Dinin temeli ve kökü imandır. İbadetler, din ağacı ve binasının ayakta kalmasını sağlayan direkleridir. Güzel ahlâk ise dinin fert, toplum ve çevreye yönelik meyvelerini oluşturur.
İnsan biyolojik ve psikolojik olduğu kadar bir yönü ile de ahlâkî bir varlıktır. Ahlâk, iyi veya kötü yaratılışı, tabiatı ve seciyeyi ifade eder. İnsanın toplum hayatı içinde riayet ettiği ve etme gereği duyduğu kurallar bütününe de ahlâk denir. Bir başka ifade ile, “ahlâk, insan kişiliğinde yerleşmiş zorlamaya gerek kalmadan kendiliğinden ortaya çıkan davranış kalıbı ve melekeler” olarak ifade edilebilir. İktisatlı olmak, israf etmemek de bu tavırlardan birisidir.
İktisatlı yaşamak insanın önemli, yüce ve ahlâkî bir niteliğidir. İnsanla ilgili olarak iktisat “orta yolu tutmak, itidal ile hareket etmek, tutumlu olmak, gereğinden az veya çok harcamaktan kaçınmak” demektir.
İslâmiyet, yeme-içme, giyim-kuşam, eşya kullanımı gibi her hususta aşırılıktan kaçınmayı, orta yolu tutmayı emretmiştir. Savurganlık ve cimriliği yasaklamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: “Yürürken ölçülü, mûtedil yürü! Konuşurken sesini kıs. (sesini ölçülü kullan, ayarla) bağırarak konuşma! Unutma ki seslerin en çirkini, avazı çıktığınca bağıran eşeklerin sesidir. (Lokmân, 31/19)
“Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme; büsbütün açıp tutumsuz olma. Kaybettiklerine hasret çeken bir hâle düşmeyesin! (el-isrâ, 17/29)
İktisadın karşıtı israftır. İsraf aşırı gitmek, gereğinden fazla yemek, içmek ve harcamaktır. Bu ise dinimizce yasaklanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de; “Saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir” (el-İsrâ, 17/27) buyrulmuştur. Tutumlu olanlar kimseye muhtaç olmazlar, rahat ve huzur içinde yaşarlar. Bir hadis-i şerifte: “Tutumlu olan fakir olmaz” (Keşfü’l Hafâ, II, 189) buyrulmuştur. 1
Cenâb-ı Hak, insana vücudu ve ona gerekli olan şeyleri bir nimet olarak vermiştir. İnsan bu nimetlerin gerçek sahibi değildir. Çünkü vücut ve onu devam ettiren nimetler Allah’ın mülküdür. Madem mülkün sahibi Allah’tır, insan onları keyfine göre kullanamaz.
İktisadın Ahlakla İlgili Bazı Sonuçları
“Yiyiniz, içiniz; fakat israf etmeyiniz” (A’raf 31) âyeti, “iktisada kat’i emir ve israfı açıkça yasaklamaktadır. Bu, insanlık için çok büyük bir derstir. Çünkü iktisat, hikmete uygun, israf ise da hikmete zıt bir ahlâkî davranıştır.
Hücrelerin yaratılışı, kandaki alyuvarlar ve akyuvarların hareketi, insan bedenindeki cihazların uygunluğu, denizlerdeki canlıların dengesi, dünyadaki su nispetinin mükemmel hali, canlıların baharda ve yazda yaratılıp sonbahar ve kışla birlikte ortalıktan kaybolması gibi sayısız faaliyette insan aklı hiçbir israf ve başıboşluk görememektedir. Bu da her yerde ve her şeyde Allah’ın Hakîm isminin tecelli etmekte olduğunu gösterir.
Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Her şeyi Biz belirli bir miktar ile indiririz. (Hicr Sûresi: 21) âyeti yaratılışta ölçü bulunduğunu gösterir. İnsan da yeme-içme ve diğer ihtiyaçlarında bu kaideyi izlemelidir.
İktisatsızlık ve israf, insana sadece maddî zarar vermekle kalmıyor, insanın ahlâkına da tesir ediyor. Buna mukabil iktisat ise insanda yüce ahlaki sıfatları yerleştiriyor. İktisatlı yaşamak insanın kulluk bilinciyle ilişkilidir. İktisat Risalesi’nden mealen alınan ifadelere göre, Bediüzzaman iktisadın kulluk şuuru, düzenli yaşama ve insanlar arası ilişkilere dair sonuçlarından bir kısmına dikkat çekmektedir. Bunları şöyle tesbit edebiliriz:
İktisat Nimete ve Onu Verene Hürmettir
İktisat Allah’ın nimetlerine karşı manevî bir şükürdür ve bu nimetlere gösterilen bir hürmettir. Nimete hürmet ve şükür ise en önemli ahlâkî bir vazifedir.
