"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman’ın manevi şahsiyeti geniş bir dairede tezahür etti

Ömer Örtlek
03 Temmuz 2018, Salı
Risale-i Nur hizmetlerinde, Risaleleri yaymak, yayınlamak, tanıtmak, okumak, ders yapmak, başkalarının okumasına vesile olmak v.b. faaliyetler önem arz etmektedir.

Risale-i Nur hizmetlerinde, Risaleleri yaymak, yayınlamak, tanıtmak, okumak, ders yapmak, başkalarının okumasına vesile olmak v.b. faaliyetler önem arz etmektedir. Bende lise öğrenciliğimden sonra, Risaleleri yaymak ve tanıtmak için 1962 yılında Medine’ye giderek İslam Üniversitesi’ne kaydımı yaptırmıştım. Medine hayatımın nasıl başladığını ve tamamlandığını Yeni Asya’daki 24 Eylül 2017 tarihli “Risale-i Nur Dağıtımı ve Sohbetleri” ve 08 Ekim 2017’deki “Rüya ile Başlayan ve Rüya Sona Eren Medine Hayatım” başlıklı yazılarda sizlerle paylaşmıştım.

Ben de Medine’nin uhrevî atmosferinden fazlasıyla etkilenmiştim. Bu etki ile 1962’de umre ibadetimi yapmak için Mekke-i Mükerreme’ye gitmiştim. Umre yaparken Kâbe’nin kuzey tarafındaki altın oluk dikkatimi çekti. Hemen gidip altın oluğu incelemeye başladım. Oluk üzerindeki yazıda “Sultan bin Sultan İkinci Abdülhamid Han” yazıyordu. Yazıyı okuyunca büyük bir heyecanla etrafımdakilere “Bu altın oluğu yaptıran bizim dedelerimiz” şeklinde seslendim. Suudi Arabistan’ın 1932’de kurulduğu hatırlanırsa, 1962’de Osmanlı izlerine rastlamak mümkündü.

Sesimi duyan birçok kişi bana doğru yaklaştı. İçlerinden birisi “Sen Türk müsün?” diye sordu. Bende “Evet Türküm” dedim. Bir başkası da “Biz Müslümanlar eskiden tesbih gibi bir aradaydık. Türkler’de tesbihin imamesi idiler. Ancak Osmanlı Devleti yıkılınca tesbihin ipi koptu. Müslümanlar da kopan ipten dökülen tesbih taneleri gibi ayaklar altına düştük. Ne olur, siz Türkler geliniz, Müslümanların başına geçiniz. Müslümanları içerisinde bulundukları durumdan kurtarınız. Bu konuda sizlere çok dua ediyoruz” demişti. Sohbet ilerlemişti. Kendileri ile tanıştım. Birisi dönemin Sudan Eğitim Bakanı Rahmetullah Abdullah Bey’di. Diğeri ise 1958-1963 yılları arasında Mısır’daki El-Ezher Üniversitesi’nin Rektörü olarak görev yapan Şeyh Mahmud Şeltut idi. Bir diğeri de adını hatırlayamadığım Cezayirli bir milletvekiliydi. Daha sonraki görüşmelerimde kendilerine Risaleleri takdim etmiştim. Her ikisi de “Bediüzzaman Said Nursî büyük bir İslam âlimidir, pek çok defa ismini ve hizmetlerini işittiklerini” söylemişlerdi. Onların Bediüzzaman hazretleri hakkındaki güzel düşünceleri, beni daha fazla iştiyaka getirmişti.

Rahmetullah Abdullah Bey ve Şeyh Mahmud Şeltut ile Kâbe’de bir kez daha buluşmuştuk. Kâbe’nin Mültezime olarak adlandırılan giriş kapısı açıktı. Ancak günümüzde bu kapılar kapalı tutuluyor. Herkes Kâbe’nin içine girmeye çalışıyordu. Giriş bir buçuk metre yükseklikte olduğu için, dışarıdakiler içeri girebilenin ayağından tutunarak Kâbe’ye girebiliyordu. Ben de bir başkasının ayağından tutunarak Kâbe-i Muazzama’nın içine girdim. İçi boş 120 m2 genişliğinde, duvarlarında yazılar olan bir binaydı. Kâbe’nin her tarafı kıble olduğu için, dört tarafa ayrı ayrı yönelerek ikişer rekat namaz kılmıştım. İçeriden Kâbe’nin üzerine çıkan bir taş merdiven vardı. Ben de yukarı, Kâbe’nin üzerine çıkmıştım. Kâbe’nin damından etrafı seyretmiştim. Önceden Kâbe’nin üzerinden kuş uçmaz, kuşlar etrafından dönerek tavaf ederler diye duymuştum. Rahmetullah Abdullah Bey ve Şeyh Mahmud Şeltut ile birlikte kuşları izlemiştik. Kendileri ile her buluşmamızda onlara Risale-i Nur’un farklı eserlerini veriyordum.

Kâbe’nin içinde namaz kılmak bana da nasip olmuştu. O anda tarifi mümkün olmayan çok farklı duygulara kapılmıştım...

