24 Mayıs 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

AB, Müslüman Bosna’nın garantisi olacak

Boşnak Millî Marşının yazarı, aynı zamanda ilâhiyat fakültesi öğretim üyesi olan Cemalettin Latiç, Bosna’daki savaşın şekil değiştirdiğini ve Boşnakların, Bosna’da yüzde 50 eşitliği sağladığı güne kadar süreceğini söylüyor. İzzetbegoviç’in de aralarında bulunduğu ekiple 3.5 yıl cezaevinde kalan Latiç’e göre “özgür ve Müslüman bir Bosna”nın garantisi Avrupa Birliği olacak. Latiç, daha önce de bir beyanatında Bediüzzaman Hazretlerinin “Medresetüzzehra” modelinin Balkan Müslümanları için de bir çıkış noktası olacağını ifade etmişti.

Şehit kanlarının suladığı topraklar

BALKANLAR sancılı bir coğrafya. 20. asrın başlarında ilk milliyetçilik ateşleri de burada yanmış, 1. Cihan Harbinin fitili de bu topraklarda ateşlenmiş. Osmanlının ilây-ı kelimetullah anlayışı ile şekillenen fetih ve cihad ruhu sayesinde asırlarca engin bir hoşgörü yaşanmış. İnsanlar dil ve dinlerini açığa vurmakta özgür bırakılmışlar. Ne zamanki Osmanlı buraları terk etmiş, istilâcı ve materyalist felsefenin insafına terk edilen bu coğrafyanın insanları hep huzura hasret kalmışlar. Yarım asır süren komünist işgalin dayattığı dinsizlik cereyanı ise bedenler gibi ruhları da çoraklaştırmış.

Baharla birlikte tabiatın uyandığı bir zamanda ziyaret ettiğimiz Saraybosna’da öz benliğine dönüş başlamış. Ecdadın mührü sapa sağlam duruyor. Camiler açık, ezanlar okunuyor, saflar sık, tekkeler, medreseler hayatta ve ayakta. Allah’ın mükrim davrandığı bu coğrafyada Karadeniz’in yeşili, Akdeniz’in iklimi hâkim. Her türden meyve-sebze yetişiyor, hayvancılık yapılıyor.

Özetle; kıştan çıkmış Bosna maddî-manevî bir bahar yaşıyor. Her ne kadar yakın geçmişte yaşadıkları savaşın tedirginliği ve izleri yaşansa da geleceğe her bakımdan ümitle bakmak istiyorlar.

BOSNA, AH BOSNA!

Sarojevo, Sarayova ya da bizde kullanılan ismiyle Saraybosna Bosna-Hersek’in başşehri. Şehir çok dramatik bir tarihe sahip. İslâmla tanışması 15. asır başlarına rastlıyor. 1400’lü yıllardan itibaren başlayan öncü akınlar, 1463 yılında Fatih Sultan Mehmed’in bütün Bosna topraklarını almasıyla sonuçlanır. Osmanlı idaresinin bölge halkına yaklaşımı ve hoşgörüsü, daha öncesinde de tevhid dini benzeri bir inanca sahip olan Boşnakların kitleler halinde Müslüman olmalarını netice verir. 400 yılı aşkın bir zaman Osmanlı himayesinde kalan bölgeye önemli hizmetler götürülür. Saraybosna ve çevresi Avrupa’nın ilim ve fikir merkezi olur. Şehirde bugün hâlâ Osmanlı döneminden kalma eserler dimdik ayakta ve o günlerin haşmetini haykırıyor.

(Fatih Sultan Mehmet'in Boşnaklar nezdinde ayrı bir yeri var. Çok seviliyor. Bosna'nın fethinden sonra Fatih tarafından yayınlanmış kanunnameye pek çok yerde rastladık.)

Osmanlı devletinin zayıflaması üzerine 1878’de Bosna-Hersek toprakları Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş. Daha sonra Berlin Antlaşmasıyla bu topraklar adı geçen imparatorluğa verilmiş. Bu işgalden sonra çok sayıda Bosna-Hersekli Müslüman Anadolu’ya veya henüz Osmanlı’nın elinde olan Balkan topraklarına göç etmiş. Yurtlarını terk etmeyen Bosna-Hersekli Müslümanlar ise kendi aralarında birlik oluşturarak 1900’de Mostar Müftüsü Ali Fehmi Cabiç’in liderliğinde işgal yönetimine karşı bir mücadele başlatmıssalar da sonuç alamamışlar. Alman işgali sırasında da Sırplar yüz binden fazla Müslümanı katletmişler.

