Edebiyatçı Yazar İslam Yaşar, Yeni Asya’nın sorularını cevaplandırdı. (2)
Röportaj: Selçuk Subaşı - İsmail Tezer
Fotoğraflar: Erhan Akkaya
BEŞİNCİ HALİFE RİSALE-İ NUR’DUR
Said Nursî Hazretleri Beşinci Halife tabirini telâffuz ettiği bir mektubunda, tabiri kullanmasının sebebini, Beşinci Halifenin Risâle-i Nur ve onun şahs-ı mânevisi olduğunu, vazife ve misyonunun vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakâik-i imaniyeyi ihya etmek olduğunu açık bir şekilde anlatmıştır.
Bir başka dikkat çekici bölüm Beşinci Halife başlığını taşıyor. Orijinal bir ifade ve bir kısım kamuoyu bu ifade ile yeni tanışacak. Eserde çerçevesi çizilen Beşinci Halife kimdir, vazifesi ve misyonu nedir?
“Hazret-i Hasan Radiyallahü Anhın altı aylık hilâfeti ile beraber Risâle-i Nur’un Cevşenü’l-Kebir’den ve Celcelutiye’den aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakâik-i imaniye noktasında Hazret-i Hasan Radiyallahü Anhın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarı ile bakabiliriz. Çünkü adâlet-i hakikiye ile bu asırda insanları mes’ud edebilir bir istidatta bulunan Risale-i Nur’dur ve onun şahs-ı mânevîsi, Hazret-i Hasan Radiyallahü Anhın bir muavini, bir mütemmimi, bir mânevî veledi hükmündedir.” (Emirdağ Lâhikası s: 139)
Beşinci Halife tabirini Said Nursî hazretleri bu şekilde telaffuz etmiştir. Ederken de tabiri kullanmasının sebebini, beşinci halifenin Risâle-i Nur ve onun şahs-ı mânevisi olduğunu, vazifesinin ve misyonunun vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakâik-i imaniyeyi ihya etmek olduğunu sarih bir şekilde anlatmıştır.
Bir kısım kamuoyunun bu tabirle yeni tanışacağı doğrudur. Hatta bazıları yadırgayacaktır. Fakat Bediüzzaman’ın izahını, tarihi hadiselerin ışığında mütalaa edenlerin ve Nur hizmetinin serencamını bilenlerin makul karşılayacağı, yadırgayanların da zaman içinde gerçeği kabulleneceği muhakkaktır.
Romanın Beşinci Halife bölümü mezkûr paragrafın şerhi mahiyetindedir.
Edebî sanatlara hâkim ve bu alanda eserler vermiş bir isim olarak, Risale-i Nur camiasını sanat ve edebiyatta hangi noktada görüyorsunuz? Genç yazarlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Sanat Allah’ın Sânî isminin, edebiyat da Kur’ân-ı Kerimin belâgatinin tezahürü olması hasebiyle Müslümanların sanatı ve edebiyatı hayatlarına mâl etmeleri gerekir. Eskiden öyleydi ve İslâm medeniyeti o sayede teşekkül etmişti. Avrupa kâselisleri muasır medeniyet addettikleri Batı medeniyetine ulaşmak hezeyanı ile İslâm medeniyetinin şeairlerini tahrip edince pek çok meziyet gibi o değerler de el değiştirmişti.
Bediüzzaman Said Nursî her sahada olduğu gibi sanat, edebiyat sahasında tecdit vazifesini yaptı ve Risâle-i Nur’da o değerlerle hakikati mezcetti. Risale-i Nur Külliyati sanat ve edebiyat cihetiyle de şaheser denecek hususiyetlere sahip olduğu için Nur camiası mensubu yazarlar o hususiyetlerden istifade ederek başarılı çalışmalar yaptı, yapmaya da devam ediyor.
Genç yazarlar sözlerinin müessir, eserlerinin kalıcı olmasını istiyorlarsa ki behemehal istemeliler; sadece fikir eseri yazmakla kalmamalı, sanat eserleri verme gayreti içine de girmelidirler. Şayet fikirlerini sanat ve edebiyatla tezyin ederlerse sözleri müessir, eserleri kalıcı olur.
