Gerek Asr-ı Saadet’te olsun, gerekse Selçuklu ve Osmanlı Devletinde olsun bütün canlıları kapsayan hizmet alanında sadaka kültürü geliştirilmiş ve kurumlaştırılmıştır. Önce, sadaka vermenin faziletinden bahsetmekte fayda vardır.
Bu hususta Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurur: “Sadakayı çabuk verin! Çünkü belâ onu aşıp geçemez.” 1 Bir başka hadiste de şöyle ifade edilmiştir: “Hz. Peygamber’e (asm) zekât hakkında soruldu. Hz. Peygamber: ‘Malda zekâttan başka da hak vardır’ buyurdu, sonra ‘Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğu ve batıya çevirmeniz değildir. Asıl iyilik; yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcamaktır.”2 Yine bir başka hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Sadaka veren kimsenin sadakası kabirlerin sıcaklığını söndürür. Kişi Kıyamet gününde verdiği sadakanın gölgesinde olacaktır.” 3
Sadaka dendiği zaman sadece Ramazan ayında verilen fitre akla gelir. Halbuki bu konudaki âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri incelediğimiz zamanda çok farklı alanlara yayıldığını görürüz. Bediüzzaman, Sözler adlı eserinde sadakanın sadece mal ile olmadığını, ilimle, söz ve nasihatle de olabileceğini şöyle ifade eder: “Sadaka nasıl mal ile olur; ilim ile dahi olur, kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor.” 4 Bu yazımda sadaka kültürünün boyutlarından bahsetmek istiyorum.
Sadaka-i fıtır her Müslümana farz bir ibadettir. Fakat biz burada sadece sadaka-i fıtrın farziyetine işaret ettikten sonra sadaka sayılabilecek İslâmın sosyal hayattaki diğer yönlerine ve çeşitlerine temas etmek istiyoruz.
FİTRE-FITIR SADAKASI
Fıtır sadakası, oruç tutan Müslümanın, oruçluya yakışmayan davranışlarla zedelenen ibadetinin eksikliklerini tamamlar, aynı zamanda yoksulların bayram sevincine katılmalarını sağlar.
İbn-i Ömer (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (asm); “Sadaka-i fıtrı Müslümanlardan büyük küçük, kadın-erkek, her bir hür ve köle üzerine bir sa’ (yani 2.75 litre) hurma veya bir sa’ arpa olarak farz kıldı.” 5
Aslında buradaki farziyet diğer hadislerle birlikte değerlendirildiği zaman “vacib bir ibadet” olarak algılanmalıdır.
Amr İbn-i Şuayb, (r.a.) tarîkiyle: “Resûlullah (asm), Mekke caddelerinde tellâl çıkararak şöyle ilân ettirdi:
‘Duyduk duymadık demeyin! Sadaka-i fıtr her Müslümana, erkek kadın, hür köle, küçük büyük olsun vâcibdir. Bu, ya iki müd (1.2 sâ’) buğday veya onun dışında bir sa’ (yani 2.75 litre) yiyecektir.” 6
Sahabeden Kays İbn-i Sa’d İbn-i Ubâde anlatıyor: “Resûlullah (asm), zekât emri gelmezden önce, bize sadaka-i fıtr’ı emretmişti. Zekât farz kılınınca, fıtır sadakasını ne emretti, ne de nehyetti. Biz onu yerine getirmeye devam ettik.” 7
Buraya kadarki bölümde Ramazan ayında verilen vacip olan fitreden veya sadaka-i fıtırdan bahsettik. Bu İslâmî terminolojideki sadakadır. Fakat bunun dışında sadaka olarak değerlendirilen bir takım davranışlar vardır ki; onlar da sadaka sevabını kazandıran hareketlerdir. İmam-ı Tirmizî’nin Sünen’inde rivayet edilen şu hadis-i şerif sadaka kültürünün boyutunu ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur: “Kardeşine karşı izhar edeceğin tebessümün bir sadakadır. Emr-i bi’l-mâ’rûfun [iyiliği emretmen] ve nehy-i ani’l-münkerin [kötülükten sakındırman] sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu gösterivermen sadakadır; gözü sakat kimse için görüvermen sadakadır; yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp atman sadakadır; kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır.” 8
Hadis-i şerifte belirtilen hususlar başka hadislerle detaylarıyla birlikte belirtilmiştir.