Osmanlıların bölgeyi fethiyle tarihinin en mesut dönemini yaşayan şehir ve çevresi, Balkanlarda yayılan milliyetçilik ateşinin körüklemesiyle elden çıktığından bu yana huzura hasret yaşamış. Bu sancılı coğrafya, İkinci Dünya Savaşından sonra da komünizm esaretine teslim olmuş. İnançsızlık reijmi, bütün dinlere savaş açıp, insanları yaratılış gayesinden uzaklaştırmış. Dinini öğrenmek yasaklanmış, mabetlerin kapısına kilit vurulmuş.

İcraat ve zulmüyle insanları fakirlikte eşitleyen bu dinsizlik rejiminin yıkılmasından bir süre sonra ise Bosna bu sefer medeni dünyanın seyrettiği bir iç savaş ve katliâmla karşı karşıya kalmış. Boşnaklar, sadece Müslüman kimliklerinden dolayı Sırp ve Hırvatların yıllardır içlerinde biriktirdikleri kin ve nefretin acımasız yüzüyle tanışmışlar. Boşnaklar, komünizm rejiminin yaptığı tahribatla inançlarını ve kültürlerini unutsalar da isimlerinin Hasan, Hüseyin, Tahir, Ekrem, Münire olması onların Müslüman kalmasını sağlamış. Sırplar da, belki de aynı içki masasını paylaştıkları komşularını sırf Müslüman kimliği taşıması dolayısıyla düşman bellemişler. Böylece ismiyle Müslüman olan, ama yaşantısı Sırplara benzeyen bir kısım Boşnakları karşılaştıkları savaş musîbeti intibaha getirmiş. Şerden hayır doğmuş, şehit kanlarıyla yıkanan nesilden şehit ve gazilik mertebesine yükselenler ebedî dünyaları için kazanç elde etmişler.

"CİNAYETİN NETİCESİ, MÜKÂFATIN

MUKADDEMESİ"

Bediüzzaman Hazretleri 1. Dünya Savaşındaki mağlûbiyetimizi tahlil ettiği, Tarihçe-i Hayat’ta da yer alan Rüyada Bir Hitabe başlıklı bölümde şu değerlendirmeleri yapar:

“Tekrar biri sordu: “Mûsîbet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu mûsîbetle hükmetti?

Mûsîbet-i âmme ekseriyetin hatâsına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir?”

Dedim: “Mukaddemesi üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: Salât, savm, zekât.

“Zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrikle bir nev’î namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefâreten beş sene oruç tutturdu. Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik, O da bizden müterakim zekâtı aldı. “Amelin karşılığı kendi türünden birşeyle verilir.”

“Mükâfat-ı hâzıramız ise: Fâsık, günahkâr bir milletten, humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatâdan neş’et eden müşterek mûsîbet, mâzi günahını sildi.”

Yine biri dedi: “Bir âmir, hatayla felâkete atmışsa?”

Dedim: “Mûsîbetzede mükâfat ister. Ya âmir-i hatâdarın hasenatı verilecektir; o ise hiç hükmünde. Veya hazine-i gayp verecektir. Hazine-i gaybda böyle işlerdeki mükâfatı ise, derece-i şehadet ve gaziliktir.” (Sünûhat, s. 62, (yeni tanzim, s. 154)

Bosnalı Müslümanlar da 1992-1995 yılları arasında cereyan eden savaşı “cinayetin bir neticesi, mükâfatın mukaddemesi” olarak görüyor. Savaş sonrası benliklerine dönmüş, komünizmin kendilerine unutturmak istediği inanç değerlerini hatırlamışlar. Bu uyanışın izlerine pek çok sahada—yeterli olmasa da—rastladık.

ALİYA’NIN MEZARINDA

araybosna’da iki önemli mühür var ki, buranın bir Müslüman şehri olduğuna şehadet ediyor. İlki beş vakit semayı çınlatan ezanlar ve minareler, diğeri de Müslüman mezarları ve şehitlikler.

Avrupa’nın pek çok şehrinde ezan sesine hasret yaşayanlar, burada beş vakit ve yüzlerce minareden okunan ezan seslerini doya doya dinleme imkânı buluyor. Biz de dört bir tarafta yankılanan ezanları her vakit ürpertiler içinde dinledik. (Nedendir bilinmez, ezanlar okunduğunda mutlaka bir kiliseden çan sesleri yükseliyor. Sebebini sorduğumuzda aydınlatıcı bir cevap alamadık. Rastlantıdır diyen de oldu, nisbet yapılıyor diyen de...)