Sanat ve edebiyat; temsil, icaz, belagat cihetiyle Kur’ân’ın üslubu, Peygamber Efendimizin (asm) hitap tarzıdır. Bediüzzaman müfessir, Risale-i Nur tefsir olması hasebiyle o üslup ve hitap tarzı Risâle-i Nurlara da aksetmiştir. Genç yazarlar, Risalelerin bu cihetini örnek alarak eser verirlerse Nur camiasının sanatta ve edebiyatta da kendisine yakışan noktalarda olacağı muhakkaktır.
Gençler kendilerini her alanda yetiştirmek için ne tür okumalar yapmalıdırlar.
Her alanda yetişmek, ancak ‘hezarfen’lerin harcıdır. Hezarfen ‘bin’ demek olan ‘hezar’ kelimesi ile ilim, bilgi, teknik yerine kullanılan ‘fen’ kelimelerinin birlikte telaffuz edilmesi ile meydana gelen ve ‘dâhi, alleme, ord. prof.’ gibi pek çok sahada eser verebilen büyük kişileri tavsif ve taltif için kullanılan bir terkiptir. Hakiki hezarfen ancak bin yılda bir yetişir.
Meselâ Risale-i Nur’un fidanlığı dediği Mesnevi-i Nuriye eserinin şümulünü anlatırken “Eski Said’in Yeni Said’e inkılâp etmesi zamanında yüzer ilimlerle alâkadar binler hakikatler, ayrı ayrı birer Risâleye mevzu olacak kıymettedir” (Mesne- vi s: 19) diyen Bediüzzaman Said Nursî tam bir hezarfendir. Onun bu vasfı, hayatının Üçüncü Said safhasında iyice tebeyyün, temayüz, tezahür ve tekâmül etmiştir. Zaten o küllî müktesebatı olmasaydı, Risâle-i Nur yazılmazdı.
Her hezarfen gibi o da sözleri, halleri, hareketleri muhatapları üzerinde müessir olan ve cemiyette makes bulan, şahsına münhasır hususiyetlere sahip müstesna bir şahsiyettir. Dinî, ilmi, içtimaî, siyasî, iktisadî, coğrafî, arzî, semavî, tasavvufî, tefekkürî, tezekkürî sahalarda; aklî, kalbî, ruhî, hissî, hayalî hususlarda ve sanat, edebiyat, mantık, tarih, felsefe, psikoloji, sosyoloji, biyoloji, tıp, matematik, kimya dalları gibi birbirinden farklı pek çok din, ilim, fen, düşünce, hitabet sahalarında kendisini yetiştirmiş; lüzumu halinde o sahalardaki müktesebatını eserlerinde kullanmıştır.
Bu itibarla gençler her alanda yetiştirmek yerine, çok alanda bilgi öğrenmeye, ama bir alanda ihtisas yapıp o alanın mütehassısı olmaya çalışmalıdırlar. Bunun için elbette çok okumaları elzemdir. Fakat okuyacakları kitapları, ihtisas alanlarını ilgilendiren eserlerden seçerlerse hem zihinlerini haricî meselelerle meşgul etmezler, hem de zamanı çok iyi değerlendirmiş olurlar.
Tabiî kâmil insan, mükemmel Müslüman olmak, imanını tahkiki hale getirip muhabbetullah’a ulaşmak hepsinin hayat hedefi olmalı. O ebedî hedefe ulaşmak için Risale-i Nur’u başucu eseri addedip her gün muntazaman okumaları saadet-i dareynin dünya safhasını yaşamalarına, ahiret safhasına da hazırlanmalarına vesile olacaktır.
Son olarak; bir roman daha doğar mı, ümidimiz olsun mu?
Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatı, onlarca beşleme yazılacak kadar hali, hadiseyi, fikri, düşünceyi, tefekkürü ve sanat, edebiyat seviyesini havidir. O her nesle, o neslin hassasiyetleri nazara alınarak her on senede bir, o neslin mensupları tarafından anlatılmalıdır. Genç yazarların gayretiyle yakın bir gelecekte bunların olacağına benim ümidim var, sizin de olsun.
Şayet sorudan maksat, benim şu anda Bediüzzaman Beşlemesi dâhilinde yeni bir roman çalışmamın olup olmadığını öğrenmekse, hal-i hazırda öyle bir ihtiyaç hasıl olmuş değil, plânlama ve hazırlığım yok.
