Cemaatler, insanların manevi ihtiyaçlarını Karşılayabileceği ve tehlikelerden korunabileceği güvenli manevi sığınaklardır. Cemaat, mü’min için manevi koruyucu bir elbise, bir kaledir.
DİZİ - 1: HÜSEYİN UZUN - Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi
Cemaat nedir? Cemaatler bir ihtiyacın sonucu mudur? Cemaat, “toplamak, bir araya getirmek” anlamındaki cem‘ mastarından türeyen Arapça bir isim olup, sözlükte “insan topluluğu” mânasına gelmektedir.
Fıkıhta cemaat, “Müslümanların din kardeşliği esasına dayalı olarak gerçekleştirdikleri ve katılmak zorunda oldukları birlik, beraberlik”1 şeklinde tanımlanmıştır.
Daha geniş manasıyla, aynı dine, aynı kıbleye, aynı peygambere, aynı kitaba inanan insan topluluklarına cemaat adı verilmektedir. Bu anlamda Müslümanların oluşturduğu topluluğa, İslam Cemaati adı verilir. Günümüzde sivil toplum kuruluşları şeklinde nitelendirilen çok değişik topluluklar mevcuttur. İslam âleminde ise daha çok İslam cemaati ve dinî cemaatler akla gelmektedir.
Belli bir fikir etrafında, belli bir hedefe gitmek üzere, belli düsturlara bağlı kalarak, Kur’ânî ve Nebevî istikamet üzerine kurulan; aralarında kardeşlik, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma, fedakârlık ve saygı gibi insani değerleri önemseyen, Allah rızâsı için, gönüllülük esasına dayanarak bir araya gelen güzîde topluluklara, dinî cemaat adı verilir.
Cemaatler, insanların manevi ihtiyaçlarını karşılayabileceği ve tehlikelerden korunabileceği güvenli manevi sığınaklardır. Cemaat, mü’min için manevi koruyucu bir elbise, bir kaledir.
Dinî Cemaatler, Müslümanların sırf rıza-yı İlâhîyi kazanmak maksadıyla gönüllü olarak bir araya geldikleri, samimi bir İslam kardeşliğini, muhabbeti, uhrevi tesanüdü, manevi dua ve kazancı elde etmeyi esas alan ve insanların manevi hayatına ve ihtiyaçlarına hizmet etmek için var olan gönüllü hizmet kuruluşlarıdır.
Gerek Kur’ân’ı Kerim’in birçok âyetlerinde ve gerekse Peygamberimizin (asm) bir çok hadisinde Müslümanların hem ibadetlerini yaparken ve hem de toplumsal ihtiyaçlarını karşılarken, cemaat olmaları teşvik edilmektedir.
Cemaatle namaz kılmanın önemi üzerinde durularak, cemaatle kılınan namazın derecesinin tek başına kılınana göre yirmi yedi derece daha yüksek olduğu ifade edilmiştir. Hatta İslâmiyet’te cemaat olma o kadar önemsenmiştir ki, iki kişi bir araya gelse, hemen cemaat olmaları tavsiyesinde bulunulmuştur.
Peygamberimiz (asm) cemaat olmayı teşvik ettiği ve cemaatin bereketli olduğunu hatırlattığı pek çok hadislerinden birkaçı şu şekildedir. Peygamberimiz (asm) buyuruyor ki:
“Cemaat rahmettir, tefrika (ayrılık çıkarma) ise azaptır.”2
“Allah’ın eli cemâatle beraberdir.”3
“Bereket cemâatle beraberdir.”4
Asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursî de cemaat olmanın ehemmiyeti üzerinde durmaktadır. Kastamonu Lahikası’ndaki bir mektubunda şöyle bir ifade kullanmaktadır: “Bu zaman ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabilir.”5
Risale-i Nur Külliyatının pek çok yerlerinde, “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı mânevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.”6 ve “Şahıs ne kadar dâhî ve hatta yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur.”7 ikazları yapılır.
Cemaatlere toplumun daima ihtiyacı vardır
Bediüzzaman’ın ”şahıs ne kadar dahi de olsa şahs-ı manevi karşısında sinek kadardır. Şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil” tarzındaki ifadelerine dayanarak, Peygamber Efendimizin (asm) ve ashabının inanç, ibadet, hukuk ve ahlak meselelerindeki uygulamalarını örnek alarak, Kur’ân ve Sünnet ölçülerini muhafaza etmeye ve doğru yorumlamaya çalışan cemaatlere toplumun daima ihtiyacı vardır.
Asayişin ve emniyetin temininde, cemaatler toplumun manevi sigortası hükmünde olmalıdırlar. İnsanları müspet hareket etmeye teşvik etmelidirler. Ahlaki değerlerimize sahip çıkan fertlerin yetişmesine katkı sağlamalıdırlar. Böylece toplumun huzur ve barışını sağlamakta önemli destek veren gönüllü kuruluşlar niteliğinde olacaklardır.
