"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İsm-i Kayyum ve ‘esir’ ilişkisi

Dr. BAHRİ TAYRAN
30 Ekim 2013, Çarşamba
Farz namazlar kılınırken “kamet” getirilir. “Kamet” Rabbimizin huzurunda ayakta durmaya kalkmak demektir. Aynı kelimeden el Kıyame ismi de türetilmiş olup bütün kâinatın ebedî âleme dönüşümünün gerçekleşmesinin adıdır. Allah’ın büyük Celâl tecelliyatını bütün kâinatı zıtlarından ayıracağı ebedî âleme geçişin büyük değişimi ve dönüşümü olduğu için kıyamet denmiştir. İsmi Kayyum’da “kâme” fiilinden türetilmiş bir ism-i İlâhidir.

Bediüzzaman Kayyum ismine büyük açıklamalar getirdiği 30. Lem’a da “şu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâli kayyumdur, yani bizatihi kaimdir, daimdir, bâkidir” diyerek ilk temel tanımı yapmış ve hemen tecelliyat alanına geçerek şu açıklamayı getirmiştir: “Bütün eşya O’nunla kaimdir, devam eder ve vücuda kalır, bekâ bulur. Eğer kâinattan bir dakikacık olsun o nispet-i kayyumiyet kesilse kâinat mahvolur.”
Bu tecelliyat alanında “bütün eşya O’nunla kaimdir, devam eder vücutta kalır ve bekâ bulur”un alanı elementleri temsil eden atomları, atomlardan oluşan moleküller, hücreler ve hücrelerin birbirine tutunmaları gibi küçük âlemi ifade etmektedir. İkincisi “kâinat” denilen güneş sistemimizden galaksilere ve onlarda yer alan yıldızlara kadar uzanır.
Kayyumiyet, varlıkları bir sistem dahilinde bir arada tutmak, onlara süreklilik kazandırmak demektir. Yukarıdaki alan tesbitlerine tekrar dönecek olursak ism-i kayyumun çeşitli varlıklardaki etkinliğini ifade edebiliriz.
Atomların çekirdeklerindeki proton ve nötronların birbirine bağlanmaları, elektronların çekirdek tarafından çekilmeleri, çeşitli elementlerin atomları arasındaki birleşmeler sayesinde yeni moleküllerin oluşması iki hidrojen atomuyla bir oksijenin birleşmesinden oluşan su gibi, hücreler birbirine tutunurlar ve böylece dokuları meydana getirirler. Bu genel kaidede her şey çok dikkat çekicidir. Ancak döllenmiş yumurta hücresinin anne rahminin iç cidar hücreleri tarafından kabul edilerek rahime tutunmaları gibi örnekleri de verebiliriz. Böylece el-Kayyum maddeyi ve varlıkları bir arada tutar, onlara süreklilik ve devamlılık kazandırır.
Güneş sistemi ve kâinata (evren, kozmos) baktığımızda ism-i kayyum, yıldızları bir arada tutarak onlara bir bütünlük, beraberlik ve süreklilik kazandırmaktadır. Bunun bilimsel karşılıklarından biri güneş ve gezegenleri arasındaki gravitasyon olarak bilinen “genel çekim kuvveti” ile bunu dengeleyen “merkezkaç kuvvetidir”. Bunlar aralarında tam bir denge halindedir. Güneşin çekim kuvvetine karşılık her gezegenin bu çekimden kendisini koruması için bulunduğu yörüngede güneşe en yakın olan Merkür’den en uzak olan Neptün’e doğru azalan farklı hızlarla dolanırlar. Saatteki hızları şöyledir: Merkür 172 bin 800 km, Venüs 126 bin km, Dünya 108 bin km, Mars 86 bin 700 km, Jüpiter 47 bin km, Satürn 35 bin km, Uranüs 24 bin 500 km, Neptün ise 19 bin 500 km’dir.
Dünyamızın etrafında dolanan ay ise ortalama 384 bin 300 km uzakta olup dünyamızın etrafında yaklaşık 28 günde dolanır. Dolanım hızı saatte ortalama 3 bin 679 km’dir. Ancak dünyamızla beraber güneşin etrafında da dolandığı için o da 108.000 km/saatlik hızla yoluna devam etmektedir.
Güneş sistemi ise bir bütün olarak Samanyolu galaksisinin merkezi etrafında 900 bin km hızla dolanmakta ve bir dolanımını 220 milyon senede tamamlamaktadır. Güneş sistemi böyle giderken Kur’ân’ın “zeyyenne’s sema e’d-dunya” olarak tanımlanan burçların da dahil olduğu 88 takım yıldızı güneş sistemiyle birlikte hareket etmektedir. Onun için Kuzey Kutup Yıldızının yeri hiç değişmez. Samanyolu Galaksisi ise 180 bin km hızla Andromeda galaksisine doğru hareket halindedir.