Ama Allah ‘Ol’ der de neler olmaz ki!
Lâkin Muhabbet Fedaileri’ni, Nur Hareketi Serisinin birinci kitabı olarak yeniden yazarken, Nur Hareketinin altmışlı yıllardaki safahatını anlatacağım inşallah. O yıllarda o kadar çok hadise ve hizmet hareketliliği var ki Muhabbet Fedaileri’nin mütemmimi olacak bir romanın daha doğacağı müjdesini verebilirim.
(Genç Yorum, Mart 2021 sayısından alınmıştır)
Detaylı bilgi ve online sipariş için www.yeniasyakitap.com’u ziyaret edebilirsiniz
***
BEDİÜZZAMAN’IN BAŞLATTIĞI NURANÎ HAREKET KIYAMETE KADAR DEVAM EDECEK
Vefatının 61. yılı münasebetiyle bu sayımızda bir “aksiyon insanı” olduğunu hayatıyla isbat eden Üstadı konu aldık. Siz de özellikle Beşleme’nizde bu yönünü sık sık vurguluyorsunuz. Okumalarınız ışığında Üstadın bu veçhesini değerlendirir misiniz?
Üç yönden inceleyelim inşallah:
*Fiilî hareketlilik (Eski Said)
Hareketli bir zamanda doğdu Bediüzzaman Said Nursî.
Mevsim bahardı, cemreler düşmekteydi. Gökte bulutlar, havada rüzgâr, yerde nebatat, hüveynat ve sair mevcudat hareket halindeydi. Zaman felâket ve helâket asrıydı; devletler, milletler, tabakat-ı beşer muharebe ediyordu. Hareketlilik onun hayatına da aksetti. Daha sabi iken fıtratı dağlarda gezecek, merakı ay, güneş tutulmasını soracak, şefkati kelebekleri yanmaktan kurtaracak, ilim iştiyakı hocalarını şaşırtacak, sık sık medrese değiştirtecek, muhayyilesi Peygamberimizi (asm) rüyasında görüp Kur’ân ilmi isteyecek, manevî âlemde ondan (asm), Hazret-i Ali’den, Abdülkadir Geylânî’den, İmam-ı Rabbanî’den, ulemadan, meşayihten, mücedditten, müderristen, müçtehitten ders alıp müjde-i Nebi’ye (asm) mazhar olunca üç ayda doksan kitabı ezberleyip çocuk denecek yaşta icazet alarak âlim sıfatı kazanacak kadar hareketliydi.
O şevkle Şarkı dolaşıp cemiyetin içine düştüğü cehalet, zaruret, ihtilâf hastalığını teşhis etti. Sarî (bulaşıcı) illeti sanat, marifet, ittifak ilâçlarıyla tedavi etmek için harekete geçti. Tillo’da inzivaya çekilerek kalbini, lügat ezberleyerek zihnini, karıncaların cumhuriyetçiliğini müşahede ederek idrakini, rüyasında Abdülkadir Geylanî’den emir alıp Mustafa Paşanın ıslah olmasını sağlayarak cesaretini, Mardin’de Sünusî’nin müridleri, Afganî’nin talebeleriyle görüşerek tecrübesini, Bitlis’te Ömer Paşayı ve Vehhabîleri ilzam ederek hitabet kabiliyetini hareketlendirdi.
Van’a geldiğinde kendini yetiştirmiş, harekete hazır bir gençti. Önce, ancak büyük bir devletin, hatta devletler topluluğunun yapabileceği ‘İslâm’ı dünyaya hâkim kılma hedefini seçti. Bu maksatla talebe yetiştirmeye, Kur’ân’ı tefsir etmeye başladı. Din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacak şekilde tasavvur ettiği Medresetü’z-Zehra adlı eğitim sistemini devlete mâl etmek için padişahla görüşmek üzere İstanbul’a gitti.
Orada padişahla görüşemeyince Şekerci Hanındaki odasına “Burada her soruya cevap verilir, soru sorulmaz” levhasını asarak âlimleri, ihsan-ı şahaneyi reddederek sarayı, tehditlere aldırmayarak zaptiyeyi, Otuz Bir Mart Vak’asına karşı çıkarak mollaları, hamalları, askerleri hareketlendirdi. İsyana katılmakla suçlanıp idamla yargılanınca Divan-ı Harb-i Örfî’de hukuk tarihine geçecek müdafaa yaparak kendisini ve bazı masumları idamdan kurtardı. Zulme direnmenin şiarı haline gelen o veciz haykırışı o zamanki müsbet nümayiş sırasında yaptı.
