Talebeliğimizin Eskişehir’de geçen yıllarında ikamet ettiğimiz dershanenin çaprazında rahmetli Mehmet Çalışkan Amcanın evi vardı.
Komşuluk münasebetiyle o yıllarda sık görüşürdük. Duvarda çerçeve içerisinde bulunan “Ceylan benim vekilimdir. Nura ait işleri benim hesabıma yapar. Said Nursî…” aziz bir hatırasını hemen her ziyaretimizde gösterir ve rahmetli Ceylan Ağabey’i anlatırdı.
Oğlu Ceylan ilk mektebi bitirdiğinde doğruca Üstadının yanına götürür. Ceylan’da yüksek zekâyı gördüğünü ve okutmak istediğini söyler. Üstad da: “Bunu bana ver, hem benden iman dersi alsın, hem de hizmet etsin. Daha sonra yüksek okula gider” der ve Ceylan’ı o andan itibaren Üstadının hizmetine vermiş olur. Üstad, Ceylan’dan çok memnundur. “Ceylan kabiliyetli bir gençtir. Dünya işini de yapar, ahiret işini de. Fakat onu dünyaya vermeyeceğim” derdi.
Üstadın mektuplarını Ceylan yazardı. Önceleri eliyle yazan Ceylan’a, “Sen bu mektubu burada elle, sonra dükkânda daktilo ile yazıyorsun. Oradan buraya getirip, tashihi için bana yeniden okuyorsun. Bu çok vaktini alıyor, sana on beş gün müsaade. On beş gün içerisinde İslâm yazısını öğreneceksin. Hemen burada yazıp, doğruca postaya atacaksın‘ demişti.” Ceylan Ağabey, on beş gün zarfında İslâm yazısını öğrenir, Üstad’ın mektuplarını vakit harcamadan postalamaya başlar.
Emirdağ’ında sıra dükkânlarda yangın çıkar. Haberi alan Mehmet Çalışkan acele oğlu Ceylan’ı duâ etmesi için Üstada gönderir.
Bu hadiseyi Üstad Emirdağ Lâhikasında şöyle ifade eder: “Ceylan yanıma geldi, dedi: ‘Biz yanıyoruz, mahvolduk.’ Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyetü’l-Kübra’nın bir kısım matbu nüshalarını yanıma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risale-i Nur’u ve Âyetü’l-Kübra’yı şefaatçi yapıp, ‘Ya Rabbi, kurtar’ dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur’un ve Âyetü’l-Kübra’nın hıfzında olan mağazaya katiyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı. Yalnız ahali camlarını kırdılar. Eğer ahali ilişmeseydi, eşyalarını almasaydılar, hiçbir zarar olmayacaktı.”
Ceylan, Üstada küfreden birisini ağzından tabanca ile vurur. Adamın dişleri düşer, fakat ölmez. Adam ölmediği gibi, asla kendisine kurşunları kimin sıktığını hatırlayamaz ve söyleyemez. Mehmet Çalışkan, telâşla, durumu Üstada söyler. Üstad eliyle işaret ederek, “Biz bu meseleyi kapattık.” der. Ceylan hazır cevap ve ani çözümlerde de çok zekidir. Afyon Mahkemesi sonunda Üstadından ayrı kalmak istemeyen Zübeyir Gündüzalp’e “Sert bir müdafaa yap” tavsiyesinde bulunur. “Ceylan’ın validesinin yemeği benim validemin yemeği gibidir” iltifatında bulunan Üstadımızın ifadesini zaman zaman Mehmet Çalışkan Amcaya ifade ederdik, o da bunu tebessümle karşılar dershanemize yemek gönderirdi.
Üstad sık sık, “Ceylan’ı dünyaya vermeyeceğim. O dünyalık değil, ahretliktir” diye söyler. Ceylan, 1962 yılında evlendi ve 22 Ağustos 1963’de de trafik kazasında vefat etti. Ceylan Ağabey’in eşi Tâlia Hanım, vefatından on-on beş gün önce onu rüyasında bir kalabalık içerisinden çağırdıklarını görür, o da çıkıp gider. Sonradan Ceylan Ağabey, Küçükçekmece taraflarında bir minibüsle yolculuk yaparken, trafik kazasında vefat eder.
Üstadına sadâkatle hizmet eden Ceylan Ağabey’i rahmetle anıyoruz. Ruhuna Fatiha.