KUR’ÂN’DA KAYYUM
Şimdi zamanımız astronomisinin ortaya koyduğu bu güzel bilgileri ism-i Kayyum çerçevesinde değerlendirelim.
Kur’ân’da Allah biz insanlara sırr-ı Kayyumiyet çerçevesinde özetle şunları bildirmektedir:
-Semavat ve arzın anahtarları O’na aittir. (Zümer 39/63)
-O her an bir tasarruftadır. (Rahman 55/29)
-Allah dilediğini dilediği şekilde yaratır. (Rum 30/54)
-Her şeyin hüküm ve tasarrufu O’nun elindedir. (Yasin 36/83)
-Semavatı (gökleri) gördüğünüz gibi direksiz (ğayr-ı a’med) yükseltti (Ra’d Sûresi 13/2)
Kâinatta milyarlarla ifade edilen galaksiler ve yine her biri için 100 milyarla ifade edilen yıldızlarıyla bir bütünlük oluşturan kâinatta “direk kullanılmaksızın” hepsini birbirine bağlayan Allah, Kayyumdur. O “hiçbir şeye benzemeyen” (Şura /11) ve “Hayyel-Kayyum” (Bakara 2/255) ve “Ona ne uyuklama ve ne de uykunun gelmediği” (Bakara 2/255) bir zat-ı Kayyum-u Zulcelâldir.

İTME-ÇEKME VE ESİR
Bu günün astrofizikçilerinden şu cümlelere yer vereceğiz: “Kâinat, kütlesi sonlu olan ve “kütle-itim kuvvetini” ”kütle çekim kuvveti” ile dengeleyen hassas ayarlı bir sistemdir.” (I. Nickolson Evrenin Karanlık Yüzü, 129)
Ve yine aynı yazar “Yıldızlar birbirlerinden çok ufak miktarlarda uzaklaşsalar bile “kozmik itme” onları birbirinden “uçarcasına” ayırır. Şayet küçük bir miktar yaklaşırlarsa “kütle çekim” onları yine çok yüksek hızlar ile birbirine yaklaştırır.” (I. Nickolson Evrenin Karanlık Yüzü /131)
Kâinatta (Âlem, Evren, Uzay, Kozmos) büyük hızlarla hareket eden yıldız ve galaksiler arasında görülen hassas düzen, “çekici” ve “itici” kuvvetlerinden birinin baskın gelmesiyle yerini düzensizliğe bırakır. Görülen kâinatın boşluk olmadığına yer veren Bediüzzaman bunun “esir ile dolu” olduğunu söylemektedir:
“İsm-i Kayyumun cilvesiyle, küre-i arzdan bin defa büyük milyonlar küreler, yıldızlar, direksiz olarak, havadan daha lâtif olan “madde-i esiriye” içinde kısmen durdurulmuş, kısmen vazife için seyahat ettiriliyor.” (30. Lem’a, 6. Nükte, 5. Şuâ) ifadesiyle netleştirmektedir. Bugünün uzay bilimcileri “Esir” maddesini kullanmamakta ve “karanlık maddeden” bahsetmektedirler. Bu alan henüz tatmin edecek bilimsel bir açıklığa kavuşmuş değildir. Onun için burada Bediüzzaman’ın İslâm dini açısından “din bilimsel” açıklamalarına yer vereceğiz.
Esir maddesinin bilim dünyasınca kabulü için 19. Yüzyılın esirin altın çağı olduğu söylenir. 1881 yılından itibaren ise dikkate alınmadığı ve hatta “yıpranmış kavramlar çöplüğüne atıldığı” (Modern Fizik, c. 3, s. 1252) yazılır.
Bediüzzaman henüz 3 yaşındayken bilimsel alandan atılan “esir maddesini” niçin sahiplendiğini 36-37 yaşlarında yazdığı İşaratu’l-İ’caz adlı eserin son sayfalarında ilk defa yer verdiğini görüyoruz. Sonra 1934 yılında 56 yaşındayken yazdığı “12. Lem’a” da (Lemalar, sayfa 201-207) benzer şekilde tekrar yer vermiştir. Yine aynı yıl Eskişehir Hapishanesi’nde iken yazdığı 30. Lem’a adlı harika çalışmasında Hz. Ali’nin 6 ism-i azamı olan “el Kuddüs, el-Adl, el-Hakem, el-Ferd, el-Hayy ve el-Kayyum”a 60 sayfalık bir hacimde açıklamalar getirmiştir. Bu isimler arasında yer alan el-Kayyum açıklamasında esir maddesine 5 kere yer vermiştir. Peki neden? Nedenleri Kur’ân’dan ve Hz. Muhammed’in (asm) açıklamalarından kaynaklanmaktadır. Şimdi bu temel teşkil eden bilgi kaynaklarını yakından tanıyalım.

