Kostroma’da ibadete açılan yeni caminin yapımında Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur’un büyük emekleri geçtiğini anlatan oğlu Muhammed Nur Sungur, “Ben şahsen bu caminin adınıN ‘Bediüzzaman Camii’ olmasını arzu ediyordum” dedi.
Türkiye’nin de yardımlarıyla tamamlanan ve 5 Mayıs 2017 Cuma günü kılınan Cuma namazı ile resmî açılışı yapılan Kostroma Camii’nin yapılmasında Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin talebelerinden Mustafa Sungur’un da büyük katkıları olduğu ortaya çıktı.
Caminin açılışı ile ilgili olarak Yeni Asya’da yayınlanan yazıyı, “Bu arada bu vesile ile söylemiş olayım. Bu caminin yapılmasında merhum babamın çok büyük gayret ve teşviki olmuştur” diyerek, sosyal medya hesabından paylaşan Mustafa Sungur’un oğlu Muhammed Nur Surgur, konu ile ilgili Yeni Asya’ya açıklamalar yaptı.
Kostroma Camii’nin yapılmasının ilk defa İstanbul’da düzenlenen bir uluslar arası sempozyumda, Rusya Müftüsü Ravil Gaynutdin tarafından gündeme taşındığını hatırlatan Muhammed Nur Sungur, “Ravil Gaynutdin o sempozyumda güzel bir konuşma yaptı ve Nur Talebelerine ‘Bediüzzaman’ın bir müddet kaldığı ve ders verdiği bu camiyi lütfen yeniden yapın’ diye çağrıda bulunmuştu. Lütfi Kırdar Salonundaki o toplantıda yapılan bu teklif çok ilgi gördü. Merhum babam Mustafa Sungur da bu işi ele aldı. Caminin yapılması için herkesi teşvik etti. Hatta, “Ağabey oralar çok uzak. Bu işi yapmak zor” diyenlere karşı bu emelinden hiç vazgeçmedi. Neticede bu fikir destek gördü ve Kostroma’daki caminin temeli atıldı. Sonra bu işe Diyanet sahip çıktı ve tamamlanması onlara nasip oldu. Ben de geçen yıllarda Kostroma’ya gittim ve cami inşaatını gördüm. Cami, eski arsaya değil, şehrin içinde sayılabilecek yeni yerinde yapıldı. Ben şahsen bu caminin adının ‘Bediüzzaman Camii’ olmasını arzu ediyordum” şeklinde konuştu.
Görmez, hutbede Bediüzzaman’ı anlattı
5 Mayıs 2017 Cuma günü açılışı yapılan Kostroma Camii’nde ilk Cuma hutbesi okuyan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez şöyle demişti:
“Bu cami, bu topraklarda bin yıldır yaşayan Müslümanların tarihine işaret eder. Kostroma’da bin 50 yıl önce bir Müslüman mezarlığının varlığı, bin 100 sene önce Müslümanların bu topraklara geldiğini ve o günden bugüne bu topraklarda yaşamaya devam ettiğini gösteriyor. (...)
Kostroma Camii, aynı zamanda I. Dünya Savaşı’nda buradaki Tatar kardeşlerine sığınan 400’ü aşkın Müslüman Türk askerinin, komutanının aziz hatırasına inşa edilmiş oldu. Aralarında büyük İslâm âlimi, İslâm mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursî’nin de bulunduğu 400’ü aşkın Müslüman Türk askeri bu topraklara geldiler, burada kaldılar, yaşadılar, buradaki Tatar Müslüman kardeşlerine sığındılar ve sonra bazıları vatanlarına dönebildi, bazıları ise bu topraklarda şehit oldu. Bugün bu Cuma saatinde Cenâb-ı Hak’tan onlar için de rahmet niyaz ediyorum.
Bu topraklar, bu cami, bu mescitten önceki ahşap cami, kim bilir ne kadar güzelliklere şahit oldu. Buraya Türkiye’den gelen kardeşler Tatar kardeşleriyle beraber Kur’ân okudular, namaz kıldılar, Cuma’yı eda ettiler. Buraya gelen Bediüzzaman Said Nursî buradaki çocuklara Kur’ân’ın hakikatlerini, imanın hakikatlerini anlattı. İşte bu cami, bu mabet bütün bu güzelliklerin hatırasını, hatıralarını ebediyete kadar yaşatacak bir mabet olarak daim olsun.”
Bediüzzaman’ın dilinden Kostroma esareti
“Harb-i Umumîde, esaretle Rusya’nın şark-ı şimalîsinden çok uzak olan Kosturma [Kostroma] vilâyetinde bulunuyordum. Orada Tatarların küçük bir camii, meşhur Volga Nehri’nin kenarında bulunuyordu. Oradaki arkadaşlarım olan esir zabitler içinde sıkılıyordum. Yalnızlık istedim. Dışarıda izinsiz gezemiyordum. Tatar mahallesi, kefaletle beni o Volga Nehri’nin kenarındaki küçük camiye aldılar. Ben yalnız olarak camide yatıyordum. (...) Ruhum dahi vatanımdaki eski dostları düşünüp o gurbette vefatını tahayyül ederek, Niyazî-i Mısrî gibi dedim: Dünya gamından geçip, / Yokluğa kanat açıp, / Şevk ile her dem uçup, / Çağırırım dost, dost! diye dostları arıyordu. Her ne ise... O hüzünlü, rikkatli, firkatli, uzun gurbet gecesinde, dergâh-ı İlâhîde zaaf ve aczim o kadar büyük bir şefaatçi ve vesile oldu ki, şimdi de hayretteyim. (...) Çünkü birkaç gün sonra, gayet hilâf-ı me’mul bir surette, yayan gidilse bir senelik mesafede, tek başımla, Rusça bilmediğim halde firar ettim. Zaaf ve aczime binaen gelen inâyet-i İlâhiye ile harika bir surette kurtuldum.” (Lem’alar, Dokuzuncu Rica, s. 522) Rusya’da, Kosturma’da, doksan esir zabitlerimizle beraber bir koğuşta idik. Ben o zabitlerimize ara sıra ders veriyordum. Bir gün Rus kumandanı geldi, gördü, dedi: “Bu Kürt, gönüllü alay kumandanı olup çok askerimizi kesmiş. Şimdi de burada siyasî ders veriyor. Ben yasak ediyorum, ders vermesin.” İki gün sonra geldi, dedi: “Madem dersiniz siyasî değil, belki dinîdir, ahlâkîdir; dersine devam eyle” izin verdi. (Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, s. 830)
HABER: FARUK ÇAKIR