Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
Mü'minler, “Biz Allah'ın peygamberlerinden hiçbirini ayırmayız; birine inandığımız gibi hepsine de inanırız” diyerek iman getirdiler. Ve dediler ki: İşittik ve emrine uyduk. Affını ve mağfiretini dileriz, ey Rabbimiz! Varılacak yer Senin huzurundur.
Bakara Sûresi: 285 |
28.08.2010 |
Dünya lezzetlerini takip etmenin şartları İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükrâniyeyi yerine getirmek ve envâ-ı niam-ı İlâhiyeyi hissedip tanımak kaydıyla ve meşrû olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takip edebilir. Şabık İkinci Nüktede, “Kuvve-i zâika kapıcıdır” dedik. Evet, ehl-i gaflet ve ruhen terakkî etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. Onun telezzüzü hatırı için isrâfâta ve bir dereceden on derece fiyata çıkmamak gerektir. Fakat, hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, Altıncı Sözdeki muvâzenede beyan edildiği gibi, kuvve-i zâikası rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zâikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlâhiyenin envâını tartmak ve tanımak, bir şükr-ü mânevî sûretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte, bu sûrette kuvve-i zâika yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle, midenin fevkinde hükmü var, makamı var. İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükrâniyeyi yerine getirmek ve envâ-ı niam-ı İlâhiyeyi hissedip tanımak kaydıyla ve meşrû olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takip edebilir. Ve o kuvve-i zâikayı taşıyan lisanı şükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir. Bu hakikate işaret eden bir hadise ve bir kerâmet-i Gavsiye: Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) Şeyh Geylânî’nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın birtek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyâzattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş: “Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!” Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum biiznillâh!” (Allah’ın izniyle ayağa kalk!) O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.” İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir. Lem’alar, 19. Lem’a, 3. Nükte *** İ’lem eyyühe’l-aziz! Eğer dünyanın veya vücudun mülkiyeti, zılliyeti sende ise, taahhüd, tahaffuz, korku külfetleriyle nimetlerden lezzet alamazsın, daima rahatsız olursun. Çünkü, noksanları tedarik, mevcutları telef olmaktan muhafaza ile daima evham, korkular, meşakkatlere mahal olursun. Halbuki, o nimetler, Mün’im-i Kerîmin taahhüdü altındadır. Senin işin O'nun sofra-i ihsanından yiyip içmekle şükretmektir. Şükürde bir zahmet yoktur. Bilâkis, nimetin lezzetini arttırır. Çünkü şükür, nimette in’âmı görmek demektir. İn’âmı görmek, nimetin zevalinden hâsıl olan elemi def eder. Zira, nimet zâil olduğundan, Mün’im-i Hakikî onun yerini boş bırakmaz, misliyle doldurur ve teceddüdünden lezzet alırsın. Evet; “Onların duaları şu sözlerle sona erer: ‘Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” (Yunus Sûresi, 10:10.) olan âyet-i kerime, hamdin ayn-ı lezzet olduğuna delâlet eder. Çünkü, hamd, in’am şeceresini, nimet semeresinde gösterir. Ve bu vesileyle zeval-i nimetin tasavvurundan hâsıl olan elem zâil olur. Çünkü, şecerede çok semere vardır, biri giderse, ötekisi yerine gelir. Demek hamd, ayn-ı lezzettir.
Mesnevî-i Nuriye, s. 104 LÜGATÇE: kuvve-i zâika: Tat alma duyusu. telezzüz: Lezzetlenme. matbah: Mutfak. nâzır: Bakan. taam: Yiyecek. fevkinde: Üzerinde, üstünde. envâ-ı niam-ı İlâhiye: Allah’ın nimetlerinin çeşitliliği. riyâzat: Nefsi kırma, fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak. mutemet: İtimat edilir, güvenilir. mevsuk: Sağlam. mânevî tevatür: ‘Yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan toplulukların bir haberi aktarması’ mânâsını taşır şekilde. |
28.08.2010 |
Gafletten sıyrılıp, tefekkür etmek lâzım