“Şükür” sözlükte; semizlemek ve gelişmek anlamlarına gelir. Hayvanların yedikleri gıdanın etkisinin bedenlerinde apaçık ortaya çıkması Arapça’da bu kelime ile ifade edilir. Din dilindeki “şükür”, ise, Allah’ın ni’metinin etkisinin kulun dilinde “itiraf ve övgü”; kalbinde “şahitlik ve sevgi”, organlarında da “itaat etme ve boyun eğme” olarak ortaya çıkmasıdır. 2
Nimete hürmetin bazı şartları vardır.
Yemekten önce elleri yıkamak, yemeği sofrada oturarak yemek, otururken dizler üzerine oturmak ya da ayaklardan birisini karnına doğru çekmek. Hz. Peygamber de (asm) çoğu zaman dizleri üzerine çökerek, yer ve şöyle derdi: “Ben yaslanarak yemem. Çünkü ben kulum. Kölelerin yiyişi gibi yer ve kölenin oturuşu gibi de otururum’. Yemekten karnı tıka basa doymadan kalkmak. Gıdaları ibadetlerini yerine getirmek niyeti ile yemek. Yedikleriyle güçlenmeye ve Allah’a ibadet etmeye niyet etmelidir ki, yemekle de Allah’a itâat etmiş olsun. Yemeği sadece lezzet alma ve zevklenme gayesiyle yememelidir. Çünkü tıka basa karın doyurmak şehvetlerin uyanmasına sebeptir. Bunlar nimetlere hürmetin bir kısmıdır. Helâl ve temiz gıda ile beslenmek ise farzdır.
Hz. Peygamber (asm) şöyle demiştir: “Hiçbir insan, karnından daha şerli bir kabı doldurmuş değildir. Âdemoğluna, belinin düzeltilmesine yardımcı olabilecek kadar yemek yeter. Eğer bu kadarcıkla iktifa etmezse karnını üçe taksim etmelidir. Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefes almaya ayırmalıdır.
Enes bin Malik’ten gelen bir rivayette ise “yemekle ilgili çıkarılan bidatların en büyüğünün doyasıya yemek olduğu” ifade edilmiştir.3
İktisat Onurlu Bir Hayatın Temel Şartlarındandır
İktisat insanda olumlu bir kişilik özelliğidir. En önemli sonucu da vakar, onur ya da izzet sahibi olmaktır. İktisadın kazandırdığı yüce niteliklerden birisi olan vakar, ağırbaşlılık demektir ki, bu nitelik, hafifliğin ve şahsiyetsizliğin zıddıdır. Vakarlı olma Kur’ân’da övülen bir özelliktir. “Allah’ın has kulları onlardır ki; yeryüzünde sükûnetle ve vakarla yürürler” (Furkan, 63) Bu haslet korunur ve yaşanırsa kişinin vazifesinde yükselmesini, şeref ve haysiyetinin korunmasını ve nüfuzunun yerinde olmasını sağlar.
Peygamberimiz de (asm) bir hadisinde, “Olumlu tutum ve davranış göstererek ölçülü olmak, peygamberliğin yirmi beşte biridir” buyurmuştur. Bununla vakarın, peygamberlerde bulunan güzel hasletlerden biri olduğu ifade edilmek istenmiştir. Yirmi beş sayısı, çokluktan kinayedir. Peygamberlerde birçok güzel sıfatlar vardır. Vakar da bunlardan biridir. Mü’min bunu benimsemelidir. İşte hadis bunun lüzumuna işaret etmektedir. 4
Vakar kişinin şerefini koruyan önemli bir haslettir. Bir başka hadiste, yine, “Kanaat eden yücelir, tama’ gösteren aşağılanır” buyrulmuştur.
İnsanlar şeref ve izzetleri ile kıymetlidir. Çünkü iktisatsız adam, borçlanmak durumunda kalır ve bu da manen bir dilencilik gibi, kişinin şeref ve onurunu rencide eder.
Kötü hasletler, batıl itikatlar gibi günahtır, manevi birer kirdirler.
Bediüzzaman iktisadın izzet sebebi olduğuna, kendi hayatından dikkate değer örnekler verir. Burdur’a sürgün gönderildiğinde onunla birlikte sürülen bazı zengin zatlar, sıkıntı çekmemesi için ısrarla, ona, zekâtlarını vermeyi teklif ederler. Bediüzzaman bu kişilere, “Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” diye karşılık verir. O zenginlerden bir kısmı iktisatsızlık yüzünden borçlanmak durumunda kalırken, Bediüzzaman yanındaki az para ile 7 sene iktisat ve bereketle idare eder. Hayattaki en önemli prensibi olan “nastan istiğna”yı bozmayarak insanlara yüz suyu dökmekten kurtulur.
