Ailede; erkeğin sözü esas ise “pederşahî”, kadının sözü esas ise “maderşahî” aile tipolojisinden söz edilebilir(di). Şimdi ise “çocukşahî” aile ve toplum sözkonusu.
Eski bir manken twitter hesabından paylaştığı mesajlarında kızından yakınıyor ve ne kadar çaresiz olduğunu takipçileriyle paylaşıyordu.
Her türlü maddi imkanları olduğu halde, elinden bir şey gelmeyen bir annenin feryadıydı bu sözler.
Bu feryat modern zamanların en büyük sorununu da açığa çıkarıyordu. Sadece bu anne değil, başka birçok anne babadan da kendi evlatlarıyla ilgili yakınmalarını sizler de duymuşsunuzdur. Nesiller arası çatışma bir dereceye kadar normal görülebilir. Ancak durum sanıldığından daha vahim.
Dünya iletişim bakımından bir köy haline geldi. Teknolojiyi iyiye de, kötüye de kullanmak mümkün.
Bediüzzaman Said Nursi bu duruma bir asır önce dikkat çekmiş:
“Küre-i Arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefihe ile gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Ta’dili, büyük bir himmete muhtaçtır. Ve keza beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır.” (Mesnevi-i Nuriye – 123)
‘YENİ NESİL ANNE BABALAR’
Okul ve arkadaş ortamları kadar, sosyal medyanın sanal ortamının da çocuğu çok etkilediği muhakkaktır. Bir başka faktör yeni nesil anne babaların tavrı olsa gerek.
Toplu ulaşım araçlarında annenin yanına oturttuğu küçük çocuğunu kucağına almadığına, yaşlı insanların ayakta beklediğine şahit oldum.
Toplu ulaşım araçlarında durum böyle de kafe, lokanta gibi alanlarda durum çok mu farklı sanki. Çocuk o kadar özgür(!) ki; yapmadığı şey ve kırıp dökmediği eşya kalmadığı halde “oğlum/kızım dur, burada böyle davranamazsın, kimseyi rahatsız edemezsin. Eğer böyle yaparsan ceza olarak buradan seni götürürüm “ bile demiyor.
Evlerde durum daha feci bir halde. Toplum çocuk merkezli bir aileye döndü. Çocuğun odasının kapısını çalmadan giremiyor anne- baba. Güya çocuğun da mahremiyeti var. Ama o çocuğa ait özel alanda özellikle sosyal medyada ve internette hangi mecralara giriyor ve kimlerle diyalog kuruyor kimse bilmiyor. Başkaları neyse de anne- babası da bilmiyor çünkü çocuğun özeli(!) var.
“PRENS VE PRENSESLER...”
Bir diğer önemli faktör de anne babaların “ben yemedim içmedim gezmedim, benim kızım/ oğlum benim gibi olmasın” deyip bütün imkanları çocuğun önüne seferber etmeleri olsa gerek.
Çocuğun her isteğini yerine getirmeleri neticesinde şımarık ve doyumsuz bir çocuk profili ortaya çıkmakta.
Çoğu zaman sosyal medya mecralarında çocuğun fotoğrafını paylaşıp kızı için ‘prenses’, oğlu için ‘paşa, kral’ tabirini kullandıklarını ve çocuklarını bu şekilde yetiştirdiklerini görüyoruz. Niçin her çocuk prenses ve paşa olmak zorunda ki. İyi bir insan olmaları yetmez mi?
Yine bazen bir anne ve babadan “evladımın bir saçının teli için dünyayı yakarım” sözünü çok duyuyoruz.
MASALIN BÜYÜSÜ BOZULUNCA...
Bu dünya hayatı bir sınavdan ibaret oysa. Bu dünyada mutluluklar olacağı gibi üzüntüler, acılar ve hayal kırıklıkları da insanoğlunun hayatına eşlik edecektir.
Prens ve prenses gibi yetiştirilen çocuklar büyüyüp gerçek hayatın acımasızlığı ile karşılaştıklarında ve kendilerinin kral ve kraliçe olmadığını anladıklarında ise çok geç olacaktır.
Bir de çoğu ailelerde annenin, babanın çocuğu ile ilişkisine müdahil olması var. Baba rolünün gasp edilerek kağıttan kaplan figür haline getirilmesi de aileyi zehirliyor. Çocuğun, hem anneye hem de babaya ihtiyacı var. Ama baskın anneler, babanın rolünü çalarak esasında en büyük kötülüğü çocuklarına yapıyorlar bazen.
Anne ve babalar, çocukları ile sahici ilişkiler kurabilmeli. Evet baskı yapılmamalı, fakat nezaket ve disiplin de olmalı. Sınırsız özgürlük mümkün değil. Çocuk özgür yetişsin ama; sınırlarını, hak ve sorumluluklarını da öğrenerek.