Düşüncelerimizin şekillenmesinde de film ve dizilerin yerini hiç düşündük mü? Kültürümüzden-özümüzden hızla uzaklaşırken, bunun müsebbibi olarak seyrettiğimiz içeriklerin payının ne kadar büyük olduğunun farkında mıyız? İşte bu ve benzeri soruların cevabını sektörden bir isimle Osman Gökmen’le aradık. TRT geçmişinin yanı sıra film, dizi ve belgeselde yeni bir soluk olan DKT Yapım’ın yönetmeni olan Gökmen’e sorularımızı yönelttik.
Selamünaleyküm Osman Bey, kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Ve aleykümselam. 1961 yılında Ankara’da doğdum. İlk ve orta eğitimimi Ankara’da yaptım. DTCF Tiyatro bölümü tiyatro yönetmenliği bölümünden mezunum. Gazetecilik ve yapımcılık mesleğine 1986 yılında TRT’de başladım. Prodüktör /yönetmen olarak çok sayıda program hazırladım ki bunlardan birisi TRT’de hâlâ yayınlanmakta olan “Ömür Dediğin” adlı belgesel programıdır. 2010-2012 yılları arasında Ankara Televizyon Müdürlüğü, 2012-2014 yıllarında TRT Anadolu ve TRT Diyanet Kanal Koordinatörlüğü, 2014-2016 yıllarında Yapım Koordinatörlüğü görevlerinde bulundum. Özbekistan’a iki defa görevli gittim. 2005-2007 yılları arasında Taşkent’te yapımcı ve yönetmen olarak “Asya’nın Ortasında” adlı 30 bölümlük belgesel programı yaptım. Yine 2015-2018 yılları arasında Taşkent TRT Temsilciliği görevinde bulundum. Şu sıralarda da bir “okul” ve “diriliş hamlesi” olarak tanımladığım “DKT Yapım” bünyesinde genç arkadaşlarla birlikte çalışıyorum.
Evet YouTube’deki içeriklerinizi severek takip ediyoruz. Hayli maceralı bir hayatınız var gibi görünüyor. Peki Türkiye’de hatırı sayılır projelere imza atmanın yanı sıra Orta Asya tecrübesi olan biri olarak sizce toplumun gerçek manada kalkınması nasıl olur?
Türkiye’de kalkınma, ilerleme ve büyüme deyince akla hep teknolojik ve maddî kalkınma gelmiştir. Türkiye’de Demokrat Parti ve kendisinden sonraki sağ iktidarlar döneminde maddî anlamda da cidden önemli hamleler yapmış, önemli bir kalkınmayı gerçekleştirmişlerdir. Ancak bugünlerde sıkça telaffuz edilen kültürel anlamda kalkınma ise maalesef ihmal edilmiş ve gereken önem verilmediği için bu sahada arzu edilen gelişme bir türlü gerçekleşmemiştir. Bunun sonucu, maddî anlamdaki gelişmeye paralel olarak toplumun maneviyatı da aynı derecede gelişememiştir.
Kültürel anlamda gelişimde engellerden ve bu engellerin maneviyatı etkilediğinden bahsettiniz. Sizce bu engeller nedir ve çözüm öneriniz var mı?
Gelişmeye engel önemli sebeplerden birisi dindarların, yani dine hizmet etmeyi kendine vazife telakki eden bizlerin, çağın ortaya çıkardığı yeni teknikleri, yeni metotları ve vasıtaları kullanma ve tanıma konusundaki isteksizliğidir.
Başka bir deyişle, bu teknikleri, vasıtaları tanıma, anlama ve elde etme konusundaki kabiliyetsizliğimizdir. Üstad; “Bu zamanda i’lâ-yı kelimetullah maddeten terakkîye mütevakkıftır.” (Hutbe-i Şamiye) ve “İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir” diyor. Ve mücerred, mukaddes ve muallâ güzelliklerin en mükemmeli, imandır. Kesinlikle bilinmesi gerekir ki; nübüvvet insanlık için takdir edilmiş, hayır ve kemâlâtların -insan kabiliyetlerinin yaratılış gayelerindeki kemale ulaşması ile, istidadlarının da manevî bir inkişaf ve ulviyete yükselişinin- özü ve hülâsasıdır.(Mesnevî-i Nuriye) Şimdi, bir hüsn-ü mücerred ve münezzeh olan imanın hayatın içerisinde yansımalarını ve tezahürlerini davranışlarımızda, amellerimizde, münasebetlerimizde göstereceğiz. Aynı zamanda bu imandan güç alarak zamanın bize sunduğu bazı vasıtaları elde ederek İslam’ı bu vasıtaların dillerine tercüme ederek kullanma konusunda da bilgi sahibi olacağız.