İsrafa harcanan para ile kimi insanlar, haysiyetini, namusunu rüşvet olarak vermekte ve dinini bile satabilmektedir. İsrafa giden para, aslında kaybettirdikleri dikkate alınırsa, çok pahalıya mal olmaktadır! Çünkü bazı fantezi ve israfları yapan insanlar bunun için meşrû olmayan kazanç yollarına tevessül etmekte ve haram helal demeden sürekli kazanmayı ve bu parayı ihtiyaç olmayan şeylere harcamayı yaşantı tarzı haline getirmektedirler.
Hayatı devam ettirecek rızkı helâl dairesinde kazanmak mümkündür. Hayatı sürdürecek kadar rızık Allah’ın taahhüdü altındadır. “Şüphesiz rızık veren mutlak kudret sahibi olan Allah’tır”. (Zariyat, 58) ve “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın” (Hud, 6) âyetleri, canlıların ummadığı bir şekilde rızkını vermenin Allah’ın uhdesinde olduğunu bildiriyor.
İktisat, şerefli ve onurlu bir hayat hazırlarken; israf, sefalet ve zilletin kapısını açmaktadır. Rızk için haysiyetini çiğneyenler Allah’ın uhdesinde olan fıtrî rızkın değil, “gelenek ve görenek belası ile tiryakilikle terk edemediği” şeyler uğruna sıkıntıya girmektedir. Tiryakilik zoru ile elde edilmeye uğraşılan bu tür rızk için insanlar, bazen alçak insanların ayaklarını öpmek zorunda kalıyorlar. Bu da iktisatsızlık yüzünden olmaktadır. Demek ki iktisat ve kanaat kişinin ahlâkî onurunu, haysiyetini, dinî ve dünyevî şerefini koruyan bir zırhtır.
Bediüzzaman’ın şu cümlesi bu açıdan çok manidardır:
“İktisat etmeyen zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir.”
İktisadın izzet ve şeref vesilesi olduğunun bir örneği de cömertlikte dünyaca meşhur Hatem-i Taidir. Hatem misafirlerine hem ziyafet verir hem de hediyeler dağıtırmış. Böyle bir ziyafet verdiği esnada çölde dolaşırken, ihtiyar, fakir, sırtındaki dikenli çalı yükü cesedine batmış ve kanatır vaziyette bir adam görür.
Hatem ona der ki,
“Hâtem-i Tâî, ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın.”
O iktisatlı ihtiyar demiş ki: “Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.”
Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: “Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi gördün?”
Demiş: “İşte o sahrâda rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.”
İktisatı terk edip hırsa yönelmenin bir sebebi insanın Allah’ın unutup sebeplere çok fazla kıymete vermesidir. Oysa esbap ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve hakarete sebep olur. Meselâ, köpek sadakati ile meşhurdur. Küçük bir iyilik karşılığında köpeğin sahibine ne kadar yaltaklandığı ve kuyruk salladığını görürüz. Bu sıfatı ile ona mübarek bir hayvan nazarı ile bakılması gerekirken durum bunun tam tersidir. İnsanlar onu pis kabul etmiştir. Tavuk ve inek gibi hayvanlar ise insanlardan aldıkları nimetlere karşı insanlara bir şükran hissi taşımadıkları halde, insanlar onları mübarek saymıştır. Bunun sebebi köpekteki hırs hastalığıdır. Köpek hırsla zahiri sebeplere öyle önem verir ki, hakikî nimet verici Allah’tan gaflet gösterir. “Vasıtayı müessir bilerek, hakikî sebep olan Allah’a gösterdiği gafletin cezası olarak” insanlar tarafından necis sayılmıştır. Ta ki temizlensin. Çünkü hükümler hadler, günahları affeder. Köpek insanlar arasında, tahkir darbesini gafletine binaen yemiştir!
Öteki hayvanlar ise, sebeplere ve vasıtalara o kadar kıymet vermiyorlar. Meselâ, kedi seni sever, tazarru eder-senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda tanışma yokmuş gibi davranır. Fakat onların, Mün’im-i Hakikîye şükran hisleri vardır. Çünkü, fıtratları Sânii bilir ve hâl dilleriyle şuur olsun olmasın, ibadetlerini yaparlar. Evet, kedinin mırmırları “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm”dir. 5
Dipnotlar:
1- Ş. İ. Ansiklopedisi, İktisat md.
2- Kalkan, Ahmet, Kavram Tefsiri, Şükür md.
3- Gazali, İhya, c. 2 Yemek dosyası, Hadisler: Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, (Mikdad b. Madî Kerib’den)
4- Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/605. K. Sitte hz.: 4776.
5- Nursî, Mesnevî-i Nuriye, 62.