Dervişin biri bir ırmak kenarında abdest alırken suyun içinde çok değerli bir taş görür.
Taşı alıp çantasına koyar ve yoluna devam eder. Akşamüstü bir yerde dinlenmek için oturur. Bu arada bohçasını açar ve ekmek ve peynirinden yemeye başlar. O sırada yakından geçen bir dilenciyi de sofraya dâvet eder ve ikramda bulunur.
Bir ara dilencinin gözü çantadaki parlak taşa takılır.
Dervişe, “Allah rızası için bu taşı bana verir misin?” der.
Derviş taşı çıkarır ve dilenciye verir.
Dilenci gider taşı sarraflara bozdurmak ister, değerinin çok fazla olduğunu anlayınca bozdurmak istemez, ama ertesi sabah tekrar geri gelir ve dervişe sorar:
“Bu taşın ne kadar değerli olduğunu biliyor muydun?”
Derviş, “Evet” der.
Dilenci tekrar sorar: “Yani bunu satınca ömrün boyunca zengin bir hayat süreceğini biliyor muydun?”
Derviş aynı cevabı verir: “Evet”
Bunun üzerine dilenci, “Peki bu taşı nasıl kolay bir şekilde bana verdin?”
Derviş, “Allah rızası için demiştin.”
Dilenci sonunda der ki, “Bu taşı sana bugün geri getirdim. Bunun yerine daha değerli bir şey ver.”
Derviş hayretle sorar: “Bunun yerine ne istiyorsun?”
Dilenci şöyle der: “Bu hale nasıl geldin? Bana bunu öğret! Benim için bu, taştan daha değerli.”
Said Nursî, amellerimizde, dünya hayatımızda ve ibadetlerimizde önemli olanın Allah rızası olduğunu sürekli hatırlatır. Allah bizden razı olsa, o kabul etse bütün dünya bizi kabul etmese hiç önemli değil. Yeter ki Allah bizden razı olsun.