Pool'luk
Astar: “KHK’lı doktorlara bedelli hekimlik müjdesi: Kısa dönem 75 bin, uzun dönem 120 bin! ”
Sabbah: “KHK’lı doktorlar bedelli hekimlik yapabilecek: Kısa dönem 75 bin, uzun dönem 120 bin!”
Yeni Şaplak: “KHK’lı doktorlara bedelli hekimlik müjdesi: Uzun dönem 120 bin, kısa dönem 75 bin!”
***
Eyylence
Değerli kardeşlerim,
Malûmunuz, et fiyatları arttı. Millet de soruyor haliyle, bu fiyatlar neden şimdi arttı diye. İktisadın temel prensibidir, bir mala talep artarsa fiyatı yükselir. Tabiî, yüksek standartlara kavuşan vatandaşımız daha çok et yemeye başladı, talebi yükseltti. 2002 öncesi vatandaş et bulamıyordu, et! Bulanlar, saklayamıyordu; buzdolabı mı? Hak getire... Zaten saklayacak kadar alınamıyordu da, Kurban’da falan et gelirse yani... Yahu, pişirmek için fırın yoktu kimsede, fırın! Odun ateşiyle artık ne kadar pişerse…
Hamdolsun, adam başı 15 kilo et yeniyor artık bu ülkede, haberiniz var mı? Bakın, ben demiyorum bunu... Aranızda sanki bu veriye inanmayanları görüyorum!? Twitter’de görse hemen inanırdı hâlbuki. Bu verinin kaynağı twitter değil, TÜİK’tir! Refahımız arttıkça her şeyin fiyatı yükselecek, sakın korkmayın... Demek ki neymiş, fiyatlar yükselince de refahımızın arttığını hatırlayacağız. İnternet üzerinden ucuz et sattığını iddia edenler varmış. [email protected] adresine mail atılıp sipariş veriliyormuş. Dikkat edin, böyle adreslerden çok “sıpam” gelir, aman haa...
Kırmızı eti çok yemenin sağlığa iyi gelmediğini salık veriyor doktorlar. Ne yapacağız, beyaz ete, yani tavuk, hindi ve balık etine döneceğiz. Ey iyisi “Rejetaryen” olmak. Reje, rejimden geliyor. Rejim yaparak hayvansal ürünlerden kaçınmak demektir. Ben şahsen, beyaz çay içip tamamen rejetaryen yemekler yiyorum. Malûm zihniyetin “Mönülerinde Ejderli sumuti var” dediğine falan bakıp aldanmayın, etli bir yiyecek değil, meyve suyu. Adı üstünde, “su”muti. Ben en çok mutileri severim. Ezogelin çorbası içtiğimizi duysalar kadına şiddet yaygarası koparacak mahfillerin oyununa gelmeyin…
***
İLK DURAĞIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
Arkadaşlar ve akrabalar bir araya geldiğinde mutlaka konusu açılan iki şey vardır. Bunlardan en az birinin tartışılmadığı bir ortamda bulunmaktan kaçının, orası sanal gerçeklik olabilir. Bu konulardan biri; Avrupa'da yayalara yol verilmesi nezaketidir. Uzun uzun anlatılır. İçinizde Avrupa'ya gitmiş biri varsa hele, saatlerce kişinin tecrübelerini dinleyebilirsiniz. İkincisi ise metrobüstür. Birilerinin mutlaka metrobüsle ilgili söyleyecek bir çift lâfı vardır. Yaşadığı ilginç bir şey de olabilir bu, duyduğu bir kavga da, hiçbiri değilse de trafikten ve kalabalıktan yakınırlar. Benim bulunduğum ortamlarda bu ikinci konuyu ya ben açarım, ya da ben kapatırım. Çünkü metrobüs üzerine master yaptım. Okulu olsa profesör olup ders veririm; nasıl binilir, nasıl inilir, hangi duraktan hangi numaraya binilir, hangi kapıdan binerseniz oturma ihtimaliniz daha yüksektir, hangi saatlerde yoğun olur... Bu böyle uzayıp sonsuzluğa gider. İyi ve kötü tüm tecrübelerimi anlatmaktan çok büyük bir zevk alıyorum. İyi tecrübem yok denecek kadar az olduğu için genelde kötüleri anlatıyorum, ama olsun, sosyolojik tesbitler yapıp bunlara çözüm üretmeye çalışmaktan vazgeçmeyeceğim.
