Aralık sonunda Yakın Doğu Üniversitesindeki bir konferans için gittiğimiz Kıbrıs’ta da kuraklık yaşandığını ve ayrıldığımız gün yer yer sele dönüşen çok kuvvetli bir yağış olduğunu bu köşede yazmıştık.
Hafta içinde Genç Yorum tanıtım semineri için gittiğimiz Şanlıurfa’da da özel sohbetlerde bu konu gündeme geldi. Çarşamba sabahı yağmur serpiştirmeye başlayınca, yazarımız Sebahattin Yaşar, “Galiba Kıbrıs’taki rahmet buraya da geliyor” diye lâtife yaptı. Ne var ki, düşen damlalaların arkası gelmedi ve hava yine açıldı.
Bu durum bize Sikke-i Tasdik-i Gaybî’de yer alan şu ilginç ve manidar anekdotu hatırlattı:
“Kuraklık zamanında, yirmi-otuz gün içinde yağmur Barla’ya yağmamışken, Yokuşbaşı Çeşmesi yapıldığı bir zamanda menbaına yakın Üstadımız ve biz, yani Süleyman, Mustafa Çavuş, Ahmet Çavuş, Abbas Mehmet beraber cemaatle namaz kıldık. Tesbihattan sonra dua için elimizi kaldırdık. Üstadımız yağmur duası etti. Kur’an’ı şefaatçi yaptı. Birden, o güneş altında, her birimizin ellerine yedi-sekiz damla yağmur düştü. Elimizi indirdik, yağmur kesildi.
“Cümlemiz bu hale hayret ettik. O vakte kadar yirmi-otuz gündür yağmur gelmemişti. Yalnız o yağmur duası anında, dua eden her ele yedi-sekiz damla düşmesi gösteriyor ki, bunda bir sır var. Üstadımız dedi ki: ‘Bu bir işaret-i İlahiyedir. Cenab-ı Hak manen diyor ki: “Ben duayı kabul ediyorum, fakat şimdi yağmur vermiyorum.” Demek sonra sure-i Yasin şefaat edecek. Nitekim öyle de olmuştur.” (s. 35-6)
Şanlıurfa’da, Maraş’tan okuma programı için gelen gençlerle dergâhı, mancınıkları ve Urfa kalesini gezerken serpiştiren yağmur damlaları da bu hatırada anlatılan olayı çağrıştırıyor.
Üstadın orada sözünü ettiği sır, farklı bir bağlamda burada da geçerli olabilir mi acaba?
Maraş, Konya ve Kilis’ten gelen üniversitelilerin katıldığı okuma programında simgeleşen hizmet hamlesi rahmetin celbine vesile olmuş, ama başka birtakım maniler o rahmet tecellîsinin tamama ermesini engellemiş olabilir mi?
Buradan, Türkiye’nin belki yıllardır yaşamadığı dehşet verici bir kuraklık afetiyle karşı karşıya olduğu vakıasına geçiş yapacak olursak:
İstanbul’dan havalanan uçağımızın penceresinden aşağıya bakarken gördük ki, tâ Kayseri’ye kadar, bir-iki yer dışında dağların tepesi boş; hiç kar yok. Malatya’dan aşağısı yine aynı.
Keza hafta sonunda yaptığımız Doğu Karadeniz turunda da aynı şeyi gördük. Temmuz ve Ağustos’ta bile yağmurun eksik olmadığı Rize-Trabzon-Giresun’da da vahim bir kuraklık var.
Bunda, su kaynaklarının bilinçsiz kullanımı, dere ve ırmakların HES’lerle tüketilmesi, yanlış sulama politikaları, velhasıl birçok alanda suyun israf edilmesi gibi maddî sebeplerin yanı sıra, şükür vazifesinin ihmali, haram-helal ölçülerine riayet edilmeyişi, manevî hizmetlerin zayıflaması, mü’minler arasında rahmeti celb edecek ittifak yerine ihtilaf ve kavganın öne çıkması gibi manevî sebeplerin rolünü de irdelemeliyiz...