Nitekim Bediüzzaman da Risale-i Nur hizmetinin vasıflarını zikrederken, cemaatlerin sahip olması gereken özelliklerine dikkat çekiyor. Kastamonu Lahikası’ndaki bir mektubunda bu hususu şöyle gündemimize taşır: “Hizmetimiz, emniyet ve hürmet ve merhameti tesisle hem âsâyişi, hem inzibatı, hem hayat-ı içtimaiyeyi anarşilikten kurtarmaya çalışıp, sizin hakikî vazifenizin temel taşlarını tesbit ediyor, takviye ve teyid ediyor.”8
Cemaatler, insanların manevi hastalıklarını, şüphe ve vesveselerini tedavi edebileceği manevi terapi merkezleri hüviyetinde olmalıdır. Manevi dua ve kazançları arttırarak, Allah’a daha güzel bir kul olma yolunda fertleri teşvik eden bir manevi şirket konumunda olmalıdırlar. Bediüzzaman, cemaat şuuruyla ibadetlerimizi nasıl arttırabileceğimizi ve günahlarımızdan nasıl tövbe ederek affımızın sağlanmasına vesile olabileceğini şu ifadelerle dile getirmektedir: “Risâle-i Nur’un hakikî ve sadık şakirtlerinin mabeynlerindeki düstur-u esâsiye olan ‘iştirak-i amal-i uhreviye’ kanunuyla ve samimî ve halis tesanüd sırrıyla her bir hâlis, hakikî şakirt, bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder.”9
Yine Bediüzzaman külli bir ubudiyeti elde etmenin ve cemaat fertlerinin birbirlerine yaptığı dua ile günahlara karşı mukabele etmenin yolunun cemaate iştirak etmek olduğunu dile getirir. “İştirak-i a’mal-i uhreviye (ahirete ait amellerde manen ortak olma) kanunuyla ve samîmi ve sadık tesanüd sırrıyla, her bir halis ve hakîki şakirt, bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince dilleriyle ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara karşı bin dil ile mukabele eder. İhlas ve sadakat ve Sünnet-i Seniyyeye mutabakat ve hizmet derecesine göre o küllî ubûdiyete sahip olur. Bu büyük kazancı elden kaçırmamak gerektir. Bazı melaikenin kırk bin dil ile zikrettikleri gibi, halis ve hakîki müttakî bir şakirt dahi kırk bin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak olur, inşallah.”10
Cemaatlerin şahıs değil, meşveret odaklı hizmet yapmalarının önemi nedir?
Yaşadığımız asırda, insanlığın ana temayülünün hak ve hürriyetlerin, malikiyet ve serbestiyetlerin yaygınlaştırılması doğrultusunda olduğu görülmektedir. Şahıstan ziyade şahs-ı manevinin revaçta olduğu bir asırda yaşıyoruz. Bediüzzaman bu hususta “hürriyet, insaniyet âleminde galebe çalmaya başlamıştır” tespitini yaparak, fikir ve düşüncelere ehemmiyet verilerek, ortak akılla hareketin önemi üzerinde durmaktadır.
Ayrıca mesleklerin farklılaşmış, uzmanlık alanlarının ve ilim dallarının çoğalmış olması meşveretle iş yapmanın ne kadar ehemmiyetli olduğunu hatıra getirmektedir. Nasıl ki bu temayül doğrultusunda gerek şirket, gerekse devlet idaresinde meşveretin önemsendiği bu zamanda, cemaatlerin de şahıs yerine, fikir hürriyetine zemin hazırlayan meşveret sistemini, kendi bünyeleri içinde tatbik etmeleri gerekir. Cemaatler, şahs-ı vahidi veya bir önderin riyasetini esas alarak değil, meşveret sistemini esas alarak hizmet etmeyi hedeflemelidirler.
Nitekim Bediüzzaman da Risale-i Nur hizmetinde kendi şahsını merci olarak göstermez. Bu zamanın cemaat zamanı olduğu tespitini yaparak, inkârın şahs-ı manevi ile hücumuna karşı ancak ehl-i imanın da şahs-ı manevi ile karşı koymaları gerektiğini hatırlatır. İstikbalde, eserlerinin etrafında oluşan şahs-ı manevinin büyük bir hizmet edeceğini nazarlara sunar.
Risale-i Nur hizmeti de şahıs odaklı değil şahs-ı manevi odaklıdır. Bediüzzaman da kendini geri plana çekerek, Risale-i Nur eserlerini dikkat-i nazara sunmuştur.
“Risale-i Nur’u okumak, on defa benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zaten benimle görüşmek âhiret, iman, Kur’ân hesabınadır. Dünya ile alâkamı kestiğim için, dünya hesabına görüşmek mânâsızdır. Âhiret, iman, Kur’ân için ise, Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmamış.”11
“Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir.”12
Yine Bediüzzaman cemaatlerin şahıs odaklı değil, prensip ve düstur odaklı hizmet etmeleri gerektiğini veciz bir şekilde şöyle ifade eder: “Baki bir hakikat, fani şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikata zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye maruz ve mübtelâ şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır.”13
Fotoğraf: MURAT SAYAN - Yeni Asya
-DEVAM EDECEK-