TEBESSÜM
Gülmek veya tebessüm etmek derken Allah’ın sevdiği gülme kastedilmiştir. Bu da bir Müslümanın şiarıdır. İmanının gereğidir. Çünkü Hasan-ı Basrî’den gelen bir rivayette iki çeşit gülme olduğu anlatılmıştır: “İki çeşit gülme vardır. Bir gülme vardır ki, Allah sever. Bir gülme vardır ki, Allah ona gazap eder. Allah’ın sevdiği gülme şudur: Kişi görmeyi arzu ettiği bir din kardeşiyle ansızın karşılaşır ve sevincinden güler. Allah’ın gazap ettiği gülme ise; kişi, incitici, kaba ve boş bir sözü hem gülmek, hem de başkalarını güldürmek için söyler. Bu yüzden yetmiş sene Cehennem uçurumundan aşağı yuvarlanır.” 9
İslâm toplumunu diğer toplumlardan ayıran en bariz vasıf, Müslümanların diğer insanlara karşı tebessümle bakabilmesidir. Asr-ı Saadet toplumunu bulunduğu coğrafyada kısa zamanda mükemmel bir toplum hâline getiren olay, karşılaştıkları insanlarla musafaha ederek Asr Sûresini okuyarak ayrılmalarıdır. Birbirlerine karşı hakkı ve sabrı tavsiye etmeleridir. Bu da ancak tebessümle yapılabilecek bir davranıştır. Bu davranış bir başka açıdan insana sadaka sevabını kazandırma davranışıdır. Çünkü Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurur: “Güler yüzle insanlara selâm vermen sadakadır.” 10
AİLE EFRADINA YARDIM VE İYİLİK
Toplum hayatındaki huzur ve güven, ailedeki huzur ve güvenden gelir. Yani bir başka ifade ile ailedeki huzur, toplumun huzuru demektir. Ailedeki huzur ve güven de, aile içindeki fertlerin dayanışmasından meydana gelir. Bunun için ailenin reisi kendisi ne yaparsa, aile fertleri için de onu düşünmek mecburiyetindedir. Bu hususta Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurur: “Kendine yedirdiğin senin için bir sadakadır, hanımına yedirdiğin de bir sadakadır, çocuğuna yedirdiğin de senin için bir sadakadır. Hizmetçine yedirdiğin de senin için bir sadakadır.”11
Ebu Musa (ra) anlatıyor: “Resûlullah (asm): ‘Her Müslümanın sadaka vermesi gerekir’ buyurdu. Kendisine: ‘Ya bulamayan olursa?’ diye soruldu. ‘Eliyle çalışır, hem şahsı için harcar, hem de tasadduk eder’ cevabını verdi.
‘Ya çalışacak gücü yoksa?’ diye soruldu ‘Bu durumda, sıkışmış bir ihtiyaç sahibine yardım eder’ dedi. ‘Buna da gücü yetmezse?’ dendi. ‘Ma’rufu [iyiliği] veya hayrı emreder’ dedi. ‘Bunu da yapmazsa?’ diye tekrar sorulunca: ‘Kendini başkasına kötülük yapmaktan alıkoyar. Zîra bu da bir sadakadır’”12 buyurdu.
Sadaka sadece Müslümanın verdiği veya yaptığı iyilik olmadığı, gayr-i Müslimlerce yapılan yardımların da sadaka hükmünde olduğu şu hadiste belirtilmiştir: “Müslüman olsun, kâfir olsun, herhangi bir kimse bir iyilikte bulunursa mutlaka karşılığını görür.”