“Zalimler için yaşasın Cehennem!”
Ondan sonra hareket sahası genişledi. Şarkta avama Münâzarât, havassa Muhakemat, Şam’da ümmete ümit, İstanbul’da meşrutiyet, Selânik’te hürriyet dersleri verdi. Van’a dönüp medresesinin temelini attı lâkin savaş çıkınca kalemini, silâhını alıp talebeleriyle cepheye koştu. At sırtında, top gülleleri arasında tefsir yazan tarihin tek âlimi oldu.
Bitlis’te yaralanıp Ruslara esir düştü. Kampında, idam sehpasının önünde kıldığı namazla Rus generali insafa getirdi. İstanbul’da işgale kitapla mukabele ederek İngiliz generali korkuttu. Ankara’da namazın hukukunu müdafaa ederek paşaya özür diletti. Van’a gitti ise de sürgün edildi.
Eski Said’in, her biri müsbet neticeler veren birer hadise olan fiilî hareketliliği, kesbî ilimde kemale erip vehbî ilme liyakat kesbetmesini sağladı.
*İlmî ve fikrî hareketlilik (Yeni Said)
Bediüzzaman’ın İkinci Said hayatı da çok hareketli başladı.
Bu hareketlilik Arz’la Arş arasında sünuhat ve ilhamat şeklinde tecelli etti. Mütegallibeler onu küçük kasabalarda, zindanlarda, maddeten hareketsiz bırakmaya çalıştıkça onun mânevî âlemi genişledi. Vehbî ilim kapıları açıldı, kelâmı ve kalemi hareketlendi. Bu Kur’ân’ın, nurun tenevvür hareketi idi.
Tağutların manevî tahribatını durduran Haşir Risâlesi ile başlayan Nurlar’ın telif hareketliliği, yüzlerce bahisten müteşekkil binlerce sayfalık Sözler’i, Mektubat’ı netice verdi. Isparta’ya sürüldü, Lem’alar’ı telif etti. Eskişehir zindanına atıldı, Allah’ın altı ismini anlatan Otuzuncu Lem’a’yı yazdı. Kastamonu’da Şualar’ı tamamladı, Ayetü’l-Kübra ile kâinat gezisine çıktı. Meyve Risalesi, Denizli Hapishanesinin meyvesi; Elhüccet’z-Zehra, Afyondaki kara zindanın hediyesi oldu.
Böylece insanın yalnız dünyasını değil, ahiretini de hareketlendiren Risale-i Nur Külliyatı’nın telifi tamamlandı.
*İçtimaî, siyasî hareketlilik. (Üçüncü Said)
Demokrasi hareketi Üçüncü Said’i, o da cemiyeti hareketlendirdi.
Said Nursî’nin Demokratları desteklemesi ve siyasî telkinleri neticesinde, ‘Allahu Ekber’ sedaları ile başladı dinî, içtimaî hareketlilik. Radyolardan okunan Kur’ân havayı güzelleştirdi, rahmetin inzaline, bereketin artmasına vesile oldu. Matbaalarda serbestçe basılan Risale-i Nurlar cemiyetteki dini hayata iştiyakını harekete geçirdi.
İslâm’ı ilân, imanı ihya hareketi olan Risâle-i Nur hizmetinin kıyamete kadar devam etmesi için Lâhikalarla Nur medreselerini ihdas, Nur Hareketini tesis etti. ‘Zaman cemaat zamanıdır’ diyerek ittihad-ı İslâm’ın şeairi addettiği Ayasofya’nın açılması, Risale-i Nurlar’ın dünyaya yayılması gibi hedeflerinin gerçekleştirilmesini cemaatine bıraktı.
Bediüzzaman Said Nursî’nin son hareketi, ahirete irtihal oldu. Cesedini yerde bırakıp ruhen semaya doğru hareket ederken cemaati de cemiyeti de harekete geçirdi. O başlattığı nuranî hareketlilik hâlâ devam ediyor.
İnşaallah kıyamete kadar da edecek.
SON