"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Demokrasi, farklılıkların farkında olmaktır -1-

16 Ağustos 2019, Cuma 00:02
Maç oynanırken, tam penaltı atılacak, penaltı kaidesini değiştirdim, yeni bir kural koydum diyebiliyor, kendine göre. Oysa kişinin keyfine, arzusuna, isteğine mahsus bir şey olamaz. İşte meşrûtiyet bunu ortadan kaldırmaya yönelik bir hareketti.

(Anayasa Mahkemesi Emekli Üyesi ve Turgut Özal Ü. Hukuk Fak. Eski Dekanı Prof. Dr. Sacit Adalı ile yapılan mülâkat notları)

- Meşrûtiyet, hak, hürriyet, istibdat ve eğitim kavramlarının demokratikleşme hamleleri ve kültürü açısından önemi nedir?

Meşrûtiyet’ten evvelki rejim, Osmanlı dönemi ve tüm dünya için söylüyorum, aslında mutlâkiyet, istibdat idaresi, tek kişinin idaresidir. Kral ya da padişah, kişinin ağzından çıkanın kanun olması söz konusuydu. Bu asırlarca böyle yürüdü ve meşhur da oldu. Bu tür yönetimler yürüdüğüne ve kabul de gördüğüne göre, şiddete başvuracak kadar zorlamanın olması da mümkündü. O zamanlar, çoğu zaman ve çoğu yerde, bir kişinin idaresi makul ve meşrû görülen bir şeydi. O, insanüstü bir varlıktır. Tek kişinin idaresi, ya idare edenin karizmasından gelir yahut da güçten gelirdi. Tek kişilik idare, sert bir güç uygulamasından yahut da uhrevî bir kudrete dayanmasından da kaynaklanırdı. O kişi, yüce Yaradanın dünyadaki temsilcisi olarak kabul edilmişse ona mutlak uyulurdu.

Asırlardan sonra böyle bir istibdat idaresi artık modasını kaybetti. Böyle bir idare şeklinin çok zararı olduğu görüldü. O tür idarelerde kanun var gibi görünüyor; fakat kanunu tek başına gene o kişi, istediği şekilde değiştiriyor. 

Şunun gibi: Maç oynanırken, tam penaltı atılacak, penaltı kaidesini değiştirdim, yeni bir kural koydum diyebiliyor, kendine göre. Oysa kişinin keyfine, arzusuna, isteğine mahsus bir şey olamaz. İşte meşrûtiyet bunu ortadan kaldırmaya yönelik bir hareketti.

- Meşrûtiyet’in yerine ikame edilen Cumhuriyet projesi ‘millet egemenliği’ düşüncesine dayanıyordu. Fakat Cumhuriyet’in uygulamalarında yönetimin Padişahtan alınıp yine seçkin bir zümreye verildiğini görüyoruz. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?

Cumhuriyet getirildi, şimdi de tartışılıyor. O günlerde olduğu gibi, tenkit edilecek pek çok olay da olmadı değil. Meselâ Dersim İsyanının bastırılması hadisesi... İstiklâl Mahkemeleri’nin önce idam edip sonra karar çıkartması gibi... Bir mahkeme, tabiî hâkim kuralına uymak zorundadır. Bir olay olduktan sonra, sırf onun için bir mahkeme kurulmaz. Bu özel bir mahkemedir ve asla caiz değildir. Olmaması gerekir. Bir mahkeme daha önceden kurulmuş olacaktır ve onun görev yetkisine düşen olaylar, orada yargılanacaktır. Aynı şekilde 1960’taki Yüce Divan da istisnaî bir mahkemedir, “tabiî hâkim” ilkesine aykırıdır. Onun verdiği kararlar geçerli değildir. Yürekler acısı bir iştir. Bu tabi tartışılıyor. Biz istibdat istemiyorduk.

Meşrûtiyet, istibdatla cumhuriyet arasında, hatta demokrasi arasında bir geçiş, köprü vazifesi gören bir kavramdır. Meşrûluğun kaynağı aranıyor. İstibdatta sorgu sual etmeden kabul vardır. Meşrûtiyet’te idarenin, iktidarın sorgusunu yapıyorum, “bunun kaynağı nerden geliyor? Gerçekten meşrû mu?” diye sorguluyorum. Ve meşrû olması da artık eskisi gibi kişinin karizmasına, kuvvetli olmasına veya uhrevî kaynaktan gelişine dayanmıyor. Milletin bizatihi kendisinden aldığı yetkiyi mi kullanmak üzere bizim başımızda bulunuyor bu idare? O kişiyi veya kişileri, bakanlar kurulunu veya yetkilileri, o millet kendi içinden seçerek mi çıkarttı? O zaman meşrû, o zaman meşrûtiyetin geçerli olduğu kabul edilebilir. Cumhuriyet ne? Cumhuriyet’te yine halkın kendi arasından çıkardığı kişilerin idaresi söz konusudur. Temsili bir demokrasi... Fakat o yetmiyor, demokrasi olabilmesi için dışardan kuralların konulması lâzım.

Bir Büyük Millet Meclisi, normal prosedürü içinde, iç tüzüğünün veya anayasanın gösterdiği usûllere göre keyfi olmadan, o usûllere mutlaka uymak kaydı ile işlem yapmalıdır. Anayasa Mahkemesi sadece kanunların değil, meclis iç tüzüğünün de anayasa aykırılığını denetler. Sadece kanunları değil, niye? Kanunun yapılma usûlü de anayasa tarafından yapılan sisteme uygun olmalıdır. Meşrûtiyet, demokratik cumhuriyete geçişin bir köprüsü idi. 