Günün her saati, görüp bakabilene göre çok güzellikleri içinde saklar. Kâinatın şenlendiği, çiçeklerin ve çimenlerin zemine serpildiği çevremize dikkatle bakmalıyız. Her yaratılan canlı ve cansız varlığın üzerinde Cenâb-ı Hakk’ın silinmez mührü vardır. Bu mühür insanoğlunda cem edilmiştir (toplanmıştır). Biz, bölge olarak dört mevsimi bir arada görme şansına sahibiz. Görürüz de, bakmakta mânâ-i harfî ile bakamıyoruz. Aynı anda sahilde yazı, iç kesimlerde ilkbahar ve sonbaharı, Kaçkarlar’da ise kışı hangi bölgede görmek her insana nasip olur? Yaratılan her bir nebatat ve hayvanat âlemi bizler için yaratılmıştır. İnsanoğlunun olmadığı bir dünyayı düşünmek bile abes ile iştigaldir. Her canlı görevini bihakkın yerine getirmekle yükümlüdür. Bir çiçek, kendisi için açmaz. İnsanoğlunun görüp, bakıp, ibret alması için bizleri selâmlar. Her bir hayvan kendi başına bizlere süt ve et imal etmez. Bizlerin emrine verilmiş olan bu hayvanat âleminin dünyaya gönderilmesi bize hizmet içindir. Böylesine muhteşem bir san'at eseri ile karşı karşıya bulunmamıza rağmen bizler hâlâ gaflet uykusundan uyanamıyoruz. Şeytanî vesveselerin vermiş olduğu zararları saymakla bitiremeyiz. Aklımıza ve kalbimize düşen birçok vesvese, nefsin tasdiki ile bizi içten içe kemiriyor. Verilene şükredemedik. Daha fazlasına talip olduk. Bulamayınca hak hukuk tanımadık. Sonunda belki bulduk. Peki, bulunca mutlu mu olduk? Bulamayanlar ise mutsuz ve umutsuz mu oldu? Sabah erkenden kalkarak yeniden bizlere merhaba diyen gün ışığını seyretmek benim çok ilgimi çeker. Akşamın karanlık örtüsünü sabahın erken saatlerinde aldığı emir ile üzerinden atan kâinat, yeniden insanlara merhaba diyor. Her zaman aynı saatlerde açan sabah; dünyamız kurulduğundan bu yana hiçbir aksamaya ve gecikmeye uğramıyor. Benim ikamet ettiğim evin kapısında birçok çiçek vardır. Bunlardan birisi diğerlerinden daha çok dikkatimi çeker. Gündüz yüzünü dünyaya kapayıp akşam yeniden açar. Bu açış ertesi gün ortasına kadar devam eder. Aklı ve şuuru olmayan siyah bir topraktan sarı açan çiçeği kim, niçin, neden açar ve kapar? Rüzgârın etkisi ile sağa sola savrulan, incecik yapraklı bu nazenin çiçek, bizim de bilemediğimiz bir lisan-ı hâl ile Yaratanı tesbih ediyor muhakkak. Ben bu çiçeğe bakınca üzerindeki san'atı görmeye çalışırım. Yaratılandan çok Yaratanın etrafında tefekkür eder dururum. En küçük bir atom parçasının bile, başıboş ve anlamsız yaratılmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bize göre anlamsız ve mânâsız olan herhangi bir canlı, kâinatın dengelenmesinde etkin bir rol ve görev üstleniyor. Böylesine muhteşem bir san'at eserinden binlerce san'atkâr esinlenerek resim yapıyor ve romanlar yazıyor. İç âlemimiz bu yaratılanlara bakış açımız ile şekilleniyor. Her yanımızda bizi kendine bağlayacak san'at eserlerini yaratan Allah’a ne kadar şükretsek yine de şükrümüzü eda edemeyiz. Kur’ân’da 75 yerde “Şükrediniz” âyeti vardır. En az 250 yerde ise “Hamdediniz” geçmektedir. Allah, bizi şükre ve hamde dâvet ediyor. Biz ise bunların kıymetini ya bilmiyoruz. Veya bilmek istemiyoruz. İnsanoğlu fıtraten ebedî olarak bu âlemde yaşamak ister. Bu, bizim için, bu hayattan sonra başka bir ebedî âlemin varlığına delildir. Bunca muhteşem san'atlı cihazatla donatılan insan başıboş hareket edemez. Tatmin olmayan binlerce hissimiz vardır. İnsan bu hislerle adeta ayrı ayrı âlemlerin kapısını açar. Bir anda öfkesi ile kırıp, yıkıp döktüklerine, ardından üzülür. Her bir duygumuz ayrı ayrı isteklerle donatılmıştır. Bu hislerimizi kontrol altına alabilmek ancak din ile, dinin emir ve yasaklarıyla olabilir. Dağları, ovaları, denizleri, nehirleri, içindeki bütün yaratılan canlı ve cansız mahlûkatı bizim emrimize hizmetçi kılan Allah’a sonsuz şükürler olsun. Her sabah ağrısız, sızısız bizi yataktan kaldırıp, kâinata yeniden merhaba dedirten yüce Rabbim’e hamd-ü senalar olsun. Dünya ve içindekiler, bizlere belirli bir zamanda meşrû daire içinde kullanmak için verilmiştir. Ebedî âlemimizde bize faydası dokunmayacak olan, lâkin çok cazip olsa bile onu terk edebilenlere selâm olsun. Geriye doğru dönüp maziye bir bakın. Çağ açıp kapayanlar, saltanatlarıyla göz kamaştıranlar... Servet ve şöhret peşinde koşanlar nasıl dünyaya geldiler? Neyle dünyadan göçtüler? Geriye kalanlar şimdi ne yapıyorlar? Onlar da giderken peşinden neler götürecekler? Herkes mutlaka bir şeyler okuyor. Benim âcizane tavsiyem; bir saat kendinize ayırın ve kâinat kitabını okumaya çalışın. Göreceksiniz ki; akıl, kalp ve ruh ne kadar rahat edecektir.
ABDULLAH UZUN |
28.08.2010 |