TBMM içinde muhalefet 1945 bütçe görüşmelerinde su yüzüne çıkmıştı. Atatürk’ün son başbakanı Celâl Bayar, Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak bütçeye “red oyu” verdiler.
Dörtlü Takrir’in reddedilmesi üzerine Menderes ve Köprülü o günkü Vatan Gazetesi’nde CHP iktidarına karşı o zamana kadar örneğine rastlanmayan sertlikte yazılar yazmaya başladılar. Sonuç olarak Menderes, Koraltan ve Köprülü partiden ihraç edildiler (Eylül 1945). Bayar’ın bu arkadaşlarına olan desteğini göstermek üzere seçtiği davranış, henüz parti kurma konusunda ikna olmadığını gösterir. CHP’den değil, milletvekilliğinden istifa etti (28 Eylül 1945). Bu, kendisini yüksek bir maaştan mahrum bırakan bir davranıştı. Fakat İnönü ısrarını sürdürüyordu. 1 Kasım 1945’te TBMM’yi açış nutkunda açıkça, ülkenin bir muhalefet partisine olan ihtiyacını dile getirdi. Hâlbuki Temmuz başında Ankaralı Müteahhit Nuri Demirağ tarafından kurulmuş bulunan Millî Kalkınma Partisi vardı. Fakat Demirağ tutucu bir kişi olduğundan, İnönü o partiyi görmezlikten geliyordu. Artık Bayar’ın da aklı yatmaya başlamıştı. 1 Aralık’ta parti kuracaklarını açıkladı. 3 Aralık’ta CHP’den istifa etti. Ertesi gün İnönü’nün Çankaya’daki yemek dâvetine gitti ve görüştüler. İnönü tarafından Çankaya Köşkü’ne çağrılan Celâl Bayar, cumhurbaşkanından gerekli desteği aldıktan sonra dört arkadaş ile birlikte 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi (DP) kurdu. Bayar, partinin programını kamuoyuna açıklamadan önce Cumhurbaşkanı İnönü’ye sunarak onayını aldı. İnönü ve Bayar arasında geçen konuşmaların şu minval üzerine olduğu rivayet edilir.
İnönü: Terakkiperver’de olduğu gibi “dini inanışlara riayetkârız (uyarız)” diye bir madde var mı?
Bayar: Hayır Paşam; laikliğin dinsizlik olmadığı var...
İnönü: Ziyanı yok. Köy Enstitüleriyle, ilkokul seferberliğiyle uğraşacak mısınız?
Bayar: Hayır...
İnönü: Dış politikada ayrılık var mı?
Bayar: Yok...
İnönü: O halde tamam.
Bu konuşmalar üzerine 7 Ocak 1946’da DP’nin kuruluşuna izin verildi. Bu arada başka muhalefet partileri de kuruldu. Ancak kurucu kadronun CHP içinden çıkan tecrübeli isimler olması muhalefet arasında DP’yi öne çıkardı. 1946’da CHP’nin solundaki 3 partinin kapatılması, bu partinin, solunda mutlak bir boşluk istediğini gösteriyordu. 1946’da Mart ayında Sosyal Demokrat Partisi, Aralık’ta Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kapatıldı. Bu dönemin Başbakanı Recep Peker’in Köy Enstitülerini “daha millî” kılmaktan söz etmesi, sol karşıtı havanın CHP’yi bile sardığının işaretidir. Hatta bu dönemde Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın komünizm isteyen ve bu amaçla gösteri yapan gençlere: “Bu memlekete komünizm getirilecekse onu da biz getiririz” dediği rivayet edilir.
Bir dönüm noktası olarak dörtlü takrir
“ÇİFTÇİYİ Topraklandırma Kanunu” Türkiye’nin çok partili sisteme geçmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Cumhurbaşkanı İnönü 19 Mayıs 1945 Gençlik ve Spor Bayramı mesajında “halk idaresinin” geliştirileceğini söylüyordu. Zaten savaşın sonu ile Avrupa’da ortaya çıkan demokrasi ortamında başka bir seçeneği bulunmayan CHP içindeki bazı memnun olmayan kitleler, kıpırdanmaya başlamışlardı.
San Francisco Konferansından yaklaşık 1,5 ay sonra CHP’nin dört milletvekili (Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan) 7 Haziran 1945’te Meclis Grubu Başkanlığı’na “Dörtlü Takrir” olarak tarihe geçen bir talep listesi sundular. Önergede özetle şöyle deniyordu: “Anayasamızda zaten var olan demokratik ruh, siyasî hayatımızda ve partimizin teşkilâtında yoktur. Artık bu ruhu hayata geçirmeliyiz.”
O sırada Türkiye’de toprak reformuna imkân verebilecek bir yasa tasarısı TBMM’ye sunulmuştu. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu adı altında Meclis gündemine getirilen bu kanun İnönü ve Tarım Bakanı Şevket Raşit Hatiboğlu’nun girişimiyle hazırlanmıştı. Bu kanunun 17. maddesine göre, topraksız ya da az topraklı çiftçiyi topraklandırmak için devlet, büyük toprak sahiplerinin topraklarını kamulaştırabilecekti. Kamulaştırma, gerekirse toprak sahibinde yalnızca 50 dönüm bırakacak kadar kapsamlı olabilecekti. Kamulaştırma bedelleri de gerçek değere göre değil, arazi vergisine matrah olarak beyan edilen değerden ödenecekti (md. 21). Bu hüküm toprak sahibi olan milletvekillerini çok rahatsız etti. Aydın’ın büyük toprak sahiplerinden aynı zamanda milletvekili olan Adnan Menderes, (Çakırbeyli Çiftliği’nin sahibiydi) yasa görüşülürken ağır eleştiriler getiren milletvekillerinin başında geliyordu. Fakat İnönü bu konuda çok ısrarlıydı. Birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın ölümünden hemen önceki bir kaç Meclis açış konuşmasında topraksız çiftçiyi topraklandırmak ihtiyacına değinmişti. Fakat bu konuda somut bir adım atılmamıştı ya da atılamamıştı. Şimdi İnönü bu düşünceyi benimsemiş bulunuyordu. İnönü bu girişimiyle belki işin toplumsal yararları yanında, çok partili ortamda köylünün siyasal desteğini elde edebileceğini de umuyordu. Böyle bir düşüncesi var idiyse, yanılıyordu. Taşraya toprak sahipleri hâkimdi. Kanun 11 Haziran 1945’te TBMM tarafından kabul edildiği halde, onun mimarı olan Hatiboğlu bundan sonraki hükümetlerde bakan olmadığı gibi, 1948’de kurulan İkinci Hasan Saka hükümetinde Tarım Bakanlığı, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun hasmı olan Adana’nın büyük toprak sahibi Cavit Oral’a verildi. Söz konusu 17. madde hiç uygulanmadı. Yalnız bir bölüm hazine toprakları çiftçilere dağıtıldı.
Siyaset tarihiyle uğraşan bazı düşünürler Demokrat Partinin (DP) kuruluşunu doğrudan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na olan muhalefete bağlarlar. DP’nin sadece bundan kaynaklandığını öne sürmek abartılı olur ama, DP’nin kuruluş ve yaygınlaşma aşamasında bunun önemli bir payı olduğu da inkâr edilemez bir gerçektir.
İnönü daha önce sözünü ettiğimiz Dörtlü Takriri 12 Haziran’da Grupta reddettirdi. Onun isteği, CHP içindeki muhalefetin CHP’den ayrılarak ayrı bir parti kurmalarıydı.
İnönü’nün bundan beklediği yararları şöyle tahmin edebiliriz:
n Böylece çok partili sisteme geçilmiş olacaktı.
n Parti içindeki muhaliflerden kurtulacaktı.
n CHP’den ayrılacak kişilerin kuracağı partinin Atatürk Devrimi’ne karşı olması tehlikesi bulunmayacaktı.
Buna karşılık Bayar ve arkadaşlarının CHP’den ayrılmaya hevesleri yoktu. Bu şartlarda CHP’den ayrılıp yeni bir parti kurmak bir maceraydı. Daha iyisi, CHP’de kalıp ona hâkim olmaya çalışmaktı. Atatürk’ün verdiği onca güvenceye rağmen Serbest Fırkanın başına gelenleri biliyorlardı. Bayar, Fethi Okyar’ın durumuna düşmek istemiyordu. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün kendi partisi içinde bir grup milletvekiline bir muhalefet partisi kurdurmak istemesini kendilerine kurulmuş bir tuzak gibi algılıyordu.
Millî Şef’ten baskın seçim
MİLLÎ Şef İnönü CHP’yi baskın bir seçimle iktidara taşımak hesabıyla seçimleri erkene çekti. Yani İnönü muhalefetin teşkilâtlanmasına fırsat vermeden iktidarını uzatmanın hesabını yapıyordu. Demokrat Parti’nin kurucusu ve ilk Genel Başkanı Celâl Bayar, Demokrat Parti programını iki esas etrafında şekillendirmişti: Liberalizm ve Demokrasi. CHP’nin ekonomi politikası olan devletçiliğin aksadığı yönler vurgulanarak CHP’ye karşı çıkılmaktaydı. Demokrat Parti üzerinde daha önceki acı tecrübelerin meydana getirdiği ilk şüpheler dağıldığında büyük kitlelerin DP’yi desteklediği görüldü. Bunu şüphesiz iktidardaki CHP de görmekteydi. Meclis tek dereceli seçim kanununu ve 21 Temmuz 1946’da seçimlerin yapılmasını kabul ederek dağıldı. DP başta seçime katılıp katılmama konusunda kararsız kalsa bile katılmaya karar verdi. Hiçbir demokraside uygulanmayan “açık oy ve gizli tasnif” sistemi ile yapılan 21 Temmuz 1946 seçimlerini CHP kazandığını iddia etti. İlân edilen sonuçlara göre CHP: 395, DP: 66, Bağımsızlar da: 4 milletvekili kazanmıştı.
Genel seçimler muhalefet ve iktidar arasındaki itiş kakış içinde 21 Temmuz 1946’da yapıldı. DP 16 ilde seçime katılamamış, 465 yerine ancak 273 aday gösterebilmişti. Bundan daha da kötüsü demokrasinin ruhuna aykırı olarak bu seçimlerde, “Oylar açık, sayım ise gizliydi!” Bu seçim tam anlamıyla şaibeli bir seçimdi. Nispi temsil değil, çoğunluk sistemi uygulanmıştı. Kaymakamlar, valiler halka DP’ye oy vermemeleri için baskı yapmıştı. DP’ye oy verenlerin çok olduğu yerlerde sandıklar çalınmıştı. İşte bunlardan ötürü, CHP’nin 395 milletvekiline karşı DP ancak 66 milletvekili kazanabilmişti.
Hastalar, oy kullanmaları için sırtlarda taşındı
1946’da yeni partilerin kurulmasına izin verilince gençlik de örgütlenmeye kurulan partilere katılmaya başlamıştır. Bu yıllarda bıyıkları yeni terleyen bir genç olan rahmetli Sadık Serbest, 2002’de yaptığımız görüşmede 1946 Temmuz’undaki seçimlerde verdikleri demokrasi mücadelesine örnek verirken, “Hastaları ve yaşlıları oy kullanmaları için sırtımızda taşıdık. Jandarma oy sandıklarının başında bekliyordu. O zaman açık oy veriliyordu. DP’ye oyunu verenleri tehdit ediyorlardı” diye özetlemişti. Yani bu dönemde gençlik büyük cesaret göstererek hâkim güce karşı politik bir mücadele verdi. Bu mücadele 1950’de iktidarı değiştiren yani Beyaz İhtilâl’i gerçekleştiren mücadeledir. Günümüzde Ortadoğu ülkelerinde gençlerin dikta yönetimlerine karşı yürüttüğü isyan hareketini bizim gençlik meşrû zeminde vermiştir. Burada merhum Sadık Serbest o devrin canlı bir şahidi olarak yaşadıklarını büyük bir heyecanla anlatmıştı.
***
Daha önce özetlemeye çalıştığımız sebeplerden dolayı İnönü çok partili siyasal hayata geçme kararı aldı. İnönü neden bu kararı aldı? Çünkü mecburdu. Hiçbir alanda Avrupa’dan ve Batı’dan geri kalınmayacaksa, Avrupa’ya siyasal çoğulculuk egemen olduğunda, o çoğulculuğun Türkiye’de bulunması gerekirdi. Tabiî bunun dış siyaset bakımından da yararı olacaktı. Sovyet tehdidi altındaki bir Türkiye’nin Batıya sığınabilmesi, Batının siyasal değerlerini paylaşırsa, çok daha kolay olurdu. Türk Ceza Kanununun 141. ve 142. maddeleri komünizm “propagandasına” 7,5 yıldan 15 yıla uzanan olağanüstü ağırlıkta bir ceza getiriyordu. Buna karşın aynı Kanunun 163. maddesi de siyasî cemiyetleri yasaklıyordu. Bu kanun özellikle dindar kitlelere karşı kullanıldı. Ülkede estirilen hava öyleydi ki, mahkemeler bu cezaları uygulamakta pek duraksama göstermiyorlardı. Solculara karşı devletin bu tutumunun ve havanın görünürdeki gerekçesi SSCB’nin 1945’te Boğazlara, Kars ve Ardahan’a gözünü dikmiş olmasıydı. Dindarlara ise zaten öteden beri CHP iyi gözle bakmıyordu. Eline geçen her fırsatta onları sindirmek için elinden geleni yapmaktan geri durmuyordu.
Türkiye’nin Batıya yakınlaşması ile birlikte Truman Doktrini, Avrupa Konseyi üyeliği ve kısa bir süre sonra da NATO’ya girerek güvenliğini sağladı. SSCB de Stalin’in ölümü ardından Türkiye’ye bir nota vererek taleplerinden vazgeçtiğini ve yeniden bir dostluk antlaşması yapmaya hazır olduğunu bildirdi (1953). Türkiye’de sola ve komünizme karşı olan hava 60’lara kadar sürdü. Solcular ve komünistler 1960’tan sonra rahatlarken, Demokrat Parti döneminde biraz rahatlayan dindarlar, sağ iktidarlara yapılan darbelerden sonra da çok sıkıntı çekti. Hep mağdur olan taraf olmayı sürdürdü. Bu mağduriyet birçok alanda halen devam ediyor.
YARIN: DP’NİN MUHALEFET YILLARI
MUSTAFA GÖKMEN