Ellerimi uzatsam sana ulaşabilir miyim gençliğim? Yoksa sen de her dünyalık gibi bana tamamen sırtını döndün mü?
Gençlik hiç gitmeyecek gibi sanarken, her sabah kalktığımda gençliğimden biraz daha uzaklaştığımı gördüm. O zaman, fani olan bu dünyanın her şeyinin fani olduğunu daha iyi anladım. Fanilikler içinde bâki olan sadece Allah.”
Selim Amca, tekerlikli sandalyesinde bunları yazarken dalmış gitmişti. Onun da bu huzurevinde hüzünlü bir hikâyesi vardı. Bu evde kimin yoktu ki? Hayatını emanet ettiği bu tekerlekli sandalye onun son yıllarda en kıymetli arkadaşı olmuştu.
O bir pilotmuş. En büyük hayali gökyüzündeki bulutları hissedebilmekmiş. Okuduğum defterinde yazdığı anılarında ilk uçuşu için “Allah’ım beni Sana yakın kıl” yazmış. İşine sahip olduktan sonra evlenmiş. Allah onlara bir çocuk nasip etmemiş, ama bu yüzden hiç üzülmemiş. Bir gün eşi evlâtlık bir çocuk almak istediğini söylemiş. Bu kararı onaylayan Selim Amca ve eşi, yetim bir mülteci çocuk evlât edinmişler. Zenci İlma. Adını daha sonradan Hatice olarak değiştirmişler.
Hatice gelince hayatları tamamen değişmiş. Hatice büyüyünce tıp fakültesini kazanmış. Bu hayali gerçek olmuş. En büyük hayali ücretsiz olarak gönüllü dünya doktoru olmakmış. Ama işine başladıktan bir yıl sonra annesi vefat etmiş. Babası yalnız kalmasın diye onun yanında kalmaya başlamış.
Selim Amca, bir gün ayaklarını zor hareket ettirmeye başlamış. Doktora gidince ayaklarındaki his kaybı hastalığı ortaya çıkmış. Hatice artık babasının herşeyi olmuş.
Hatice babası ile mutlu günler geçirirken bir gün çatıya çıkan yavru kediyi kurtarmak için çatıya çıkmış. Ayağı kayarak düşmüş ve vefat etmiş. Selim Amca, o günden sonra bir daha konuşmamış. Huzurevine geldiğinde bile bir kere sesini duyan olmamış. Hep yazarmış.
Onun yazdıklarından son olarak şunu aktarayım: “Allah’ım her zaman sana inandım ve güvendim. İki hazinem olan eşim ve kızım orada çok huzurlu, biliyorum, ama ne olur beni de onlara kavuştur. Beni Sana kavuştur Rabbim.”