Dedik ki:
“Ey Allah’ın Resûlü! Müslümanı anladık, ama kâfirin karşılığı ne olacak?”
“O, bir sadaka verirse, bir akraba ziyaretinde bulunursa Allah ona dünyada hem mal, hem de evlât verir. Âhirette vereceği azap da, asıl azaptan aşağı olur” buyurdu ve daha sonra şu âyeti okudu: “Firavun ailesini, azabın şiddetlisine sokun!” (Ğafir Sûresi: 46)13
Yine Buhârî ve Müslim’in, Ebû Hüreyre’den (ra) kaydettiklerine göre, Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur: “Güneşin doğduğu her yeni günde kişiye, her bir mafsalı için bir sadaka vermesi gerekir. İki kişi arasında adalet yapman bir sadakadır. Kişiye hayvanını yüklerken yardım etmen bir sadakadır. Güzel söz sadakadır, namaza gitmek üzere attığın her adım sadakadır. Yoldan rahatsız edici bir şeyi kaldırıp atman sadakadır.” 14
SUYU SADAKA ETMENİN FAZİLETİ
Hz. Enes (ra) anlatıyor:
Resûlullah (asm) buyurdular ki: “Kıyamet günü insanlar saf saf olurlar.—İbnu Nümeyr dedi ki: ‘Cennet ehli saf saf olurlar’—Derken cehennem ehlinden bir kişi cennet ehlinden birine uğrar ve: ‘Ey fülan! Hatırladın mı, sen su istemiştin de, ben sana bir içimlik su vermiştim?’ der, (ve bu suretle şefaat diler.)
Resulullah (asm) buyurdu ki: “Adam, o kimseye şefaat eder. (Cehennemlik olan bir başka) adam, cennetlik olan bir başkasının yanından geçer ve ona: ‘Sana abdest suyu verdiğimi hatırlıyor musun?’ der (şefaat ister. O da hatırlar) ve ona şefaat eder.”
İbnu Nümeyr (rivayetinde biraz farkla) şöyle der: “Ve cehennemlik olanlardan biri cennetlik olanlardan birine: ‘Ey falan! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlıyor musun? Ben o gün senin için gitmiştim. (Bu sözüyle şefaatini ister. Cennetlik olan) kimse de ona şefaat eder.’
Sa’d İbn-i Ubâde (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü dedim, annem vefat etti, (onun adına) yapacağım sadakanın hangisi efdaldir?”
“Su!” buyurdular. Bu cevap üzerine Sa’d bir kuyu kazdı ve “Bu kuyu, Sa’d’ın annesi için” dedi.”15
Resulullah’ın (asm) “su”yu en efdal sadaka olarak tavsifi iki sebebe bağlanmıştır:
1- Su, o devirde Medine’de azdır ve bu sebeple kıymetlidir.
2- İnsanların yaşayabilmek için en çok muhtaç oldukları şeylerden biri sudur. Gerek dinî ve gerekse dünyevî hususlarda su en başta gelen temel ihtiyaçlar arasında yer alır. Öyle ise onun kıymeti, Medine gibi sıcak bir beldede daha da artacaktır.
Resûlullah: “Evet, hararetli her ciğer sahibini sulamakta bir sevap vardır” buyurdular.
Bir başka hadiste de şöyle buyrulmuştur: “En üstün sadaka su içirmektir.”16
Bir başka hadiste de: “En üstün sadaka aç bir canlıyı doyurmandır”17 buyrulmuştur.