Soru soruluyordu: “Bu işin, senin gücünün kaynağı nedir?” sorusunu sorma sistemiydi. Meşrûtiyet, iktidarın kaynağının ne olduğu sorusunu sorma gücüne sahip olmaktır.

* Bediüzzaman meşrûtiyeti şöyle tanımlıyor, aynı tanımlamayı cumhuriyet için de yapıyor: “Meşrûtiyet ki adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.” Bu bağlamda, bugünkü cumhuriyet bu tanımlamanın neresindedir?

Katılmamak mümkün değil bu tarife. 

Elbette ki, belki buna bir boyut daha eklemek mümkündür: Düne kadar istibdat idaresinde, “senin gücünün kaynağı ne?” sorusu sorulamazdı. İstesen bile soramazdın. Meşrûtî sistemde, bana senin kaynağını göster, diye sorulma cesareti ortaya çıkıyor. Meşrûtî sistemde herkes aynı güce sahip, ama seçilmiş olanlar geliyor ve herkesi temsil ediyor.

- Hürriyet, meşrûtiyet, demokrasi vb. kavramlar 150 yıldır ülkemizde tartışılmaktadır; fakat yine de istenilen düzeyde demokratik bir anayasaya kavuşmuş değiliz. Demokrasimizin arzu edilen düzeye ulaşamamasının temel sebepleri nelerdir?

Cumhuriyetin ana vasfı, biz sanıyoruz ki, seçimlerdir. Tek partili dönemde de seçimler vardır; ama belli kişiler seçilmektedir. Şu ilden ben listeye koydum, kesin seçiliyorsun. Mehmet Âkif, Burdur milletvekiliydi; ama Burdurlu değildi. Yahya Kemal, Urfa milletvekiliydi, hayatında Urfa’ya uğramamıştır. Örnekleri çoğaltabiliriz. Bir güç seçtiriyor. Bugün Azerbaycan’da da seçim var. 125 kişilik parlamentoyu kimin tesbit ettiğini hepimiz biliyoruz; ama seçim var ve kimin nereden seçileceği belli. Böyle bir oyun oynanmaz. Hatta bizim eski dönemlerimizde, 1946 seçimlerinde açık oy, gizli tasnif sistemi vardı. Adı seçim… Tasavvur edebiliyor musunuz? Benim kime oy verdiğimi görüyorsunuz; ama saati gelip sandık kapandıktan sonra ve sayım başladıktan sonra gizli odalarda 3 kişi oyları sayıyor. Kime verilmiş olduğunu sen bilemiyorsun, onlar söylüyor size. Böyle bir seçim olur mu? 

Cumhuriyet bu ince eleme, sık dokumayı yapmadı. “Seçimse seçim, bak seçimi yapıyoruz” dedi. Demokrasi onun kuralını getirdi. Sadece seçim değil, evet seçim olacak; genel, eşit ve hiç kimseyi ayırmadan, herkesin işin içine katıldığı bir seçim olacak. Bunun engeli yok, kim varsa Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, herkes seçime iştirak ediyor. Fakat gizli oy, açık tasnif. Bunun aksi demokrasi adına kabul edilemez. Demokrasi kurallar rejimidir, hukuk devletidir. Demokrasinin cumhuriyetten farkı, hukuk devleti anlayışını pekiştirmesidir. Cumhuriyette hukuk devleti anlayışı çok zayıftır. İstediğiniz zaman, siz meclis olarak istediğiniz kanunu, usûlünü de değiştirerek kabul edebilirsiniz. Bunun adı kanun devletidir. Hukuk devleti değildir. 

Şöyle bir örnek verebiliriz: Bugün ben ticaret adamıyım ve oğlumun dışardan mal ithali yapabilmesi için kanun çıkartıyorum. Eti bedavaya getirebilir, diye kanun çıkarttım, o eti getirttirdi, ihtiyaç kalmadı, kanunu yürürlükten kaldırttım, bu olmaz.

* Kanun devleti ile hukuk devleti arasındaki temel fark nedir?

Kanun devletinde keyfe göre ve usûlüne uymadan da kanun yapılabilir. Adı kanundur; fakat bunun usûlü şaibelidir. Hukuk devletine bağlı demokraside çok önceden yazılmış kanunlar mu’cibince işlem yapılır. Neyin suç olacağını kanun belirtir. Ve o suça ne ceza vereceğini de daha önceden belirtir. Demokrasi, hukuk devletini perçinlemiş demektir. Cumhuriyette kanun vardır, fakat kurallar yoktur. Adı kanun, ama onu istediğiniz gibi evirip çevirebilirsiniz. Kaynağına, usûlüne uymak şartıyla gerçekleştiriyorsanız ve önceden koymuşsanız, siz hukuk devletisiniz. Biraz evvel verdiğim misalde, maç oynanıyor, tam gol atacakken, ben ofsayt kuralını değiştiriyorum. Olmaz. Dereyi geçerken at değiştirilmez. Önceden her şey hazırlanmış olacak. Son zamanda anayasa değişikliği yapıldı. Anayasa değişikliği seçimlerle ilgili yapıldığı zaman o kural bir sonraki seçimlerde uygulanır. Şimdi seçime 6 ay var diyelim. Farzı muhal, kanun iktidar olarak aleyhime idi. Bir zamanlar hazırlanmış. Şimdi anayasaya uygun olan, ama aslında benim partimin kazanmasına uygun bir kanun çıkartıyorum. Bu usûlüne de uygun, ama hukuk devletine uygun değil.

(Sacit Adalı ile 2011’de yapılan mülakatın küçük redakteler yapılmış metnidir.) Köprü dergisi., Güz 2011,sayı 116

Okunma Sayısı: 7043
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı