Bir nesli anlamak ne demektir? Z kuşağını anlıyor muyuz? Kuşak çatışması neden oluyor?
Cemaatler, tarikatlar, siyasî cemiyetler, partiler vs. aklımıza gelen bütün oluşum ve gruplarda gördüğümüz şey, genç neslin eksikliği ve bu oluşumdaki insanların var güçleriyle gençleri içlerine dahil etme çabası. Fakat bunca çabaya rağmen yanlış giden bir mesele var ki, gençler “yalnız” kalmayı tercih ediyorlar. Neden?
Her insanın içerisinde bir “istibdat sensörü” var. Bu sensör, birçok etkenle hassasiyeti değişen bir cihaz. Bu etkenlerden bazıları; yetişme tarzı, aile, yetişme ortamı, alınan eğitimler vs. Nasıl ki bir tır kantarının tartı ölçülerinden, kuyumcu tartısına kadar farklı hassasiyette tartılar var, öyle de kişiden kişiye “istibdat sensörünün” hassasiyet ölçüsü değişiyor. Bu etkenlerden belki en önemlisi de bireyin içinde bulunduğu “nesil” faktörü. Nesillerin belli başlı farklı özellikleri olduğu artık kabul edilen bir gerçek. “Genç nesil” doğduğundan itibaren gerek teknoloji ile gerek aldığı materyalist eğitimle maruz kaldığı “kişisel bilgisayarınız, özgüven, tabiat” gibi terimlerle benliği ve enaniyeti o kadar kalınlaşıyor ki içerisinde fıtrî olarak koyulan “istibdat sensörü” nefsinin her istediğini yapmayı özgürlük zannederek, topyekûn fikrî, dinî, örfî, ahlâkî değerlere uzak hatta düşman “deist, ateist, materyalist, tabiatperest” olarak çıkmaz bir sokağa giriyor. Onun lehine bir hatırlatmada bulunanı “ona baskı yapmak” ile suçluyor.
Peki gençlerin uçuruma sürüklendiği şu hassas zeminde “ataları” olan büyük neslin hiç suçu yok mu? Bu genç insanlar ne istediler de, kutsal değerlere uzak, haz peşinde koşan bir nesle dönüştü? Daha çocuk yaşta “yasaklara” maruz kalarak büyümeye başlıyor. Örneğin, duvarda “priz” denilen, tam da parmağına uygun, delikli ilginç bir şey var. Merakından parmağını sokmak istiyor. Kendisine (güya ona zarar gelmesin diye) kızan bir anne-baba ve yarım kalmış bir merak. Oysa çözüm, küçük bir tedbirle prizi kapatmak kadar basit bir yol. Yasaklarla büyümeye devam eden çocuk, kendisine çocukluğunda öğretilen değerleri sorgulamaya başlıyor. Ama ona her yanlış bir hareketinde kızan- bağıran- azarlayan- küçümseyen- bakışlarıyla, mimikleriyle ondan sıkıldığını hissettiren ya da daha önce sorduğu sorulara “cevapsız” kalarak, evladı sanki yokmuş gibi davranan yani bireyi “değersiz” hissettiren bir anne-baba ile nasıl bu konuda konuşacağını da bilmiyor. Bunca yaraya rağmen, cesaretini toplayıp kafasında ilk kez ebeveynlerinin fikrine zıt olan sorusunu soran birey, aldığı cevaptan tatmin olmayınca, itiraz edip, fikrinde ısrarcı olur. Mesele ilerleyince ebeveyn sesini yükselterek, baskın gelme çabalarına girer ve en son hakaretlere varan tepkiler ile ortada soruları cevapsız kalmış bir çocuk kalır. Ardından birkaç iletişim denemeleri daha ama nafile.
Bu yazılanlar sadece bir örnek, toplumda çeşitleri çok fazla var. Bir örnek de okuldan, hatta benim ortaokul zamanlarımdan olsun. Sevdiğim bir dersten yazılı olduk ve yazılı sonucum beklediğimden düşük geldi. Hoca derste yazılı notlarını okurken el kaldırdım, “Öğretmenim, kâğıdımı inceleyebilir miyim?” Cevap; “Gel bak kâğıdına ama fazla verdiysem notunu kırarım!” Alttan gizlice bilinç altıma kazınan bir fikir: Bazı şeyleri sorgulamanın “cezası” olur. Evde sorgulayan ve azarlanarak bedel ödeyen çocuk, okulda sorgulayan notu kırılarak bedel ödeyen çocuk, ailesinin inandığı değerleri sorgulayan ve bedel ödeyen çocuk, devamlı “bastırılarak” bedel ödeyen çocuk…