YOLDAKİ RAHATSIZ EDİCİ ŞEYLERİ
TEMİZLEMEYE DAİR
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber (asm) buyurdu ki: “Bir adam yolda yürürken, yol üzerinde bir diken dalına rastladı. Onu alıp dışarı attı. Cenâb-ı Hak bu davranışından memnun kalarak, ona mağfiret etti.”18
Yukarıdaki metin, Ebu Dâvud hariç beş kitabın beşinde aynen mevcuttur. Ebu Dâvud (az bir farklılıkla) şöyle kaydeder: “Hiçbir hayır yapmamış olan bir adam, yoldan bir diken dalını kaldırdı. Bu ya (yola uzanmış) bir ağaç dalıydı kesip attı ya da yola bırakılmış bir şeyi kaldırıp attı...” gerisi yukarıdaki gibi.
Müslim’de Ebu Zerr’den (ra) kaydedildiğine göre, Resûlullah (asm) buyurmuştur ki: “Bana ümmetimin, hayır ve şer, bütün amelleri arz edildi. İyi amelleri arasında, rahatsızlık veren bir şeyin yoldan atılması da vardı. Kötü amelleri arasında yere gömülmeden mescide bırakılmış tükrük de vardı.”19
Yine Müslim’de Ebu Berze (ra) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, bana faydalı olacak bir şey öğret” dedim de şu tavsiyede bulundu: “Müslümanların yolundan rahatsızlık veren şeyleri kaldır.”20
VEFAT ETTİKTEN SONRA DEVAM EDEN SADAKA
Ebu Katâde babasından naklediyor: Resulullah (asm), buyurdular ki: “Kişinin (öldükten sonra) geride bıraktıklarının en hayırlısı şu üç şeydir: ‘Kendisine dua eden salih bir evlât, ecri kendisine ulaşan bir sadaka-i cariye, kendinden sonra amel edilen bir ilim.’”
Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Resulullah (asm) buyurdular ki: ‘Mü’min kişiye, hayatta iken yaptığı amel ve iyiliklerden öldükten sonra ulaşanlar, öğretip neşrettiği bir ilim, geride bıraktığı salih bir evlâd, miras bıraktığı bir mushaf (kitap), inşa ettiği bir mescid, yolcular için yaptırdığı bir bina, akıttığı bir su, hayatta ve sağlıklı iken verdiği bir sadakadır. Ölümünden sonra kişiye işte bunlar ulaşır.” Bir başka hadis-i şerifte de öğrenilen ilmin bir başkasına öğretilmesi hususunda da şöyle buyrulmuştur:
Hz. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Resulullah (a.s.) buyurdular ki: “Sadakanın en üstünü, kişinin bir ilim öğrenip sonra da onu Müslüman kardeşine öğretmesidir.”21
KÖTÜLÜK DÜŞÜNEN AKRABAYA VERİLEN SADAKA
İslâm’da iki türlü akrabalık vardır. Bunlardan birisi miras akrabalığı, diğeri ise miras düşmeyen akrabalık. Her ikisi de sonuç itibariyle akraba olmaları dolayısıyla birbirleriyle iyi ilişkiler içinde olmak mecburiyetindeler. Şayet hasbelkader birbiriyle kırgın oldukları zaman bile olsa, eğer birisi ihtiyaç halinde ise ona yardım edilmesi ve sadaka verilmesi gibi bir durum varsa, bunlara sadaka verilmesi hususunda Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur: “En üstün sadaka, kötülük düşünen akrabaya verilendir.” 22
Bediüzzaman, Mektubat adlı eserinde Uhuvvet Risâlesi’nde mü’minlere karşı daima muhabbet beslenmesi gerektiğini şöyle ifade eder: “Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine adâvet et, ıslâhına çalış. O muzır nefsin hatırı için mü’minlere adâvet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır. Öyle de, adâvet hasleti, her şeyden evvel kendisi adâvete lâyıktır. Eğer hasmını mağlûp etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü, eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zâhiren mağlûp bile olsa, kalben kin bağlar, adâveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedâmet eder, sana dost olur. ‘Şeref ve izzetli birine iyilik edersen, onu elde edersin. Kötü birine iyilik edersen, o daha da azar’23 hükmünce mü’minin şe’ni, kerîm olmaktır. Senin ikramınla sana musahhar olur. Zâhiren leîm bile olsa, iman cihetinde kerîmdir. Evet, fena bir adama ‘İyisin, iyisin’ desen iyileşmesi ve iyi adama ‘Fenasın, fenasın’ desen fenalaşması çok vuku bulur. Öyleyse, ‘Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.’24 ‘Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz ki Allah da çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.’25 gibi desâtir-i kudsiye-i Kur’âniyeye kulak ver. Saadet ve selâmet ondadır.”26