Aziz Üstad, Risale-i Nur eserlerini telif ederek iman konusundaki boşluğu doldurmuş, kalplere hâkim olan karanlığı izale etmiş ve iman kalesini tahkim etmiş. Daha sonra da Kur’ân tefsirleri adını verdiği eserlerin toplumda ve bütün dünyada daha geniş kitlelere ulaşabilmesi ve onların da bu eserlerden istifade edebilmelerinin temini için neşriyata büyük önem vermiş. Bediüzzaman, anlamını kaybeden mu’cizelerle dolu hayatın, kâinattaki varlıkların yeniden anlama kavuşacakları bir dille konuşuyor bizimle. Bütün varlıklar, hakikî manasına Hazret-i Peygamber’den sonra tekrar Risale-i Nur’la kavuşmuş. Said Nursî, sarsılan iman binasının sütunlarını yeniden tahkim ederek bozulan İslam kalesini tamir ederek tekrar eski kıymetine ulaştırmış.
Öyle ki, bu eserler kalemle altı yüz bin nüsha yazılmış. Günümüzde ise matbaa ile neşriyatın yanında önce radyo, sonra televizyon gibi teknolojinin gelişmesi ile ortaya çıkan yeni imkânlar dahil olmuş. Dolayısı ile, Üstad’ın kendi şartları içerisinde o zamanın imkânlarıyla yaptığı asrın idrakine İslam’ı söyletme işini, biz bugünün teknik, bilim ve sanatını kullanarak yapmak durumundayız.
Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Hazretlerinin neşriyata çok ehemmiyet verdiğini ve talebeleri olan bizlerin de bugünün sanat ve teknikleriyle neşriyat faaliyetlerine devam etmesini vurguladınız. Bu konuyu biraz açar mısınız?
Bence, bizim bugün yapmamız gereken Risale-i Nur’un tefsirini yapabilmek. Her birimiz meşgul olduğumuz, uzmanı olduğumuz meslek dalında Risale-i Nur’daki yüksek hakikatleri o mesleğin lisanı ile yeniden ifade etmeliyiz. Bilimin ve sanatın her dalında yeni buluşlara ihtiyacımız var, yoksa yeni şeyler söyleyemiyoruz, sadece mevcudu tekrar ediyoruz. Hz. Üstad’ın dediği gibi; “Mevcuda iktifâ, dûn-himmetliktir.” (Hakikat Çekirdekleri) Risale-i Nur’u anlamak ve ait olduğumuz disiplinin diliyle yeniden ifade etmek, ortaya koymak lazım; yani Üstad’ın Kur’an’dan yaptığı istihrac-ı esrarı bizim de bugün Risale-i Nur’dan yapmamız icap etmektedir. Daha açık söylemek gerekirse, bu hakikatleri sanatın ve bilimin ulaştığı merhalede yeni kalıplara, yeni şablonlara dökmek, zamanın kıymetine göre yeniden dikmek gerekiyor. Aksi takdirde, İslam’ı sadece Diyanet’in din adamlarının ve camilerin kapasitesi oranında halka ulaştırmak zorunda kalacağız.
Herkesçe malum ki, caminin ve minberin söylemleri artık topluma eskisi kadar ulaşmıyor, daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak, insanların kulakları minberden-kürsüden gelen sese ayarlı ve duyarlı değil. Dinî ilimler neredeyse bin sene öncesinin mecazları, teşbihleri, temsilleri ve kalıplarıyla anlatılmaya çalışılıyor. Çağının farkında olmayan, farkında olmak için çaba sarf etmeyen, kendisini devlet görevlisi olarak addeden bir din adamı tiplemesiyle karşı karşıyayız. Binaenaleyh bu noktada cemaatlere, özellikle de Risale-i Nur cemaatine büyük bir sorumluluk ve yükümlülük düşüyor. Bir derya deniz olan Nur Risalelerini bu çağın insanına çeşitli yollarla sunmak durumdayız. Bu durumda her ferde bir vazife düşüyor. Benim görevim ise, bir sanat adamı olarak, içinde bulunduğumuz asrın dertlerine bir merhem mahiyetinde taraf-ı İlâhîden ilham edilmiş bu şahane eserdeki hakikatleri sinema ve tiyatro dediğimiz sanatın kalıplarına yeniden dökebilmek. Bu o kadar kolay bir iş değil. Bir defa, örnek alabileceğimiz, taklit edebileceğimiz, bizden önce bu işi yapan üstatlardan mahrumuz. Yani bu işin cemaat ve camiamız içerisinde bir geleneği yok. Sinema bütün sanatları bünyesinde cemeden bir sanat; yani sinemanın içerisinde resim var, müzik var, tiyatro var, mimari var, teknoloji var. Aslında yok yok. Ne yazık ki, bu sanatların hiç birisinde de varlık gösterdiğimiz söylenemez. Sıfırdan başlamak zorundayız; yani besteciye ihtiyacımız var, çok iyi solistlere ihtiyacımız var, çok iyi enstrüman kullanan insanlara ihtiyacımız var, kompozitörlere ihtiyacımız var, oyunculara ihtiyacımız var, senaristlere ihtiyacımız var. Var da var.
Anlaşılan o ki sinema sektöründe hizmet etmek için çok farklı dallarda yeteneklerin buluşması gerekiyor. Sizce bunu yapmak zor mu?
Zor ama imkânsız değil. Aslında biz “DKT Yapım” olarak bunun tohumunu attık. On kişilik kemik bir kadroyla başladık. Kendi senaristimizi, oyuncumuzu, kurgucumuzu, kameramanımızı, müzikçimizi yetiştirdik. Daha doğrusu ilgisi olan gençlere “Buyurun” dedik. Şimdi ise hedeflerimiz arasında kurslar düzenleyerek daha fazla insan yetiştirmek var. Yani gençlere çalışabilecekleri alanlar açmamız gerekiyor. Mesele aslında bu kadar.
DKT Yapım olarak hedefleriniz neler?
Bizim bu yola çıkmaktaki en önemli motivasyonumuz ateizm, deizm, sefahet yangınlarında kavrulan gençliği kurtarmak ve gaflet içindeki insanımızı tekrar iman hakikatleriyle tanıştırmak. TV ve sinemanın da etkileriyle özüne hızla yabanileşen bu aziz millete tekrar ahlâk ve faziletle teçhizatlı İslam kültürünü yine sinema-belgesel yoluyla inşa etmek.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Biz Müslümanların, özellikle gençlerin bu alanlara daha fazla yönelmesi ve sanatla barışması gerekiyor. Ümidim ve Cenab-ı Hak’tan niyazım o ki; şimdi attığımız tohumlar neşv ü nema bulacak ve zeminde çiçek olarak açacaktır.
“Daima Ferah Zafer Ferah” belgeseli
Hizmet etmekte ne gibi manilerimiz var? Vizeler mi yaklaşıyor yoksa bu ay çok mu ödememiz var? Biraz üşüttük, üzerimizde kırgınlık mı var? Peki ya göremeseydik? Yine de hizmete-derse koşar mıydık? Zafer Ferah… Hizmette tek maninin aslında kendimiz ve çocukça bahanelerimiz olduğunu bize lisan-ı haliyle öğreten kahraman… DKT Yapım’ın “Daima Ferah Zafer Ferah” belgeseli Youtube Kanalımızda yayında. İyi seyirler. Bol istifadeler…
(Genç Yorum dergisi, KASIM 2023 sayısında alınmıştır.)
Hasan Hüseyin Uçar - Röportaj
[email protected]
Genç Yorum Dergisi'nin internet sitesini incelemek için tıklayınızBizim Aile Dergisi'nin internet sitesini incelemek için tıklayınız
Can Kardeş Dergisi'nin internet sitesini incelemek için tıklayınız
Dergilerimiz okuyucuları ile buluştu