Derken metrobüsle yollarımız ayrıldı. Senelerdir beni okuluma, evime taşıyan pek sevgili metrobüsleri arkamda bırakıp, okuluma daha yakın bir yerde dershaneye taşındım. Artık ortaokul bebeleri gibi servisle gidiyorum okuluma. Metrobüs artık uzak akrabalarımla aynı konumda benim için. Kırk yıl görmesem eksikliğini hissetmem, ama ara sıra işimiz düşüyor. İşte geçtiğimiz günlerde metrobüse işim düştü. Çünkü erkek kardeşim iki milyonuncu defa çantasını bir toplu taşımada unuttu, şanslıydık ki bu sefer çanta Metrobüs hareket amirliğine gitmiş. Onu gidip almak da bana düşmüş. Tamam dedim, eski dostumu selâmlayıp bindim bir 34AS'ye. Son durağa geldiğimizde hareket amirliğine gitmek için tüm yolcularını indiren bir metrobüse binmek gerekiyor. Bir güvenlik görevlisi sağolsun benim için bir tanesine otostop çekti ve yol boyunca şöför amcayla yeni neslin ne kadar sorumsuz olduğundan bahsettik. Ben tabi eğitimci kimliğime bürünüp, çocukların sorumluluk bilincinin öğretmenlerin yanlış davranışları yüzünden gelişmediğini anlattım. Whatsapp grubundan ödev öğrenmek ne demektir yav? Biz ödevimizi not almayı unuttuğumuzda ceza olsun diye akşam arkadaşımızı bile arayamıyorduk ev telefonundan. Azarımızı da yiyorduk hocamızdan.
Her neyse amca da biraz kendi sorumsuz çocuklarından bahsetti ve sonunda METROBÜSÜN EN İLK DURAĞINA GİTTİK! YA İNANAMAZSINIZ, HER YER METROBÜS! BOMBOŞ METROBÜSLER ÖYLE KOYUN GİBİ YATIYORLAR! Heyecanımı yatıştırıp gidip çantayı aldım. Geri dönüşte de yine bir metrobüse binecektim tabi. Bu sefer başka bir güvenlik görevlisi duraktan çıkan metrobüse otostop çekti ve yola çıktım. Ya bilmiyorum o heyecanımı aktarabiliyor muyum, ama şöyle düşünün. İşten veya okuldan çıktınız, o kadar yorgunsunuz ki tek düşünebildiğiniz metrobüste boş bir yer bulup oturmak ve bir an önce evinize gitmek. Uzuuuun kuyruklarda dakikalarca bekliyorsunuz ve sonunda ilk sırada siz varsınız.
Metrobüs gelip tam önünüzde duruyor ve Anadolu'nun kapıları Türklere açılıyor. Ne oldu nasıl oldu anlayamadan ayaklarınız yerden kesilerek boş bir yere oturmuş bulacaksınız kendinizi DERKEN içeride oturan ve pişkin pişkin sırıtan bir Çedile görüyorsunuz. HAYDAAA! Nerden çıktı bu kız? Hareket amirliğinden çıktı! İşte böyle... Hayatımın en mutlu günlerinden biriydi. Façam yanıyordu adeta. Bir süre suratımda o anlamsız gülümsemeyle dışarıyı izledim, sonra herkes gibi ben de metrobüse elveda dedim. O günü de tarihe altın harflerle kazıdım, metrobüs anılarımı zirvede sonlandırdım. (Ertesi gün yine metrobüse bindi, çünkü metrobüs asla bitmezdi)
Çedile Hanım