KİŞİLERİN ARALARININ DÜZELTİLMESİ
Toplum hayatında insanlar arsındaki bağların güçlendirilmesinde en büyük faktörlerden birisi de yardımlaşmadır. Yardımlaşmanın minnetsiz olanı da sadakadır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur: “En üstün sadaka, iki kişinin arasını düzeltmektir.” 27
Bediüzzaman, Sözler adlı eserinde insanın kendisine maddî ve manevî yardımda bulunan insanlara karşı ilgi duyabileceğini ve muhabbet besleyeceğini şöyle ifade eder: “İnsan ise, ihsan edene perestiş eder.” 28 Yine Lem’alar adlı eserinde de şöyle ifade eder: “İnsanda ihsan edene karşı bir muhabbet vardır.” 29
LİSANIN DÜZELTİLMESİ
İnsanların meramını anlatmada en önemli uzuv dildir, yani lisanıdır. Dilin muhafaza edilmesi aynı zamanda bütün uzuvların muhafazası anlamına gelir. Çünkü Hz. Peygamber (asm) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: Ebu Saidi’l-Hudrî (ra), Resulullah’dan (asm) anlatıyor:
“Âdemoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: ‘Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan, biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!’ derler.”30
Hadis-i şerifin şerhinde Merhum İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Şerhi’nde şöyle bir açıklama yapmaktadır: “Hadis, bütün azaların iyilik ve kötülükte dile tâbi olduğunu ifade ediyor. Bazı şârihler bir diğer hadise atıf yaparak demiştir ki: “Eğer dersen ki: “Resulullah: ‘Vücudda bir et parçası var, eğer o düzelirse bedenin tamamı düzelir, eğer o bozulursa bedenin tamamı bozulur, bilesiniz o kalptir’ buyurmuştur. Bu hadisle arada bir zıtlık yok mu?” Biz de deriz ki: Arada zıtlık yoktur. Çünkü dil, kalbin tercümanıdır ve bedenin dışındaki halifesidir. Öyleyse iş dile nisbet edilmişse bu, mecaz yoluyla yapılan bir nisbettir.”
Dilin muhafaza edilmesinin de sadaka sevabını kazandırdığı da şu hadis-i şerifte şöyle ifade edilmiştir: “En üstün sadaka lisanı muhafazadır.” 31
İnsan vücudunun en önemli iki uzvu, yani birbirini tamamlayan dil ve kalb korunması gereken en önemli iki uzuvdur. Çünkü, bu iki uzuv iyi korunduğu takdirde Hz. Peygamber’in (asm) ifadesiyle bu cenneti garantileme davranışıdır. Bu hususta Hz. Peygamber (asm) şöyle ifade ediyor: Sehl İbnu Sa’d (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (a.s.) buyurdular ki: ‘Kim bana çeneleri ile bacakları arasındaki şeyler hususunda garanti verirse, ben de ona cennet hususunda garanti veririm.’” 32
Çeneleri arasındaki şeyden murad dil ve konuşmada işe yarayan diğer unsurlardır. Bacakları arasındakinden murad da tenasül uzvudur. Bunlar hakkında istenen garanti, onlarla günah işlemeyi terk garantisidir. Veya onların üzerine düşen hakkın edasıdır. Böyle olunca hadisin manası: “Kim diline terettüp eden vecibeleri yaparsa, yani konuşma, malayaniyatta sükût etme nevinden hakkı eda ederse; kezâ, fercini de helâlden faydalanma, haramdan sakınma gibi kendine terettüp eden hakkı yerine getirirse, ben de ona cenneti garanti ederim” demek olur. Böylece hadis, dünyada kişiye en büyük belânın dil ve fercinden geleceğini beyan etmiş olmakta, dikkatini bu organlara çekmektedir.
