Siyaset dünyanın sonu değil. Önemli olan hadise hakta sebattır. Hakta sebatta pişmanlık olmaz.
Haksızlık ve kayıtsızlık uzun süre devam edemez
(Kısa süren bu son ziyarette, Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz’ün başta ‘Demokrasi ve İslâm” konusu olmak üzere Köprü dergisinde daha önce yayınlanan mülâkatların yenilenmesi talebine dair:)
Demirel: Evet, 30 sene, 40 sene önceki tesbitlerimizi yenileyeceğiz. Bugünkü insanlar o günkü cevaplara bakışları nelerdir? Doğru nedir? Görüşleri yenilemek; devlete nasıl bakmak lâzım, dine nasıl bakmak lâzım, inançlara nasıl bakmak lâzım…
Kâzım Güleçyüz: 1985’de Lozan için mülâkatta cevaplarınızın bizi tam tatmin etmediğini görünce “Sizin istediğiniz cevapları biliyorum, ama onları söylemeye zaman ve şartlar müsait değil. En son söylenecek lâfı en son söylemek lâzım” demiştiniz. Onları söylemenin zamanı geldi mi?
Demirel: Hayır, gelmedi.
(Devam eden haksız uygulamalar üzerine)
Bu kadar haksızlığın, kayıtsızlığın uzun müddet devam etmesi mümkün değil. Çok parlak görünür, bir sabah kalkarsınız ki içi boşmuş…
Bu siyaset, bu lânet siyaset, dünyanın sonu değil. “Bana yan bakan var mı?’ pozlarını kaldır, dur bakalım devran ne gösterir. Önemli olan hâdise, hakta sebattır. Hakta sebatta pişmanlık olmaz.
(Rahmetli olan hanımı Nazmiye Demirel hakkındaki yayınlarımız için)
Çok teşekkür ederim. Biz Müslümanız. İnancımıza göre asıl hayat ebedî hayattır. Vefa ve kadirşinaslığınızla beni çok duygulandırdınız. Ben sizi seviyorum, sizin de beni sevdiğinizi biliyorum; herkese selâm ve iyi dileklerimi iletiniz…
(Ve vedâlaşıldı…)
GÖRÜŞMELERDE MERHUM DEMİREL’E RİSALELERDEN OKUNAN BÖLÜMLER:
“Şerefler, zaferler tek adama verilse, binler derece küçülür, söner…”
Reisicumhura gönderilen istidanın zeylidir ki, mecbur oldum yazmaya.
Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi, Mustafa Kemal’in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki:
Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir hadis-i şerifin ihbarıyla ‘Kur’ân’a zararlı öyle bir adam çıkacak’ dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.
Ben de beş yüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini hilâf-ı hakikat olarak M. Kemal’e vermediğim için, garazkâr dostları, beni yirmi senedir bahanelerle tazip ediyorlar.
Evet, mahkemede ispat ettiğim gibi, “Şerefler, müsbet hayırlar, maddî mânevî ganimetler orduya, cemaate verilir, tevzi edilir; kusurlar, menfi icraatlar başa, reise verilir” diye bir kaide-i hakikatle, “Kahraman ordunun ve bilfiil asker ve asker başında çalışan cesur zabitlerin zaferleri ve şerefleri Mustafa Kemal’e verilmez; belki kusurlar, hatâlar yalnız ona verilir” diye, beni onu sevmemekle itham edenleri, kahraman orduyu sevmemekle ve şereflerini kırmakla ittiham edip, onlara hâin-i millet nazarıyla bakıyorum.
Bu hakikati mahkemede ispat ettiğim gibi, onun muannid dostlarına da ispat etmeye hazırım. Ben, bu mübârek milletin bahadır ordusunun milyonlar efrâdı ve zâbitlerini severim, hürmetlerini, haysiyetlerini elimden geldiği kadar muhâfaza ediyorum. Benim karşımdaki garazkâr muârızlarım, birtek adamı sevmek yolunda milyonlar efrâda mânen ihânet, belki adâvet ediyorlar.
Evet, çok emârelerle bildik ki; bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal’e îtirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebepler bahanedir.
Emirdağı’nda, Said Nursî (Emirdağ Lâhikası; 247 -248)
***
“Hâkim ve mahkeme, tarafgirlik şâibesinden müberra ve gayet bîtarafâne bakmalı”
Hükûmetin daireleri içinde en ziyade hürriyetini muhâfaza etmeye ve tesirât-ı hariciyeden en ziyade bîtarafâne, hissiyatsız bakmakla mükellef olan, elbette mahkemedir. Ben mahkemenin hürriyet-i tammesine istinaden, hürriyetle, hukùk-u hürriyetimi bu sûretle müdafaa etmeye hakkım vardır.
Evet, her yerde, adliyede mal ve can meseleleri var. Eğer, hâkim şahsî hiddet edip bir katili katletse, o hâkim katil olur. Demek adliye memurları, hissiyattan ve tesirât-ı hariciyeden bütün bütün azâde ve serbest olmazsa, sûreten adâlet içinde müthiş günâhlara girmek ihtimali var. Hem, cânilerin, kimsesizlerin ve muhaliflerin dahi bir hakkı var. Ve hakkını aramak için, gâyet bîtarafâne bir mercî isterler.
Evet, hâkim ve mahkeme tarafgirlik şâibesinden müberra ve gâyet bîtarafâne bakması birinci şart-ı adâlet olduğuna dair binler vukuat-ı tarihiyeden, Hazret-i Ali Radiyallahü Anhın hilâfeti zamanında bir Yahudî ile mahkemede beraber oturmaları ve çok padişahların adi adamlar ile mahkeme-i adâlette görülmesi gibi çok hâdisat-ı tarihiye var.
(Eskişehir Mahkemesi müdafaasından, Tarihçe-i Hayat 201 -202)
(Bu ifadeler için Demirel “Her kelimesine büyüklük sinmiş” yorumunu yaptı.)
***
Ben merhum Hâfız Ali’yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor. Eski zamanlarda bazen böyle fedakâr zâtlar, kendi dostu yerine ölüyorlardı. Zannederim, o merhum benim yerimde gitti. Onun fevkalâde hizmetini eğer sizler gibi o sistemde zatlar yapmasaydı Kur’ân’a, İslâmiyete büyük bir zâyiat olurdu. Ben, onun vârisleri olan sizleri tahattur ettikçe, o acı gidiyor, bir inşirah geliyor. Medar-ı hayrettir ki, ben şimdi onun mânevî, belki maddî hayatıyla âlem-i berzaha gitmesi cihetiyle, o âleme gitmek için bende bir iştiyak zuhur etti ve ruhuma başka bir perde açıldı. Nasıl ki buradan Isparta’daki kardeşlerimize selâm gönderip muarefe, muhabere ile sohbet ediyoruz. Aynen öyle de, Hâfız Ali’nin tavattun ettiği âlem-i berzah, nazarımda Isparta, Kastamonu gibi olmuş. Hattâ bu gece, mesmuatıma göre, buradan birisi oraya gönderilmiş. On defadan ziyade teessüf ettim. “Niçin Hâfız Ali’ye onunla selâm göndermedim?” Sonra ihtar edildi ki, selâm göndermek için vasıtalara ihtiyaç yok; kuvvetli rabıtası telefon gibidir. Hem o gelir, alır. O büyük şehid Denizli’yi bana sevdiriyor; daha buradan gitmek istemiyorum. (Şuâlar, s...)
(Nazmiye Hanım için taziyemizi ifade ettikten sonra okuduğumuz bu mektup Demirel’i çok duygulandırdı.)
-SON-