ARİSTO NE DEMİŞTİ?
1- Kur’ân’da “Fesevvahunne seb’a semavat” (Bakara 2/29) yani “semavatı (gökler) 7 kat olarak tesviye etti” (2/29) âyetindeki 7 kat semanın “esir maddesinden 7 kat semavatı halk edip tesviye ederek, gayet dakik (ince) acîb bir nizam ile tanzim etmiş ve yıldızları içine zer edip ekmiştir.” (12. Lem’a, Esir bölümü, s. 04) Demek ki Bediüzzaman’a göre esir maddesi önce yaratılmış, sonra ondan 7 kat sema tesviye edilmiş, ince ve hayret verici bir düzenle belirlemiş ve sonrada yıldızları ve galaksileri tarlaya tohum eker gibi veya denizde balıkları yaratır gibi yıldızları yaratmıştır.
2- Bediüzzaman’ın Yunan filozoflarından Aristo’ya dayanan ve onun isimlendirmesiyle “Aither” olan ve İslâm literatürüne “esîr” diye geçen “esir” maddesini benimsemesinin sebebi nedir sorusuna kendisinin verdiği cevap ise “ve kâne a’rşuhu a’lel mâi” (Hud 11/7) yani “O’nun (Allah’ın) arşı su üzerinde idi” âyetinin esir maddesine işaret ettiği tesbitini yapmasında görüyoruz ve “Cenâb-ı Hakk’ın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerindeymiş” der. Devam ederek “Esir maddesi yaratıldıktan sonra Sani’in ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esiri yarattıktan sonra cevahir-i ferde (elementlere) kalbetmiştir.  (İşarat’ul İ’caz, 398)” diyerek İslâm kozmolojisinde büyük açılımlara imkân vermiştir.
Bediüzzaman Cenâb-ı Hakk’ın el-Evvel ismiyle aynı konuyla bağlantı kurarak “O’nun arşı su üzerinde idi” (Hud 11/7) âyetinden “kevnin (kâinat) bidayetini (başlangıcını) içine alır” demektedir. (Mesnevî-i Nuriye, s. 170) Demek ki Kâinatın başlangıcına temel teşkil eden madde “su” ile ifade edilen “esir” maddesidir.
Şimdi İmam-ı Buhari’nin meşhur eseri olan Sahih-i Buhari’de yer alan konuyla ilgili hadisi inceleyelim. Yemen’den bir grup insan Resuli Ekrem’in yanına gelir ve “biz arzın yaratılışı ve arş hakkında bazı sorular sormaya gelmiştik” deyince Resuli Ekrem (asm) bu soruya şöyle cevap vermiştir:
“Allah vardı ve O’ndan başka hiçbir şey yoktu. O’nun arşı da su üzerindeydi. Allah Teâlâ zikirde (levh-i Mahfuz) olacak her şeyi yazdı. Semavatı (gökleri) ve arzı (Dünya) yarattı” (Fethu’l-Barı 59. Yaratılışın Başlangıcı 6.Cilt, s. 551-554, Hadis no 3191)
“Allah vardı ve O’ndan başka hiçbir şey yoktu” cümlesi yine aynı eserin “Tevhid” bölümünde ( /22) “Allah vardı ve O’ndan başka hiçbir şey yoktu” şeklinde nakledilmiştir. İmam Buhari’nin dışındaki hadis kitaplarında ise “Allah vardı ve O’ndan başka hiçbir şey yoktu” şeklinde geçmektedir. (Askalâni, Fethul Barı, 6. cilt /551-554 3191 nolu hadisin açıklanması)
Şimdi bu âyet ve hadis tesbitleri çerçevesinde bir değerlendirme yapacağız.

ÂYETTEKİ SU’YU BEDİÜZZAMAN AÇTI
“O’nun (Allah’ın) arşı su üzerinde idi” (Hud 11/7) âyetinden “arşın su üzerinde” oluşundan Hz. Peygamber’in (asm) açıklamasıyla “bu su” ile Allah’tan başka hiçbir şeyin olmadığı veya O’ndan önce hiçbir şeyin olmadığı veyahut “Onunla birlikte hiçbir şeyin olmadığı” bir zamanda Allah “su” ile ifade ettiği bir maddeyi yaratmıştır. Bu ilk madde anlamını taşımaktadır. Kur’ân tefsirciliğinde çok zor bir konu olarak görülen ve açılımı yapılamamış olan “su üzerindeki Arş” ifadesine Bediüzzaman Hazretleri büyük bir açılım getirmiştir. Öyle ki varlıkların yaratılışında bir kilometre taşını, âyetteki “su” “esir maddesine işaret eder” şeklindeki ifadeyle ortaya koymuştur.
“Sema” terimi de Kur’ân’da çok zikredilmektedir. Türkçede “mavi” anlamına gelen “gök” kelimesi “sema” yerine sıkça kullanılsa da “sema”nın anlam derinliğinin yeterince anlaşılmasına imkân vermez. İlk defa esir maddesi (Kur’ân’da su ile) yaratıldıktan sonra Bediüzzaman’ın yukarıda aldığımız ifadesinde “elementlerin de (cevher-i ferd) ondan yaratıldığını” dikkate aldığımızda “‘Sema’ terimi hangi yapılanmadan sonra gelmektedir?” sorusuna cevabı yine onun (Bediüzzaman’ın) açıklamalarından anlamaktayız. “Esir maddesini yaratmış, ondan 7 sema ile ifade edilen 7 kat semayı yaratmış ve içerisine yıldızları ekmiştir” ifadesinden açıkça anlaşılanı şudur: Görünen kâinat, bugünün “Big Bang” denen teorisindeki kabule göre, bir noktadan yaratılmamıştır. Tıpkı denizde birbirinden bağımsız olarak balık türlerini yarattığı gibi kâinatı da Kur’ân’da adına “su” denen ve “esir maddesine” işaret eden bir maddeden yıldızları, galaksileri yaratmıştır. Her galaksinin küresel bir hacmi temsil edecek şekilde yıldızlarının yerleşimi vardır. Merkezi diske göre pek çok yıldız katmanının bulunduğu da küreselliğin zorunlu sonucudur. Bu durumda her bir galakside 7 tabakayı doğrulayacak yıldız dizilimi mevcut demektir. Ayrıca galaksiler de küme oluşturmaktadır. Bunların bir düzlemde toplanması kadar küresel bir dizilim de yapabilirler. Astronomlar uzayın 10-20 milyar ışık yılı çapında küresel bir galaksi dağılımını ön görüyorlar. Dolayısıyla Kur’ân’daki “ellezî haleka seb’a semâvâtın tıbâkâ” (Mülk 67/3) yani “O ki semavatı 7 kat tabaka olarak yarattı” ile küresellik arasında daima bir ilişki var demektir. Ancak kâinat (uzay) bilgilerimizin bilimsel doğruluğu ve kesinliği arttıkça 7 tabakayı daha iyi anlama imkânımız olacaktır.
“Elem terev keyfe halekallahu seb’a semavatın tıbaka” (Nuh 71/15) “Görmediniz mi Allah nasıl yaratmış 7 semayı tabaka tabaka” âyeti dünyamızın etrafındaki burçlarla beraber 88 takımyıldızlarından Samanyolu’nun Halesini de içine alan yıldızlara kadar bu tabakalaşma ayrı ayrı düzlemlerde mevcut olduğunu ifade etmemize imkân vermektedir.
Bu kadarla yetinerek Bediüzzaman’ın İsm-i Kayyumun “Birinci Şuâ” alt başlığında “Eğer mütefennin (fen bilimlerini bilen) değilse bu Birinci Şuâ’yı okumasın” diye belirttiği bir kısımdan bir alıntı ile bitiriyoruz:
“Evet, bir Zât ki, Ona yıldızların îcâdı zerreler kadar kolay gele; ve en büyük şey, en küçük şey gibi kudretine musahhar ola; ve hiçbir şey hiçbir şeye, hiçbir fiil hiçbir fiile mâni olmaya; ve hadsiz efrad, bir fert gibi nazarında hâzır ola; ve bütün sesleri birden işite; ve umûmun hadsiz hâcâtını birden yapabile; ve kâinatın mevcudatındaki bütün intizâmât ve mîzanların şehâdetiyle hiçbir şey, hiçbir hal, daire-i meşîet ve irâdesinden hariç olmaya; ve hiçbir mekânda olmadığı halde, her bir yerde ve her bir mekânda kudretiyle, ilmiyle hâzır ola; ve her şey O’ndan nihayet derecede uzak olduğu halde, O ise her şeye nihayet derecede yakın olabilen bir Zât-ı Hayy-ı Kayyûm-u Zülcelâl’in elbette hiçbir cihetle misli, nazîrî, şerîki, vezîri, zıddı, niddi (benzeri, eş) olmaz ve olması muhâldir. ”

Okunma Sayısı: 5692
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı