Siyer TV’de yayınlanan "Hayata Dair" programında Cemil Nazlı’nın sorularını cevaplandıran Muhammed Emin Yıldırım Hoca, Bediüzzaman Said Nursi'yi "Umut kâşifi" olarak tarif etti.
Neden Üstad için bu serlevhayı (Umut Kâşifi başlığını) seçtiniz?
Üstad, ruhunun ufkuna yürümek için Isparta’dan Urfa’ya giderken bile yanındakilere hep umut aşıladı. O; imanın, insanı ayağa kaldıracak olan ruhunu üflüyor. Çok zorlu bir yolculuktan sonra Tiflis’e gelip o anda medrese planı çizebilmenin adıdır ‘Umut Kâşifliği’.
Üstadın 82 yıllık ömründe hep zahmet, hep kış vardır, yüreğinde bahar vardır, ama hayatında çetin kışları yaşarken bile yanına kim gelmişse hepsine umut aşıladı.
Mesela moraliniz bozuk bir halde olun, açın, Risalelerden bir şeyler okuyun, yüreğinizin farklı bir atmosfere girdiğini hissedersiniz. Çünkü o umut size farklı farklı iklimler estiriyor.
Bir de ‘Çağın Hekimi Bediüzzaman’ tabirini kullanmıştınız…
Üstadı seven birisi olarak söylemiyorum, ama çağı, zamanı, yaşanan olayları tanıyıp o hadiselere karşı aldığı tavrı göz önüne getirince bir farklılık olduğunu hissedeceksiniz.
Üstad, hastalıkları teşhis ediyor. Bırakmıyor, tedavi yolunu da gösteriyor. Yine bırakmıyor, bizzat kendisi tedavi ediyor. Çokları sineklerle uğraşırken Üstad bataklıkları kurutmanın mücadelesini verdi. Kimileri sadece hastalıkları işaret etti, Üstad o hastalıkların nereden neş’et ettiğini ortaya koydu. Çok kimse günahkârla uğraştı, Üstad günahla uğraştı ve başkasının günahına ağladı. İşte onun için ‘Çağın Ruh Hekimi’, ‘Çağın Ruh Mimarı’gerçekten!
82 yıllık ömründe neler neler geçirdi, ama bulunduğu şartlarda en uygun amel ne ise, en uygun duruş ne ise onu ortaya koydu. Buna biz ‘Nebevî Ufuk’ diyoruz. Bakın aradan kaç sene geçti, biz hâlâ çağın, insanlığın sorunlarını Üstadın arkasında bıraktığı o mirasa bakarak, meseleleri anlamaya çalışıyoruz. Onun için ‘Çağın Hekimi’ tabiri de çok yakışıyor.
Üstadın hayatına dair 5 ‘mim’ koyun desek bunlar hangi kavramlar olur?
Üstad için söylenecek çok mühim şeyler var. ‘Mühim’den gelir zaten o ‘mim’… En başa koyacağımız şey, hayatından hiç çıkarmadığı iman hizmetidir. Onun için başta,
1) İmanı çok iyi anlamış bir mü’mindir.
2) Tevhidi çok iyi içselleştirmiş bir muvahhiddir.
3) İşinin hakkını veren bir muhsindir.
4) Bir ömür boyu yaptığı işi ihlasla yapan bir muhlistir.
5) Çağı iyi tanıyan ve çağa İslam mührünü basan bir müceddiddir.
Üstadın hayatında bahane diye bir şey yok. Sürgüne gönderilirsin, ev hapsine alınırsın, gözetimde tutulursun…Sürekli kendisine ‘Ben ne yapabilirim?’ sorusunu sorarak imana ait o sorumluluğu yerine getirmiştir. Muhsin, işte budur zaten…
‘Ruhun ruhu ihlâstır’ der Üstad… Ama bunu sadece söylemiyor, sadece İhlas Risalesi yazmıyor, bütün hayatında bunu gösteriyor da. Bütün yolların tıkandığı zamanda size ‘Şark Umumi Vaizliği’ ve çok iyi bir maaş veriliyor. İşte Üstad ihlasa zarar verir diye kabul etmiyor. Yapılan tehditler, engellemeler, korkutmalardan ayrı başka vaadler oluyor. Bütün bunlara ihlasına zarar gelmemesi için kapılarını kapıyor.
Bir de müceddid olması. Din eskimez ki yenilensin… Eskiyen Müslüman aklıdır. Bu çağda böyle olur diyerek bambaşka bir hizmet metodu ortaya koyuyor. ‘Zaman hakikat zamanıdır’ diyerek insanlara bu dine nasıl hizmet edileceğini gösteriyor.
82 yıllık hayatına baktığımızda birçok yönüyle konuşabiliriz, ama mesleğini ‘Sahabe mesleği’ olarak görmesi ve hedefine koyduğu ‘Medresetü’z-Zehra’ hakkında ne dersiniz?
Sahabe mesleği nedir? Yaşamak için yaşamadılar, rahatlarını hiç düşünmediler; hep birilerine imanın mesajı ulaşsın da o kişi de o bataklıktan çıksın diye uğraştılar. Üstad da Ashab-ı Kiram efendilerimizin o ruhunu çağa taşımıştır.
Burada iki temel mesele vardır: Birincisi istiğna, yani beklentisizlik; ikincisi netice hesabı yapmamak. Üstad bu kavramların altını hayatıyla, ortaya koyduğu hizmet metoduyla doldurmuştur.
Birçok Sahabenin adını bile bilmiyoruz. Görünmez kahramanlar.. Biz de beğenilme arzumuzu kendimizi değil, hizmetimizi ön plana çıkararak yenebiliriz.
Gelelim Medresetü’z-Zehra’ya…
Üstad okuyor ya çağı, sorunu fark ediyor. Ümmetin en büyük sorunu cehalet… Bu ise sıradan bir medrese değil. Üstad; ilmi ayırmıyor fennî-dinî şeklinde; ‘cenah’ tabirini kullanıyor. Medrese ve mektebi mezc ediyor. Sonra Üstad fark ediyor ki ümmetin arasında ırkçılık alevlenmeye başlamış, Medresetü’z-Zehra’da bunun da çözümünü sunuyor; Arapçayı vacip,Türkçeyi lâzım, Kürtçeyi caiz kılarak…
Dolayısıyla Medresetü’z-Zehra sadece bir okul hayali değildir. Ümmetin içinde bulunduğu sorunların çözümüne karşı ortaya konmuş büyük bir projedir.
Üstad Hazretleri diyor ki: ‘Zaman, iman kurtarma zamanıdır.’ Siz de ‘İman Hizmeti’ kavramından bahsettiniz. İmanı eksene aldığımız zaman günümüz ile Üstad döneminin ne gibi farkları var? ‘İman Hizmeti’ ifadesi bize nasıl bir sorumluluk yüklüyor ve Üstadın hayatını bu işe adamasından ne anlamalıyız?
Efendimizden (asm) bir hakikati öğreniyoruz: ‘Ahir zamanda imanı korumak elde kor alev taşımak gibi olacak.’ İşte böyle bir süreci yaşayageliyoruz. Üstadın ifadesiyle eskiden saldırılar dıştandı, mukavemet kolaydı; şimdi ise içten… Amel yerine imanı öncelemek gerek yani. Bunu fark eden Üstad, kişide bir iman zemini hazırlıyor. Bugün de gençlerimizin iman zaafiyetlerine baktığımızda amelî çözümler üretiyoruz. Amel dediğimiz şey imanın meyvesidir zaten. İman ağacının, kişide iyice kök salması lâzım. Bunun adı iman hakikatlerini anlama meselesidir. İşte Üstad bunu yapıyor.
Her türlü saldırıya, şüpheye, ilhada karşı, iman hakikatlerini ‘çağın insanının anlayabileceği şekilde’ ortaya koyarak imanın yerleşmesine yönelik adımlar atıyor. Olması gereken de bu.
Hocam, Üstadın çok vecizesi var. Ama bir sözü var ki: ‘Herkesin kıymeti himmeti nisbetindedir.’ Bu sözün manasını nasıl anlayabiliriz?
Peygamberimizin (asm) bir hadisi var: ‘Kişi Allah katındaki değerini anlamak istiyorsa ilgilendiği işlere baksın.’ Eğer biz değer kazanmak istiyorsak Allah katında o değer; bu din için ortaya koyacağımız gayretle ölçülür.
Biz çok kolay kullanıyoruz ‘dava adamı’ tabirini… Biz bu kavramı hiç hak etmiyoruz. Düşünebiliyor musunuz, Van Kalesi’nden aşağıya ayağı kayıp düşerken ‘Eyvah, davam!’ diye inliyor. Dinini her şeyin önüne almak, ne olursa olsun; milletin iman selâmetini her durumda öncelemek… Budur dava adamlığı…
Bir de Üstadda şu var, paylaşmak istiyorum. Bazı şahıs ilme, bazısı fenne, bazıları irşada tebliğe vakit bulamaz. Bunların hepsi var Üstadda. Üstadın namazlarını, tesbihatlarını, uzun uzun gece namazlarını konuşmak lazım.
Vefatının üzerinden bunca sene geçmiş; halen Üstad diyoruz, ilham alıyoruz ondan. Kim bilir belki dünya devam ettikçe kimler ondan ilham almaya devam edecek… İşte bu, himmetinin âlîliğinden kaynaklı…
Üstadın ‘Bu eserler bana yazdırıldı’ cümlesini nasıl anlamalıyız diye bir soru da yöneltildi.
Üstad şahsını hiç öne çıkarmıyor. Eserlerine, ‘Bunlar benim malım değil, ümmet-i Muhammed’in (asm) malıdır’ diyerek muhteşem bir tevazu gösteriyor. Bu noktada vurgulamak istediği, ‘Kalem benim elimdeydi ama; bunu bahşeden Allah’tır, gönülleri ona çeviren Allah’tır’. Onun için okumayan kardeşlerimiz önyargılarına kendilerini kurban etmesinler.
* Sohbeti yayına hazırlayanlar:
Ekrem Donbaloğlu, Seyda Balpetek, İbrahim Yasir Teğiş
-DEVAMI YARIN-