Öğrenciliğimde Medine İslam Üniversitesi’nde “Nurcular” anlamına gelen “Ashab-ı’n nur” müstear ismini kullanıyordum. Türkiye’den umre veya hac ibadeti için gelenlerle imkânlar dahilinde bana Risale-i Nurlar getiriliyordu. Ben de Risaleler geldikçe ilk olarak İslam Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Dr. Bin Baz’a veriyordum. Rektör Bey’in gözleri görmediği için odasına girdiğimde “ashab-ı’n nur” diye sesleniyordum. Bu şekilde beni tanıyordu. Rektör Bey’e getirdiğim Risaleler’den bahsederken, kendisi de bana “Bediüzzaman büyük bir İslam âlimidir, takdirle yâd ediyorum” diye söylerdi. Rektör Bey, sohbette bana tek yudumda içilen acı kahvesinden ikram ederdi. Aslında kahve ikramı, Risaleler’den ve ziyaretimde memnun olduğunu gösteriyordu.

Risale-i Nur’ları Rektör Bin Baz’a verdikten sonra, ikinci olarak Üniversite’nin Emniyet Müdürü’ne veriyordum. Daha sonra diğer hocalarımıza, öğrenci arkadaşlarımıza eserleri vermem daha kolay oluyordu.

Medine’de hem İslam Üniversitesi hocalarına ve öğrencilerine, hem de orada umre veya hac ibadeti için dünyanın farklı ülkelerinden gelen meşhur İslam âlimlerine Risaleleri takdim ediyordum. Böylece Risaleler yayıldıkça, kalmakta olduğum Osmanlı döneminden kalma, 5-6 m2’lik tarihî İrfaniye Medresesi’ndeki odamda 20-30 kişilik Nur sohbetleri yapmaya başlamıştık. Sayımız arttıkça medresenin avlusuna geçiyorduk. Bir gün bu sohbetlerden birine Mescid-i Nebevî’nin Vaizi Ebu Bekir Cabir El-Cezairi (1921-2014) de katılmıştı. Cezairi’ye Risaleleri vermiştim. Sayfaları büyük bir heyecanla inceliyordu. Bana sorular soruyordu. Ben de Risaleler, Nurcular ve Bediüzzaman’dan bahsederek cevaplamaya çalışıyordum. Cezairi, “Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nurları çok merak ettiğini ve verdiğim eserlerden ziyadesiyle memnun olduğunu” söylemişti.

Nur sohbetleri, Risaleleri verdiğim ve görüştüğüm kişileri, Türkiye’ye gönderdiğim mektuplarda anlatıyordum. Hatta 1962 yılının bazı gazetelerde benim adımın geçtiği “Nurcular Medine’de Risale-i Nur Enstitüsü kurdu” şeklinde haberler yayınlanmıştı. Ancak Medine’deki mütevazı imkân ve şartlarım göz önünde bulundurulduğunda, yapılan hizmetlerin Risale-i Nurların bereketi olduğu anlaşılıyordu.

Yine 1962’de Üniversite’de bulunduğum sırada, umre vazifesi için Medine’ye gelen Hindistanlı âlim Ebu’l Hasan En Nedvî’yi Türkiye Nurcuları adına ziyaret ettik. Nedvî ile uzun bir sohbet yapmıştık. Sohbet esnasında Nedvî, bizlere “Bediüzzaman büyük bir âlimdir. Muhakkak ki Said Nursî bulunduğumuz asrın müceddidir” demişti. Nedvî’nin ifadeleri karşısında çok duygulanmış ve heyecanlanmıştık. Daha sonra Nedvî’nin, Hz. Hasan’ın soyundan geldiğini de öğrenmiştim.

Birkaç gün sonra Medine’ye gelen Filistin Müftüsü Emin El-Hüseynî (1895-4 Temmuz 1974) ile görüşmeye gittik. El-Hüseynî ile de uzun bir konuşma gerçekleştirmiştik. Kendisi bugünkü Filistin kurtuluş davasının asıl kurucusudur. El-Ezher’de eğitimini tamamlayıp, 1915 yılında İstanbul’da Mekteb-i Harbiyye’ye girdiğini ve buradan Kurmay Subay rütbesi ile mezun olduğunu, Osmanlı Ordusu’nda iken I. Dünya Savaşı sırasında İzmir’de görev yaptığını bizlere aktarmıştı. El-Hüseynî tam anlamıyla bir Osmanlı aşığıydı. Kendisine Risaleleri verdiğimizde, eserleri incelemeye başladı ve soru-cevap şeklinde konuşmaya devam etmiştik. Bizlere “Bediüzzaman ve hizmetleri hakkında daha önce bilgiye sahip olduğunu” söyleyerek “şüphesiz Said Nursî ‘bu asrın müceddi’dir” beyanında bulunmuştu. Bizler de bu duruma hem memnun olmuş, hem de Bediüzzaman hazretlerinin dünya genelinde tanınmış ve kabul edilmiş bir âlim olduğunu anlamıştık.

O yıllarda Suudi Vahhabîliği’nin en hızlı olduğu dönemlerdi. Medine Üniversitesi Rektörü Bin Baz ve Mescid-i Nebevî Vaizi El-Cezairi ise Vahhabî-Selefî çizginin en önemli temsilcilerindendi. Risaleleri ve Bediüzzaman’ı kabul etmeleri önemli bir gelişmeydi. Bir de Hindistanlı âlim En-Nedvî ve Filistin Müftüsü El-Hüseynî’nin Bediüzzaman’ın müceddidliğini kabul ve tasdik etmeleri de, Üstad hazretlerinin sadece Türkiye’de değil, dünyada kabul gördüğünün ispatıydı.

Okunma Sayısı: 5127
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı