İnsan, kâinatta en güzel şekilde yaratılmış ve sayısız nimetlerle donatılmış bir varlıktır.
Gelişmiş bir beyne, soyut düşünme ve muhakeme yeteneğine, güzel konuşma kabiliyetine sahiptir. Akıl kuvveti ise, insanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özelliktir. Böylece yaratılış gayesine uygun olarak, imtihan süreci başlar. Ancak bazı insanlar sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmeyebiliyor. Doğuştan veya sonradan bedenî, zihnî, ruhî ve sosyal yeteneklerini kaybederek korunmaya ve rehabilitasyona ihtiyaç duyabiliyor. Toplum içinde bu gibi destek hizmetlerine ihtiyaç duyan insanlara engelli deniliyor. Evet 3 Aralık Pazartesi Dünya Engelliler Günü. Bu özel gün münasebetiyle, onları bir nebze anlayarak bazı nimetlerin farkına varmak lâzım. Elbette bir gün değil her gün değer verilmesi gereken bu özel insanların, eksik değil, farklı şahıslar olduklarını unutmayalım.
Öncelikle şunu bilmeliyiz ki, insan sonsuz nimetlere sahiptir. Verilen güzellikler eşit gibi gözükmese de, sabır ile şükredildiğinde ahiret âleminde karşılığını bulacaktır. İmtihan için gönderildiğimiz dünyada, her ne olursa olsun kul olarak razı olduğumuzda Allah’ın rızasına ulaşırız. Belki musîbet gibi gözüken engeller, ileride mesut bir hayatın temel taşları olacaktır. Bediüzzaman, ahir zaman musîbetzedeleri için yazdığı reçetede ilâcı veriyor, “Şekvaya hakkımız olmadığına dair: Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor, ve hâkezâ...” O’na göre, “Hayat musîbetlerle, hastalıklarla tasaffi eder.” “Kemal bulur.”, “Kuvvet bulur.”, “Terakki eder.”, “Netice verir.”, “Tekemmül eder.” Çünkü “Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.” “Hastalıklar ve musîbetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden, şekvâ değil, şükretmek gerektir.”1 Ne güzel teselli, ne güzel mükâfat. Evet başımıza gelen bütün musîbetler, bizi yokluk karanlığından çıkararak vücut giydiriyor. Mevcut değerlerimizin farkına varmak için zıtlar yaratılmıştır. Karanlık olmadan yıldızları göremediğimiz gibi, parıldayan gerçeklere ulaşmak için de geceyi bekleriz. Bazen nimetler, tersi ile fark edilir. Allah da hayatımıza böyle numuneler koyarak ne kadar şükretmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Bizlere verilen sayısız nimetler elden gitmeden uyanmak lâzım. Engellere takılmadan hayata umutla sarılanlar var. Göremeyen insanlar okumaktan bahsediyorsa, başarıya engel hiçbir bahane olmamalı. İşte engel bedende, zihinde değildir aslında. Bakan körler, işiten sağırlar ve konuşan dilsizler de var. Engel eğitimsizlikte, gayretsizlikte. Sevgi ve saygıdan yoksun insanlar engel olurlar. Yaşıyorsak umut vardır. Her halde ve şartta gayret edilir. Eğer gerçekten olmuyorsa, olmaması gerekiyordur. Ona da sabır etmek gerekiyor.
En büyük engel inançsızlıktır. Mevcut olduğumuz değerlerimize sahip çıktığımızda kazanırız. O zaman zahiri hiçbir eksikliğe takılmadan çalışalım, engelleri aşalım. İnanırsak karanlıklar aydınlanır. Nitekim Bediüzzaman hayatı boyunca önüne çıkan engellere “..ayağım taşa takılmış ne ehemmiyeti var” diyerek ne kadar hafife aldığını göstermiştir. Mahkemelerde, hapishanelerde, sürgünde, gurbet halinde geçen dünya namına lezzetin olmadığı bir hayattan bahsediyoruz. Ama yılmayarak, milletin selâmetini düşünerek bugüne baki eserler bırakmıştır.
Velhasıl, sabır içinde şükredilen musîbetler, bâki ve mes’ut bir hayatı kazandıracaktır. Bizler de, her ne engel içinde olursak olalım, imtihan olduğunu hatırlayalım. Fizikî olarak sağlam gözüken, ama kalp ve ruhu günahlarla yaralanan insanların engelleri görünür engellerden daha vahimdir. Bizi çalışmakta alıkoyan asıl engelleri aştığımızda aydınlığa kavuşacağız inşallah..
Dipnot:
1) Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat, s. 16.