14 Eylül 2013, Cumartesi
Ahir zaman hadiseleri arasında zikredilen önemli başlıklardan birisi de, tarihin derinliklerinde yere batırılan Karun’un hazinelerinin çıkarılmasıdır. Karun, Ortadoğu bölgesinde Fırat havzasında yaşamıştır.
Musa (as) zamanında yaşadığını Kur’ân haber vermektedir. “Karun, Musa’nın kavminden idi, fakat onlara karşı kibirlenip azdı. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını taşımak bile güçlü kuvvetli bir topluluğa zor geliyordu. Kavmi ise ona, ‘şımarma’ demişti. Muhakkak ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiği nimetle ahiret yurdunu kazanmaya çalış; dünyadan da nasibini unutma. Allah sana nasıl ihsanda bulunduysa, sen de başkalarına iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuk etme. Muhakkak ki Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas Sûresi 76-77)
Âyetlerin ifadelerine dikkatle bakıldığında şu hakikatleri görmek mümkün olacaktır: Karun, Musa (as) zamanında yaşamıştır. Kendisi büyük zenginlerdendir. Hazinelerinin anahtarlarını taşımak bile büyük bir yüktür. Hazinelerinin ve zenginliğinin büyüklüğünü buna göre düşünmek lâzım. Şunu da unutmamak lâzım ki, zenginlik bir imtihan sebebidir. Allah varlıkla ve yoklukla kullarını imtihan etmektedir. Karun’u da varlıktan imtihan etmiştir.
Karun kendisine verilen bu nimetin kendi kabiliyeti ile elde edildiğini düşünmüş, kendinden aşağıdakilere tepeden bakmış, varlıktan dolayı gurura kapılmıştır. Kendisinden zekât istendiği zaman gurura kapılıp fakirler bu malı benimle beraber mi kazandılar diyerek zekât vermekten kaçınmıştır. Kendi çabası da olmakla birlikte asıl olan Allah’ın kendisine bir ihsanı olarak görüp fakirlerin hakkını vermesi gerekirken o bundan kaçınmış, vermemiştir.
Zekât ve sadakalarını vererek ahiret yurdunu araması gerekirken o dünyanın geçici zevklerinin peşine takılmış ve bu imtihanı kaybetmiştir. Hem nimetin şükrünü eda edememiş, hem de elindeki mal ve servet gitmiştir. Kıyamete kadar kötü örnek olarak anılmaya devam edecektir.
Olayın bu boyutu şahsî hayata bakmaktadır. İnsanlara ibret olması için Kur’ân bunu bir ibret levhası olarak zikretmiştir. Servetinin huzur ve mutluluğunu yaşayamamıştır. Gönül huzuru görmemiştir. O servetle ahireti kazanması gerekirken, o yüzünü dünyaya çevirmiş ve onu da kazanamamıştır. Hem iki dünyanın saadetinden olmuş, hem de servetini kaybetmiştir.
Esas ibret vesilesi olan ise, zekât ve sadakalarla içinin kiri temizlenmeyen bu nimet kıyamete yakın Fırat çevresinden tekrar çıkarılacağı ve onu paylaşmak için insanların buraya saldıracak olmalarıdır. Bu bölgenin yer altı ve yer üstü zenginlikleri, insanların hırs ve hasedini celbedecektir. Ancak Peygamber Efendimiz (asm) bunları da uyarmaktadır.
“Resulullah (asm) buyurdular ki: “Fırat nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça kıyamet kopmaz. Onun üzerine insanlar savaşırlar. Yüz kişiden doksan dokuzu öldürülür. Onlardan her biri: ‘Her halde savaşı ben kazanacağım.’ der.” [Buhârî, Fiten 24; Müslim, Fiten 29, (2894); Ebu Davud, Melahim 13, (4313, 4314); Tirmizî, Cennet 26, (2572, 2573)] Hadisin Buhârî’de gelen bir veçhinde: “...Kim o hadiseye hazır olursa, ondan hiçbir şey almasın.” ibaresi ziyadedir. Bu zenginlikler kimin zamanında çıkarılacak olursa olsun, sakın o maldan almaya kalkışmayın diye ümmetini ikaz etmiştir.
Demek bu zenginlik, nasıl ki sahibine bir fayda vermedi, yüzyıllar sonra ona sahip olmak isteyene de fayda vermeyecektir. Faydanın ötesinde zarar verecektir. Efendimiz (asm) kıyamet öncesinde bu bölgenin kuş bakışı görüntüsünü de haber vermiştir. Burada nasıl kanlı savaşların olacağını, ancak bundan kimsenin kârlı çıkmayacağını bildirmiştir.
Orta doğuyu paylaşmak isteyenlere duyurulur. Ellerini vicdanlarına koysunlar ve tekrar düşünsünler. Özellikle Irak, Suriye ve Anadolu’nun doğu kısmında dışarıdan gelip de nimete konmak isteyenler bir daha düşünmelidir. Bunun sonu hüsran olacaktır. İnsanlar bunu bile bile yine de buralara gelecekler ve ölümüne bu zenginliklerden pay almak isteyecekler. Hadisin işaretinden bu anlaşılıyor.
Bediüzzaman, İslâmî hakikatlerin mazi kıt’asını istilâ etmesine sekiz dokuz mani vardı diyor ve Batılılara ait kısmını sıraladıktan sonra biz Müslümanlarda var olan manileri de şöyle sıralıyordu: “Altıncı, yedinci mâniler: Bizdeki istibdat ve şeriatın muhalefetinden gelen sû-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdat kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdatlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile sû-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mâni de zeval buluyor ve bulmaya başlamış. İnşaallah tam zeval bulacak.” (Hutbe-i Şamiye, Sayfa 34-35)
Orta Doğu’daki çalkantıların arkasından doğacak olan hürriyet güneşidir. İnsan hak ve hürriyetlerinin öne çıkmasıdır. Hedef bu olursa bölge ayağa kalkar. Bu bölgenin huzuru da buna bağlıdır. Bu çalkantıların, hürriyetin sihirli gücünü göstermesini Allah’tan niyaz ediyoruz.
Okunma Sayısı: 5350
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.