23 Ağustos 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

ORDU MİLLETLE BARIŞMALI

Türkiye'nin tarihine, kültürüne, kendine özgün sosyal-siyasal politikalar üretmek zorunda olduğunu belirten Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Derneği Başkanı eski binbaşı Tarık Çelenk, TSK'nın da buna uygun yapılandırılması gerektiğini belirtti.

BAŞÖRTÜSÜ YASAKÇILIĞI BASİTLİK

Ordunun denetlenebilir olmasını isteyen Çelenk şöyle devam etti "Ordumuz kendi halkıyla çatışacak duruma geliyor. En basiti başörtüsü meselesi. TSK, içinden çıktığı halkın gerçekliğinin karşısında durmaması lâzımdır."

Ordu kendi vatandaşını tehdit olarak göremez

Türkiye’nin sorunlarının serinkanlılıkla konuşulması, kamplaşmalardan uzak tutularak ele alınması gerçeği önümüzde duruyor. Biz de Türkiye meselelerini tarafsızca ele alan, tartışan Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Derneği Başkanı eski binbaşı Tarık Çelenk’le konuştuk. Ekopolitik iki yıldır “Türkiye’nin büyük çatısı ve ortak aidiyet” başlığıyla toplantılar düzenliyor. Emekli binbaşı Türkiye’nin kendi sorunlarına kendi çözüm bulmalı derken, Türk subayının başörtüsü peşinden koşmasını da basitlik olarak açıklıyor….

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Derneği, kısa adıyla Ekopolitik, yaklaşık iki yıldır “Türkiye’nin büyük çatısı ve ortak aidiyet” başlığıyla toplantılar düzenliyor.

Emekli binbaşı, stratejist Tarık Çelenk’in kurduğu Ekopolitik’in faaliyetlerine, çok farklı kesimlerden insanlar katılıyor. Bu toplantılarda oluşturulan çekirdek ekipler, İstanbul’un dışında Hakkâri ve Mersin’e de gidip, Türkiye’nin kimlik temelli sorunlarıyla yüzleşmesi için çaba gösteriyor. Amaç, herkesin maskesiz konuşması, birbirini tanıyıp anlaması ve çözümlerin tabanda üretilmesi. Bu etkinlikler, politik psikolojinin kurucusu ve dünyanın değişik bölgelerindeki çatışmaların barışçıl çözümü için 1979’dan beri projeler geliştiren psikiyatr ve psikanalist Vamık Volkan’ın rehberliğinde yapılıyor.

Türkiye’nin sosyopolitik olarak ana sorunu ne

sizce?

Aidiyet kaynaklı sorunlarımız var. Gün geçtikçe gelecekle ilgili kaygılarımız artıyor, aynı rüyaları göremiyoruz. Gelecek tasarımız, ortak aidiyetimiz, ortak rüyamız çok olsa istenilen demokratik haklara kuşkuyla bakmayız ve endişe edilmeden tartışılır. Türkiye’de önemli problemlerden biri de terör meselesi. PKK dağdan inip silâh bırakmak istiyor. Bir şekilde Türkiye’nin gelecek tasavvurunda yer almak istiyor. Ortak bir geleceği paylaşmak istiyorlar. Ama problem silâh bıraktırılmasının gerekçelendirilmesi. Sorunların temelinin çoğunda da psikolojik faktörler yer alıyor. Aslına bakarsanız Türkiye’nin ortak gelecek potansiyeli var, ancak bu siyasî elitler tarafından ortaya çıkarılmamıştır!

Aidiyetten kastınız tam olarak nedir?

Mübadele döneminde Trabzon’dan Yunanistan’a gitmiş Hıristiyan biri yıllar sonra Trabzon’da kalan akrabasıyla buluşur. Müslümanlaşmış olan Trabzon’daki akraba “Ne güzel dinini değiştirmeden bugüne kadar yaşadın” der. Yunanistan’a yerleşmiş olan kişi ise “Aslına bakarsan sen daha şanslısın. Topraklarından, ait olduğun yerden kopmadan yaşadın” der. Kendini bir yere ait hissetme bu galiba.

Ekopolitik olarak Balkan gençlerinin yetiştirilmesiyle ilgili projelerimiz var. Bu mânâda izlenim edinmek için Ramazan dolayısıyla arkadaşlarımızdan biri TRTTurk’le birlikte Balkanları dolaşıyor. Bize attığı mailde “Balkanlarda o kadar farklı etnik kimlikte insanlarla karşılaştım, ancak neredeyse hepsi Türkçe konuşuyor ve Müslümanlar. Herkes kendini buraya ait hissediyor” diyor. İşte aidiyet ortak yaşanan geçmiştir. Dil, din, ırk fark etmeden ülkemizin insanlarının da bin beşyüz yıllık beraber yaşanmış bir geçmişi var.

Ama bu geçmiş içinde sadece güzel anılar yok. Savaşlar var, acılar var…

İnsanları birbirine bağlayan sadece ortak mutluluklar değildir. Acılarımızla, mutluluklarımızla, savaşlarımızla paylaşacak çok şeyimiz var. Paylaşacak şeyimiz az olsaydı aidiyet hissimiz de az olurdu. Az önce belirttiğim gibi bu aidiyet hissini uyandıracak olan da ortak rüyamızdır. Türkiye’de sorunlu gibi görünen Türk-Kürt, Alevi-Sünnî bir aile Amerika’ya gidip komşu olup iyi geçinebiliyorlar. Onların orada paylaştığı şey Amerikan rüyası. İnsanlar Amerika’ya refahı paylaşmak için gidiyorlar. Aynı şekilde bundan önce Roma rüyası vardı, Osmanlı rüyası vardı.

Ya Türkiye rüyası…

Türkiye Cumhuriyeti ilk travmalarını ve sancılarını atlattı. Bundan sonra yeni bir hayal oluşturma aşamasındadır. Devlet buna adapte olamıyor, elitlerimiz bunun farkına varamıyor. Dünyanın yaşadığı ekonomik krizden sonra Türkiye bölgede güç olma yolunda ilerliyor. Türkiye ile bölgenin kaderi birbirinden etkileniyor. Eskiden de Anadolu karıştığında Balkanlar ve Ortadoğu karışırdı. Bunu Birinci Dünya savaşında da gördük. Bugün de Balkanlarda ve Ortadoğu’da meydana gelen birçok olay Türkiye’yi etkiliyor. Aslına bakarsanız bölgesel olarak ortak rüyayı görmede bir sıkıntımız yok. Burada önemli olan ülke içindeki demokratik standardı eşit olarak belirlemek. Siyasilerin en büyük hatası kendi Kürt’ünü, Alevi’sini oluşturma isteğidir. Böyle ast-üst ilişkisinde bu insanlara devlet bile versen kabul etmezler.

Türkiye’nin ortak gelecek kurmak için yeterli

birikime sahip olduğunu ancak siyasî elitlerin bunu ortaya çıkarmadığını söylediniz. Ne kast ettiniz?

İngiliz devletinin kendi gerçeğini kabul etme ve yüzleşme gibi cesareti var. Devlet devam ediyor, ancak zamana uygun olarak kendine yeni sistem kuruyor. Bizdeki devletin problemi değişen dünyada, yeni oluşan sosyal yapılara, siyasî değişimlere adapte olup sorun çözme konusunda.

Sizce Türkiye yeni dünyada ne yapmalı?

Stratejik derinlik diyoruz Balkanlara gidip Sırplarla olan sorunu çözmeye çalışıyoruz, Kafkaslarda Gürcülerin problemini çözmeye çalışıyoruz, Ortadoğu’da Arapların sorunlarını çözmeye çalışıyoruz. Ancak kendi insanımızın sorunlarıyla yüzleşmekten kaçınıyoruz. Eğer stratejik bir derinlik var ve dışarıda güç kazanmak istiyorsak önce içerdeki sorunları çözmemiz gerekiyor. Burada bir tutarlılık olması gerekir. Bunun yanında kendi iç sorunlarımızı kendimiz çözmek yerine küresel aktörlerle sorunları konsolide etmeye çalışırsak ilerde Türkiye’ye hak etmediği bedeller ödetilebilir.

Bu nasıl bir tehlike, daha somutlaştırarak anlatır mısınız?

“Ben senin terör örgütünü silâhsızlandırdım Afganistan’da lojistik unsurlarda kalıyorsun biraz sahaya çık. Özbekistan’da sahaya gir” denilebilir. Böyle bir durumda Türkiye Müslüman unsurlarla karşı karşıya gelecektir. Son dönemdeki terör örgütünün silâhsızlanması gönül ister ki Türk siyasî sisteminin inisiyatifiyle olsun. Ama bakıyorsunuz Amerikan dış işlerinde bir toplantı oluyor Türkiye bundan sonra bu süreçlere başlıyor. Türkiye kendi projesini üretmek zorundadır. Türkiye kendi projesini üretmezse, Türkiye’nin sorunları için devlere girenler bunun bedelini ağır bir şekilde isteyebilirler. Bu da Türk insanının hak etmediği bir bedel olur!

