KUR'ÂN’IN EN BİRİNCİ MESAJI: TEVHİD |
BİR ÂYET, BİR YORUM “İlâhınız tek bir ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, Rahman’dır, Rahim’dir.” (Bakara Sûresi: 2/163)
Kur’ân’ın en birincisi mesajı “tevhid”dir. Yani Allah’ın birliğidir. Biz Kur’ân’dan öğreniyoruz ki, müşrikler Allah’ın varlığına inanıyorlardı, ama Allah’ın birliğine inanmıyorlardı. Çünkü onlar cansız varlıkları Allah’a ortak koşuyorlardı. Kur’ân’ın dikkat çektiği şey, Allah’ın varlığı ile birlikte “birliği” gerçeğidir. Şirk cahiliye toplumunda olduğu gibi bazen çok açık olur ve insanlar elleriyle yaptıkları maddelere taparlar. Bazen de gizli olur. Günümüzde şirkin bu nev’î daha yaygındır. Bizim toplumumuzda insanlarla konuştuğunuzda Allah’a inandıklarını söylüyorlar. Fakat bir çok insan bilinçli davranmıyor, sebepleri Allah’a ortak koşuyor. Çiftçilik yapan bir kardeşimiz, tarlayı mercî tanımayacaktır. Tarla sadece ona rızkın gelmesi için bir vesiledir. Dilimizi “Toprak güzel mahsul verdi” gibi cümlelere alıştırmamalı, “Allah bu sene mahsulü çok güzel ihsan etti” demeye alıştırmalıyız. Bu bize verilen nimetin kim tarafından ikram edildiğinin şuurunda, bilincinde olmak demektir. Bir esnaf arkadaşımız, “Dükkân bugün iyi para getirdi” demek yerine, “Allah bugün rızkımızı bol verdi” diye düşünmelidir. Çünkü rızkı veren Allah’tır. Diğer herşey bir vesiledir. Diğer taraftan bir kurumda, ya da şirkette çalışan kimse de Allah’ın kendilerine kurum ya da şirket vasıtasıyla rızıklarını verdiğini düşünmeli, böyle imanın bilincine varmalıdır. İnsanların dünyevî idarelerinde de bir teklik vardır. Bir köyde bir tek muhtar olur. İki muhtar olmaz. Bir şehirde bir vali, bir ülkede bir başbakan olur. Ancak insanların güç ve kudretleri sınırlı olduğu için bu tek olan idarecilerin yardımcıları, memurları vardır ve icraatı beraber yürütürler. Bu kâinatın ve bütün varlıkların yaratıcısı, terbiye edicisi de bir tek Zattır. Fakat Allah’ın yaratmış olduğu sebepler, insanların yardımcıları ya da memurları gibi değildir. Bütün sebeplerin hepsi Allah’ın kudretine bir perdedir. İnsan düşünmekle, tefekkürle bu perdeyi aralamaya ve Allah’ın sonsuz kudretini görmeye dâvet ediliyor. Bu da imtihanın sırrıdır. Yoksa Allah hiçbir sebebi ortaya koymadan herşeyi kendisi yaratırdı. Hz. Âdem’i (as) anasız ve babasız dünyaya getiren, Hz. İsa’yı (as) babasız dünyaya getiren Allah’ın herşeye gücü yeter. Ama herşeyi sebepsiz yaratsaydı, bu takdirde imtihanın sırrı bozulur, herkes iman etmek zorunda kalırdı. O takdirde dünyanın bir sınav yeri olarak yaratılmasının ve insanın bir sınava tabi tutulmasının hiçbir anlamı kalmazdı. Bu yüzden Allah’ın varlığına inanmanın yanı sıra, birliğine de inanmak gerekir. Eğer birden fazla ilâh olsaydı elbette bu kâinatta görülen düzen, intizam bozulurdu. Bütün insanları bir tek Allah yaratmamış olsaydı, birden fazla ilâh yaratmış olsaydı, insanların azalar bakımından bir olması ve simalarının farklı olması mümkün olmazdı. Çünkü bir işe birden fazla el karışırsa karıştırır, bozar. Cenâb-ı Hak bizleri tevhid inancının sırrına eren insanlardan eylesin. Âmin.
ALLAH İÇİN SEVMEK BİR HADİS, BİR YORUM “Size verdiği nimetlerin çokluğu sebebiyle Allah’ı sevin. Allah’ı sevdiğiniz için beni seviniz. Ben kendilerini sevdiğim için de ehl-i beytimi sevin.” (Tirmizi, Menakıb:31; Camiüssağir, I, s.89)
Bu hadis-i şerifte üç önemli husus üzerinde duruluyor. Bunlardan birincisi Allah sevgisi, ikinci peygamber sevgisi, üçüncüsü de Ehl-i Beyt sevgisidir. Her şeyin başı Allah sevgisidir. Allah’ı her şeyden önce ve en fazla sevmeliyiz. Sevginin sebeplerinden birisi ihsandır, iyiliktir. “İnsan iyiliğin kulu, kölesidir” denmiştir. Bizler, eşimizin, dostumuzun, arkadaşımızın bize yaptığı basit bir iyilikten dolayı onlara teşekkür eder ve onları severiz. Halbuki bize her türlü nimeti ihsan ve ikram eden Allah’tır. Bizi insan olarak ve sağlıklı yaratması, büyük bir nimettir. Aklımızın var olması büyük bir nimettir. Midemizin ihtiyaçlarını karşılamak için yarattığı herşey büyük nimetlerdendir. Ülfetten dolayı farkına varamadığımız güneş, hava, su en büyük nimetlerdendir. Konuşmak, görmek, duymak, hissetmek, sevmek, nefret etmek çoğu zaman farkına varmadığımız en büyük nimetler arasındadır. İslâma girmiş olmak, imanlı olmak en büyük nimetlerdendir. Bu kadar nimetleri Allah’tan başka insana bahşedecek kimse yoktur. O halde Allah’ı, bize sunduğu saydığımız ve sayamadığımız bu kadar çok nimetlerden dolayı sevmeliyiz ve sevgimizin gereğini fiillerimizde, davranışlarımızla yerine getirmeliyiz. İkinci olarak Allah’ı sevdiğimiz için Peygamberimizi de (asm) sevmeliyiz. Çünkü O'nun Habibi, Peygamberimiz’dir (asm). Bir kişi gerçekten sevdiği bir insanın, en sevdiği arkadaşlarını, dostlarını da sever. Aynen bunun gibi Allah’ı gerçekten seven bir kimse, onun en çok sevdiği Hz. Muhammed’i (asm) sever. Hazret-i Muhammed’i sevmek de onun sünnetine tâbî olmaktır. Onun yaptıklarını yapmaktır. Yoksa sadece bazılarının zannettiği gibi kuru kuruya sevgi insanı kurtarmaz. Üçüncü olarak da Ehl-i Beyte karşı sevgidir. Çünkü Peygamberimiz (asm), kızı Fatıma’yı, torunları Hazret-i Hüseyin ve Hazret-i Hasan’ı sevdiğini söylüyor. O onları Allah için seviyor. Biz de onları Allah için sevmeliyiz. Yoksa onlara olan sevgimiz Allah sevgisinin önüne asla geçmemeli. Cenâb-ı Hak bizleri kendisini seven ve ibadet eden, Resûlü’nü seven ve sünnetine uyan, Ehl-i Beytini de seven, birbirimizi de Allah için seven kullarından eylesin. Âmin.
YRD. DOÇ. DR. ATİLLA YARGICI |
22.08.2010 |