25 Şubat 2014, Salı
Türk Dış Politikası ciddi bir çıkmazın içerisine girmiş gibi görünüyor.
Davutoğlu’nun çok boyutluluğa yaslamayı amaçladığı dış politika stratejisi, özellikle sosyo-kültürel ve dinsel/mezhepsel ortaklık, tarihsel yaşanmışlık gibi toplumsal öğelere kurucu bir önem atfettiği için, önceleri Ortadoğu odaklı bir başarı öyküsüne imza atmıştır. Suriye ile gelişen ilişkiler bu başarı öyküsünün en çarpıcı örneğiydi. Ne var ki, Arap Baharı’nın patlaması ve özellikle Suriye’de yaşanan iç savaşa Türkiye’nin fazlasıyla müdahil olması, çok boyutluluğa yaslanması beklenen Türk Dış Politikası’nı tamamıyla Ortadoğu merkezli bir işleyişe sürüklemiş ve bu süreç çerçevesinde Türkiye’nin dış politika öncelikleri konusunda tam bir yabancılaşmaya uğradığı görülmüştür.
Özellikle Mavi Marmara Baskını ve Arap Baharı’nın patlaması sonrası Türkiye’nin yönü neredeyse tamamıyla Ortadoğu’ya dönmüş ve Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik adlı eserinde özellikle vurgu yaptığı çok boyutluluk dış politikadan soyutlanmıştır. Türkiye’nin, başta Suriye ve Irak olmak üzere Ortadoğu’daki meselelere fazlaca entegre olması, barışçı ve her kesime aynı mesafede durmaya dayalı dış politika algısında ciddi bir değişime neden olmuştur. Öyle ki, Türkiye, Arap Baharı sonrası Ortadoğu ekseninde oluşan ve genel itibarıyla mezhepsel ayrım çizgilerinden beslenen bölgesel/toplumsal kamplaşmaya entegre olmuştur. Bu durum, Türkiye’nin her yerde herkesle konuşmaya, diyalog kurmaya dayalı dış politika stratejisini ortadan kaldırdığı gibi, ülkenin tam bir Ortadoğu ülkesi olarak görülmesine de yol açmıştır.
Türkiye’nin Ortadoğu’ya fazlaca müdahil olması, AB üyelik sürecinin ikinci plana atılmasına neden olmuştur. Öyle ki, 2006 yılına değin medyanın ve toplumun üzerinde durduğu en önemli husus olan ve Türkiye’nin temel dış politika hedefi olarak bilinen AB üyelik süreci, neredeyse tamamen unutulmuştur. Tabiî bu durumun ortaya çıkmasındaki en önemli nedenlerden biri Türkiye’nin ve AB üyesi ülkelerin yaşadığı iç siyasal gelişmelerin, AB-Türkiye İlişkileri’ne yaptığı olumsuz etki olmuştur. AB’nin lider ülkeleri Almanya ve Fransa’nın Türkiye’ye açık uçlu bir müzakere süreci önermesi ve AB’nin yaşadığı genişleme dalgası sonrası oluşan olumsuzluklar, borç krizi ile birleştiği noktada, AB’nin Türkiye’ye yönelik bakışını olumsuzluğa itmiştir. Çok boyutluluğu benimsediği söylenen Türkiye’nin, özellikle 2010 sonrası dönemde başta komşu coğrafyalar Kafkasya, Orta Asya ve Balkanlar olmak üzere, küresel işleyişin şekillendiği tüm coğrafyalara karşı yabancılaşması, Türk Dış Politikası’na dair ciddi bir olumsuzluk olarak görülmelidir. Afrika kıtasına açılmayı ilk kez Türkiye’nin gündemine getiren mevcut hükümet, bu açılımı dahi belli bir bölge ile sınırlamış ve Nelson Mandela gibi bir Afrika efsanesinin cenaze törenine en üst düzeyde katılım göstermeyerek şaşırtmıştır.
Türk Dış Politikası’nın olumsuz etkilendiği hususlardan biri de iç politika olmuştur. Hükümetin özellikle son dönemde artan oranda olmak üzere ifade, basın ve gösteri yapma özgürlüğünün alanını daraltması, yargı üzerindeki baskısını görünür derecede arttırması ve söylem bazında otoriter bir anlayışı içselleştirmesi ciddi toplumsal tepkilere neden olmaktadır. Bu tepki dalgası, Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sağlama anlamında önemli bir unsur olan AB ülkeleri ve hatta ABD’de dahi ciddi endişelere neden olmaktadır. Türk Hükümeti’nin otoriter ve çoğulcu demokrasiyi yadsıyan ülkelerin oluşturduğu gevşek bir siyasal birlik olarak bilinen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’ne girme ve hatta bu örgütü AB üyeliğine alternatif gösterme noktasında ortaya koyduğu isteklilik, Türkiye’de olduğu gibi AB çevrelerinde ve tabii ki ABD’de de ciddi bir endişeye neden olmaktadır. Bu endişe, Batı basınında Türkiye’ye dair çıkan haber ve yorumların neredeyse tamamının eleştirel ve olumsuz olması ile rahatlıkla görülebilmektedir.
Açıkçası Türkiye’nin son dönemde izlediği dış politikanın, ülkenin temel dış politika hedeflerini yadsıyan bir görünüme sahip olduğunu, benimsenmek istenen çok boyutluluğu pas geçtiğini ve otoriter siyasal yapıları ile tanınan Rusya ve Çin gibi ülkeleri ön plana aldığını söyleyebiliriz. Ortadoğu’ya fazlasıyla kanalize olan ve bu bölgeden kendisine yansıyan olumsuzlukların, ülke içerisinde oluşmuş bulunan toplumsal/siyasal kamplaşmaya etki ettiği bir ortamda, ŞİÖ üyeliğini AB üyeliği ile bir tutan söylemlere girmek ve demokrasiyi, güçler ayrılığını yadsıyan bir iç politika çizgisine doğru savrulmak ciddi bir olumsuzluktur. Başbakanın Brüksel ve Almanya ziyaretleri ile Fransa lideri Hollande’ın Türkiye ziyaretleri esnasında kendisini gösteren tedirginlik ve söylem bazlı farklılaşma, Türkiye’nin, aksi yöndeki açıklamalara karşın, temel dış politika hedefi olan AB üyeliğinden ne denli uzakta olduğunu kanıtlamaktadır. Bu minvalde, Türkiye’nin geleneksel dış politika çizgisinden (hatta mevcut hükümetin iktidarının ilk yıllarında benimsediği dış politika anlayışından) ciddi anlamda saptığını ve kendisine temel referans olarak gördüğü Ortadoğu’da yaşanan belirsizliklerin ve iç politika anlamında içine sürüklendiği sıkışmışlığın/yıpranmanın da sonucunda dış politikaya odaklanma noktasında büyük bir problem yaşadığını söyleyebiliriz.
Okunma Sayısı: 1059
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.