Cennetin garantilenmesi, öncelikle oraya girme garantisini, sonra da orada yüksek derecelere ulaşma garantisini ifade eder. Tirmizî’nin bir rivayetinde bu hadisin meâli bir başka üslûpla ifade edilmiştir: “Allah kimi, çeneleri ile bacakları arasındaki şeylerin şerrinden korumuş ise, o kimse cennete girdi demektir.”
Dipnotlar:1- Rudanî, Cemu’l-Fevaid, İz Yayıncılık, İstanbul-1996, c. 2, s. 27.
2- Rudanî, a.g.e. c. 2, s. 28.
3- Rudanî, a.g.e. c. 2, s. 32.
4- Nursî, Said; Sözler Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-1994, s. 335.
5- Buhârî, Zekât 70, 71, 73, 74, 76, 78; Müslim, Zekât 13, (984); Muvatta, Zekât 51, 53, 55, (1, 283); Tirmizî, Zekât, 35, (676); Ebû Dâvud, Zekât 19, (1611, 1612, 1613, 1614, 1615); Nesâî, Zekât 30, 31, 32, 33, 34, 41, (5, 47); İbnu Mâce Zekât 21, (1926).
6- Tirmizî, Zekât 35, (674).
7- Nesâî, Zekât 35, (5, 49); İbnu Mâce, Zekât 21, (1828).
8- Tirmizî, Birr 36, (1957).
9- Cami’us-Sağir Muhtasarı, c. 2. s. 541.
10- Cami’us-Sağir Muhtasarı, c. 3. s. 303.
11- Rudanî, a.g.e. c. 2, s. 26.
12- Buhârî, Zekât 30, Edeb 33; Müslim, Zekat 55, (1008).
13- Rudanî, a.g.e. c. 2, s. 33.
14- Buhârî, Cihâd 72, 128, Sulh 33; Müslim, Müsâfirîn 84, (720), Zekât 56, (1009).
15- Ebu Dâvud, Zekât 42, (1679, 1680, 1681); Nesâî, Vesâyâ 9, (6, 254, 255).
16- Nesei, Vesaya, 9, İ. Mace; Edeb, 8.
17- Feyzü’l-Kadir, c. 2, s. 47.
18- Buhârî, Mezâlim 28, Cemaat 32; Müslim, Birr 128, (1914), İmâret 163, (1914); Muvatta, Salatu’l-Cemaat 6, (1, 131); Tirmizî, Birr 38 (1958); Ebu Dâvud, Edeb 172, (5245).
19- Müslim, Mesâcid 58, (553).
20- Müslim, Birr 131, (2618).
21- İ. Mace, Mukaddime, 20.
22- Darimi, Zekat, 38.
23- (Bu beyit Mütenebbi’ye aittir. Bkz. el-Örfü’t-Tayyib fî Şerhi Dîvâni’t-Tayyib, s.387.)
24- Furkan Sûresi, 25: 72.
25- Teğabün Sûresi, 64: 14.
26- Nursî, Said; Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-1994, s. 259.
27- Feyzü’l-Kadir, c.2, s. 50.
28- Nursî, Said; Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-1994, s. 305.
29- Nursî, Said; Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-1994, s. 63.
30- Tirmizî, Zühd 61, (2409).
31- Feyzü’l-Kadir, c. 2, s. 50.
32- Buharî, Rikak 23, Hudud 19; Tirmizî, Zühd 61, (2410).
HALİL ELİTOK