tarzda iddia ve ispatları,
kur’ân’ın davasını binler imza ile tasdik ederler.
ahmak:
kalın kafalı, aptal.
asır:
yüzyıl, zaman.
ayn-ı adalet:
adaletin tâ kendisi.
batıl:
yalan, çürük.
beyan:
açıklama.
Cehennem:
ceza mahalli.
cihet-i imkân:
mümkün olma
yönü.
echel:
çok cahil.
fasılasız:
aralıksız.
hadsiz:
sayısız.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i haşriye:
haşir gerçe-
ği.
hükümran:
hâkim.
iddia:
ısrarla savunma.
iman-ı haşrî:
haşre inanma.
ispat:
doğrulamak, doğruyu
ortaya koyma, kanıt.
istikbal:
gelecek.
izahat:
açıklamalar.
izzet:
şeref, yücelik.
kabil:
kabul edici.
kâfi:
yeten, yeterli.
kat’î:
kesin.
kevnî:
varlık âlemiyle ilgili.
manevî:
maddî olmayan.
muhal:
imkânsız.
muhtasar:
kısa, özet.
mukaddes kitaplar:
Tevrat,
Zebur, İncil, Kur’ân.
müteaddit:
birçok.
şahadet:
şahit olma.
semavî suhuf:
bazı peygam-
berlere inen sahifeler hâlinde-
ki küçük kitapçıklar.
sultan-ı Zîşan:
şanı yüce olan
Sultan; Allah.
tafsilât:
ayrıntılar.
tasdik:
doğrulamak.
tasrihat:
izah etmeler.
tehdit:
gözdağı verme.
terbiye:
edeplendirme.
ulûm-i İslâmiye:
İslâmî ilimler.
umum:
genel.
vaat:
söz verme.
zuhur:
meydana çıkma.
dokuZunCu ŞuaIn mukaddimesi
| 352 |
D
okuzuncu
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA