24 Haziran erken seçimlerine doğru giderken Türkiye'nin başta Avrupa Birliği olmak üzere batılı demokrasiler ve müttefikleri ile olan ilişkileri de yeniden masaya yatırılıyor. Son yıllarda yaşananlar yaşanacakların habercisi mi? Hangi senaryolar ağır basıyor? Batıda oluşan ortak öngörü ne?
Uzmanlar hem gelinen noktanın fotoğrafını anlattı hem de öngörülerini saöylediler.
Gelinen nokta
2002'den bu yana AKP iktidarı döneminde zirve ile dibi arka arkaya gören AB-Türkiye ilişkileri özellikle 2013 yılından bu yana sürekli daha kötüye gitmekte. Gelinen noktada ilişkiler göçmen meselesi ve ticaretten ibaret bir tablo sergiliyor. Ya geri kalan alanlar?
Üyelik müzakereleri de-facto olarak donmuş kabul ediliyor. Gümrük Birliği'nin arzu edilen revizesi bir türlü gerçekleşmiyor. Teröre karşı işbirliğinde yol alınamıyor çünkü AB Türkiye'nin son yıllardaki 'terör' ve 'terörist' tanımlarını sorunlu görüyor. Türkiye tarafından en ciddi girişimlerin ve alt yapı çalışmalarının yapıldığı vize serbestiyetine bile artık hayal olarak bakılıyor çünkü Almanya'da büyük koalisyon hükümetinin kurulabilme şartlarından biri bu serbestiyeti Türkiye'ye vermemek.
Bunlarla birlikte Kıbrıs adasındaki gerginlik doğalgaz aramaları nedeniyle daha da artıyor. Hollanda ve Avusturya başta olmak üzere Avrupalı hükümetler seçimlere ilişkin Türk siyasilerine açıkça 'buraya gelip miting yapmayın' diyor ve Türkiye'den yanıt olarak "Gideceğiz ve yapacağız" karşılığı geliyor. Her iki tarafın tutumu da genel olarak ilişkileri zedeliyor ancak her iki tarafta da sağ siyaseti güçlendiriyor ve tüm taraflarca tırmandırılmaya devam ediliyor. Bu noktada sağ partiler kendi ülkelerinde safları sıklaştırırken en büyük zararı seçimler sonrasında Avrupa'da yaşayan Türklerin göreceği konuşuluyor.
Avrupa ile ilişkiler fotoğraf karelerinde kaldı
İster siyasi ister ekonomik işbirliği konuları olsun Brüksel herhangi bir alanda adım atmak için kuvvetler ayrılığı ve basın özgürlüğü gibi modern demokrasinin en temel meselelerine referans yapıyor ve bu alanlarda Türk hükümetinden ciddi tavır ve polkitika değişiklikleri bekliyor. Dediğimiz gibi bu çerçevedeki tek istisna geri kabul ve göçmenler konusu. Eğer bu alanda sağlanabilecek bir fayda varsa ancak o zaman AB yetkilileri ve devlet liderlerinin Türk siyasiler ile yakınlaşma sağladığını ve kameralara poz vermeye başladığını gözlemliyoruz.
Aynı şekilde iktidar partisi de seçim zamanlarında AB vizyonuna daha fazla vurgu yapmakta ve iç kamuoyuna 'batı ile ilişkilerimiz yolunda' mesajı vermenin yöntemlerini çeşitlendirmekte. Varna Zirvesi gibi sonucu ilişkilere herhangi bir somut katkı yapmayan yakınlaşmalarda aile fotoğrafına girmenin yegane faydayı oluşturması veya Brexit süreci nedeniyle panik içinde bulabildiği her ülkeyle ticari ilişkilerini geliştirmeye uğraşan İngiltere'nin iltifatlarının biraz abartılı şekilde de olsa iktidara yakın medya kuruluşarı tarafından kayda geçirilmesi örneklerden bazıları.
Dolayısıyla göçmen meselesini dışarda tutarsak erken seçimin sonucunun AB ile ilişkilerde de son derece hayati bir kırılma noktasını oluşturmak üzere olduğunu anlıyoruz. Zira kısa süre önce Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye Raportörü Kati Piri ile konuştuğumda bana 'ilişkilerde geri dönüşü olmayan nokta' olarak Cumhurbaşkanlığı sistemine resmen geçilecek olan tarihi işaret etmişti.
'Cumhurbaşkanklığı sistemi'nin anayasa değişikliği referandumu ile hali hazırda Türkiye'nin gerçeği haline geldiği düşünülebilir ancak AK Parti adayı ve Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan dışında koltuğa oturma olasılığı olan tüm adaylar kampanyalarını 'Türk usulü' olarak tanımlanan bu başkanlık sistemini değiştirmek ve parlamenter sistemi yeniden tesis etmek üzerine kurmuş durumda.
Tüm üst düzey AB yetkilileri de önce OHAL'in kaldırılması ve ardından parlamenter sistemin yeniden güçlendirilmesinden yana tavır ortaya koyuyor ve bunu raporlarda kayda geçiyor.
Batıda öngörüler ortak: statüko problemli değişim faydalı
Brüksel'de konuşulan senaryolar önemli zira bunlar Türkiye'nin burada bozulan imajı hakkında özet bir hasar raporu niteliğinde.
Düşünce kuruluşu Carnegie Europe'ta görev yapan Avrupa Birliği'nin eski Türkiye Büyükelçisi Marc Pierini 'Olağanüstü Hal' ortamlarında devlet aygıtları ve imkanlarının ciddi şekilde yönetici lehine kullanıldığı ve iktidar partisine hizmet ettiği durumların ortaya çıktığını, ayrıca yeni seçim yasalarının yeni tür sahtekarlık olasılıklarına imkan sağladığını ifade ederek şunları söyledi:
"Seçimler konusunda AB hükümeteri ve kurumların gördüğü, bunun eşit olmayan koşullarda gerçekleştirilen bir yarış olduğu. Ancak aynı zamanda muhalefet liderlerinin ve partilerinin seçmenlere sunacak gerçek alternatifler ile ortaya çıkma şansı yakaladığını ve anayasal yapının yeni mimarisini avantajlarına kullanabildiklerini de görüyorlar. Bu sebepten ötürü seçimler beklenenden daha açık (hem seçilen hem seçmen düzeyinde daha geniş katılımlı anlamında) gerçekleşebilir."
Pierini seçimler sonrasına ilişkinse şöyle konuştu:
"AB hükümetleri ve kurumlar tarafından yapılan öngörüler muhalefetin cumhurbaşkanlğı ve meclisi birlikte alamadığı her senaryoda varolan sıkıntıların devam edeceği yönünde. Yurt içinde hukukun üstünlüğü ve yurt dışında AB ve ABD ile olan ilişkilere yönelik zorlukların mevcut cumhurbaşkanı ve hükümet eden iki parti işbirliği devam ettiği sürece devam edeceği düşünülüyor. Varolan durumla kıyaslandığında yalnızca muhalefetin kazandığı durumda iyileşme şansı bulunuyor. Bu noktada en önemli faktör şu ki; seçmen 15 yıldan fazladır ilk kez ülkenin farklı gelecek alternatifleri arasında seçim şansına sahip. Şu an yaşanan kur krizi de bu durumun göstergelerinden biri."
Brüksel'in bir başka önemli dülşünce kuruluşu Avrupa Politika Merkezi'nde (EPC) görev yapan Türkiye uzmanı Amanda Paul ise konuya ilikin şu değerlendirmeleri yaptı:
"Buradaki insanların çoğu Sayın Erdoğan'ın yeniden Cumhurbaşkanlığını kazanacağını ve AK Parti'nin de mecliste çoğunluğu alacağını düşünüyor. Bu durumda, en azından kısa-orta vadede, AB ve ABD ile olan ilişkilere yönelik herhangi bir olumlu değişim ve gelişim beklemek gerçekçi olmaz. Statüko devam edecektir.
Eğer seçimler ikinci tura kalır ve Erdoğan ve partisi kaybederse bu elbette AB'ye doğru bir yönelim ve ilişkilerde rahatlama sağlayacak. Ancak her şekilde Türkiye'nin önceliği yerel meseleler olacaktır. Parlamenter demokrasiyi geri kazanmak, hukukun üstünlüğünü geri getirmek ve OHAL'i kaldırmak gibi.
Tüm bunlar olsa bile ABD ile ilişkiler noktasında yine de çok fazla bir değişim söz konusu olmayacak çünkü soruna neden olan meselelerde çoğu ABD politikası Edoğan ve partisinden bağımsız oluşan konular, örneğin YPG/PYD'ye verilen yardım gibi.
Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını kaybetmesi ancak AK Parti'nin meclisi alması neticesinde ise durum siyasi kilit haline gelecektir. Bu pozisyonda da herhangi bir konuda içeride veya dış ilişkilerde ilerleme sağlanması mümkün olmaz çünkü parlamentoda herşey bloke olur."
Paul'e muhalefetin kazanması halinde AB'nin Türkiye ile hemen temiz bir sayfa açmmaya ve ileri doğru hızlı adımlar atmaya hazır olup olmadını soruyorum:
"AB hiçbir alanda o kadar hızlı hareket edebilen bir yapı değil bildiğiniz gibi. Özel olarak AB üyelik sürecinden bahsediyorsak o noktada da çok fazla bir şeyin değişmesini beklemek hata olur. Bunun daha temelinde yatan esas neden elbette herşeyden önce AB'nin Türkiye'yi samimi olarak üyeliğe almak istememesi. Dolayısıyla aslında ilişkilerde varolan durum AB'ye hizmet ediyor ve Türkiye'yi istemeynlerin oldukça işine geliyor. Ne var ki, Türkiye'de OHAL'in kaldırılması, temel özgürlüklerin sağlanması ve adli reformların yapılması durumunda muhakkak Gümrük Birliği ve vize gibi konularda ilerlemeler kaydedilir ve Türkiye göreceli olarak avantajlı konumlar elde edebilir."
Euronews Türkçe