Peki Türkiye’nin kendi çözümlerini kendi

üretememesinin nedeni nedir?

Mühendislikte bütün güçlerin dengede olduğu ancak birinin kıpırdamasıyla değişecek denge vardır. Buna kararsız denge denir. Böyle bir dengede ara-geçici çözümler ve buna uygun siyasî aktörler ortaya çıkar. Ama işler daha kötüye gitmeye başladığında büyük liderlikler ortaya çıkabilir. Bu liderlik tek başına yeterli olmayabilir; tarihten, kültürden, değerlerden güç alması gerekir.

Ya yerleşik devlet geleneği direnirse?

Risk alacak yapı siyasîlerdir. Devletin bürokratları risk almazlar. Bürokratlar çözümü bilirler, ama uygulamazlar. Ancak sadece kendi tabanına liderlik yaparak siyasiler sorunları çözemezler çünkü böyle bir durumda toplumun diğer kesimlerinde ayrımcılık duygusu uyanır.

Ancak Türkiye’nin siyasî geleneğinde iktidar kim olursa olsun muhalefet sorunların çözümüne katkı yapmamıştır. Bu da çarpık bir durum değil mi?

Biz kervanı yolda düzüyoruz ya da metodoloji amacın önüne geçiyor. Eğer metodoloji yanlış belirlenmişse, toplumun bazı kesimlerinden dışlanmışlık duygusu hakimse toplumsal sorunlarda konsensüs sağlanamıyor. Eğer Türkiye’nin sorunları konusunda doğru metodoloji uygulanmış olsa idi toplum katkı sağlamayan muhalefeti dışlamış olacaktı. Türkiye’nin Kürt sorunuyla ilgili fazla bir zaman kalmadı. Artık 2011’den sonra çözüm planı net olarak ortaya konulmalıdır. Bu sorunun temeline baktığınızda yarısı psikolojik; Türkün kaygılarıyla Kürdün onur meselesi…

Sizce Türkiye’deki eski sistemin savunucuların

durumu nedir?

Cumhuriyet kurulduktan sonra küreselleşmenin ikinci dönemiyle birlikte çevre merkez olmaya başladı. Devleti kuran yapı değişime uğramak zorundaydı. Çevre dediğimiz insanlar 50’lerde tarımla uğraşırken şehre indiler, 80’lerde ise bu halleriyle dış dünyaya yöneldiler. Türkiye’deki eski yapı dünyanın hızlı değişimine ayak uydurmalıydı, ancak uyduramadı. Ayak uyduramadıkça da tasfiye oluyorlar zaten ve merkeze yeni unsurlar geliyor.

Eski dünyada Nato’nun Gladyo türü yapılanması vardı, ancak soğuk savaş sonrası bunlara ihtiyaç kalmadı. Eskiden bu tür yapılarla ilgili video görüntüleri bilgiler verilmezdi. Yinelemekte yarar görüyorum; bu tür değişimleri örgütleyenler kendi kadromuz, kendi ortak rüyamız ve geçmişimiz olmalı. Eğer bu değişimleri yabancı dinamiklerin gölgesinde örgütlemeye çalışırsak hak etmediğimiz bedeller ödeyebiliriz!

Sizce Türkiye’nin değişim sürecinde ordunun

konumu ne olmalı?

Ordumuz Batıdan, Amerika’dan gelen tehditleri iyi algılamakla birlikte kendi içindeki tehdit algılamalarında hataya düşüyor. Kendi halkıyla çatışacak duruma geliyor. En basiti başörtüsü meselesi. TSK içinden çıktığı halkın gerçekliğinin karşısında durmaması lâzımdır. TSK siyasilerin, devletin oluşturacağı rüyanın güvenlik vizyon yapılanmasına gitmek durumundadır. Bu vizyon yapılanmasına gittiği içinde başına böyle şeyler geldiğini de iddia edenler var.

Yani Türk ordusu Türkiye’nin kendi rüyasıyla ilgili yeni bir yapılanmaya gittiği için mi bu belgeler bilgiler ortalığa çıkıyor?

Amerikalı bir zat tarafından Türk ordusunun Balkanlarda ve bölgesinde erken müdahaleye gidecek şekilde yapılandığı yazılmıştı. Bunun da kendileri açısından tehlike arz ettiğini beyan etmişti. TSK’yla ilgili son günlerde yaşanan yoğun tartışmanın bir nedeni de bu olabilir. Ancak TSK’nın da siyasetten uzak durup, Türkiye’nin bölgesel vizyon başarısının iç sorunlarını çözmekten geçtiğini fark edip kendini ona göre konumlandırması gerekir. Artık subayların sadece vatan biz kurtarırız anlayışıyla yetiştirilmemesi gerekiyor!

Siz ordunun Amerika’dan gelen tehlikenin farkında olduğunu söylüyorsunuz, ancak öbür taraftan ordu NATO ordusu… Bu bir çelişki değil mi?

Sosyal olaylar bazen çok yalın bir şekilde doğru ya da yanlış diye basitçe açıklanamıyor. Ordunun NATO’ya üyeliğini Osmanlı’nın Batıyla olan ilişkinin bir devamı olarak görmek mümkün, ancak devletin de devlet olduğunu unutmaması gerekir. Şunu da söylemek gerekir ki artık yeni nesil NATO subayı değil. Eskiden terfilerde Belçika’da görev yapmak, oralardan gelen telefonlar bir önem arz ediyordu. Ancak yeni nesil NATO’da yetişmiyor. Amerika da ordunun bu değişiminin farkında…

Yeni sistem nedir?

NATO’da yetişmeyen, Türkiye’nin bölgesel gerçekliğiyle yüzleşen, ama sonuç olarak siyasetle ilişkilerinde “Büyük Grup Kimliği”yle hareket eden subaylar var. Bu subaylar “Biz varız” diyor. Böyle bir yapılanmada psikolojik olarak işin içine ya mağduriyet ya da aşağılama duygusu giriyor.

Ancak söylediğiniz tarz subaylar Batıdan

uzaklaştıkça İran, Çin, Rusya gibi ülkelerle işbirliğini savunur duruma geliyor ki bu da Türkiye’nin demokrasisine ne kazandırır bilinmez!

Söylediğiniz gibi burada muhakkak sorunlar söz konusu, ancak Türkiye tarihine, kültürüne, kendine özgün sosyal-siyasal politikalar üretmek zorunda. Türkiye’nin bölgede karar verici olmaktan başka çaresi yok. TSK’nın da buna uygun yapılandırılması gerekir. Türk subayının vizyonunun başörtüsünün peşinden koşmaması gerekir. Yazıktır, günahtır. Bunlar basit işler. TSK’nın artık kendi vatandaşını tehdit olarak görmemesi lâzım. Koskoca bir devletin etnik bir gruptan gelen taleplerden korkmaması gerekir. Eğer biz büyüyeceksek bunları sırtımıza alarak büyüyeceğiz.

Türkiye’de her şey karmakarışık olmuş durumda. Neye inanacağına şaşırmış durumdalar… Bir taraftan ordu içinde bazı yapılanmalar ortaya çıkarılıyor. Öbür taraftan siz ordunun Amerika’nın rahatsız olduğu bir yapılanmaya doğru gittiğini söylüyorsunuz. Öbür taraftan ordu demokratik bir denetime tabi değil, ama siyasilerin liderlik yapmasını istiyorsunuz…

Haklısın, haklısın, haklısın…öncelikle ordunun denetlenebilir olması gerekir. Ordu keşke İlhami Erdil meselesinde olduğu gibi bu sorunları kendi içinde çözebilseydi. Bunun yanında ordunun terfi sisteminde büyük hatalar var. Orduda halkla iç içe olan subayların önünün açılması lâzım. Karargâhta oturan insanlardan ziyade saha tecrübesi olan insanların tepeye gelmesi lâzım. Bazı istisnaların olduğunu da söylemek gerekir.

23.08.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (22.08.2010) - Ayrımcılık devam edemez

  (16.08.2010) - Ramazanda peygamberimizin Cömertliği herkesi kuşatırdı

  (15.08.2010) - Terörün çözüm formülü: Kur’ân-ı Kerim

  (09.08.2010) - KUR’ÂN’DAN SOĞUTMA PROJESİ TUTMADI

  (08.08.2010) - ‘DERHAL, Her eve bİr Kur’ân kampanyasI HER EVE BİR KUR’ÂN KAMPANYASI BAŞLATILMALI

  (07.08.2010) - Bütün sorunların çözümü Kur’ân’da

  (06.08.2010) - Kur’ân-ı Kerim fıtrî bir ihtiyaçtır

  (05.08.2010) - TRANSFERDE ZİHNİYET DEĞİŞMELİ

  (04.08.2010) - Futbola hizmet etmek istiyorum

  (01.08.2010) - Örtü kadının haremidir


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.