Ülkenin dört bir yanında şehitlikler var. Bunların bir kısmı son savaşta vefat etmişler. Bir kısmı da tâ fetih rüyası gören nesl-i mübarekten, akıncı cedlerinden. Tâ Osmanlılar zamanından beri bu topraklardalar. Başlarında kavuklarıyla haşir sabahını bekliyorlar. Hepsine her daim Fatihalar okuyoruz.

Sembol isimlerden Aliya İzzetbegoviç’in mezarı da Saraybosna’nın merkezine yakın bir yerde, şehre hâkim bir tepede bulunuyor. İç savaş sırasında mazlûmen şehit edilen yüzlerce Boşnakla birlikte yatan Begoviç’in kabrine yakın bir yerde ona ait hatıraların sergilendiği bir müze bulunuyor.

Son dönem Bosna-Hersek millî mücadelesinin öne çıkan sembol isimlerinden biri Aliya İzzetbegoviç’in öz geçmişi şöyle:

1925 yılında doğdu. 24 yaşında ‘İslâmcılık’ suçundan 5 yıl hapis yattı. Cezaevinden çıktıktan sonra önce Hukuk, sonra Ziraat Fakültesini bitirdi. 25 yıl avukatlık ve bir inşaat firmasında yöneticilik yaptı. 1970 yılında İslâm Manifestosu adlı bir kitap yazdı. Bu kitap 1983’te kovuşturmaya uğradı. 12 Müslüman aydınla birlikte tutuklandı. Aliya İzzetbegoviç, 1983 yılındaki Saraybosna Mahkemesinin ardından Bosna-Hersek’teki İslâmî hareketin sembolü olarak zihinlere yerleşti. 1950 öncesinde kurulmuş olan Mladi Müslümani (Genç Müslümanlar) adlı örgütü yeniden örgütlemek suçundan 14 yıl hapse mahkûm edildi. Mahkûmiyetini çekerken, Yargıtay bu cezayı 11 yıla indirdi. 1988 yılında Yugoslavya’nın dağılma süreci sırasında ilân edilen af sonucu özgürlüğüne kavuştu. (Özellikle komünist dönemde İslâmî şuurun yaşatılmasında önemli rol üstlenen Mladi Müslümani adlı gönüllülerden teşekkül eden bu teşkilâtın üyeleri vahşete varan eziyet ve baskıya maruz kaldı. Birçok üyesi şehit edildi, hapishanelerde işkence gördü.)

Yugoslavya’nın en kötü hapishanesinde “taş kırarak” geçen 6 yılın ardından 1988’de dışarı çıktığında, Bosna toplumu içinde büyük bir karizma sahibi olmuştu. Mayıs 1990’da Müslümanlar tarafından kurulan Demokratik Eylem Partisi’nin (SDA) başına bir “doğal lider” olarak geçti.

İzzetbegoviç, Bosna’da 40 yıldır baskı altına alınmış ve unutturulmaya çalışılmış olan İslâm’ın yeniden doğuşunu temsil eder. Batı’nın tahakküm edici ve saldırgan karakterine karşı, İslâm’ın hoşgörü ve barışçılığını vurgulamış, çoğulcu bir Bosna-Hersek’in devamını savunmuş, Hırvat ve Sırp toplumlarıyla barış içinde birlikte yaşamayı hedeflemiştir.

1990 yılında İslâm Manifestosu’nu yeniden bastırdı. Bu kitap İzzetbegoviç’in İslâmî kimliğinden ziyade, siyasî kararlılığının ve mücadelesinin bir simgesi olmuştur.

Müslümanların, Sırpların etnik katliâmına maruz kaldığı 1992-1995 yılları arasındaki savaşın önde gelen isimlerinden olan İzzetbegoviç, bu sırada iki kez kalp krizi geçirmiş, 2002 senesinde kendisine kalp pili takılmıştı. Bosna’daki savaş sırasında liderlik yapan efsanevî lider İzzetbegoviç, 78 yaşında vefat etti. 19 Ekim 2003 Pazar günü tedavi gördüğü Kosova Hastanesi’nde vefat eden İzzetbegoviç, 22 Ekim tarihinde parlamento binası önünde düzenlenen törenden sonra Kovaçi Şehitliği’nde kılınan cenaze namazından sonra şehitliğe defnedildi. Ülkede bayraklar yarıya indirildi, tören için binlerce Boşnak Saraybosna’ya akın etti. Başta Saraybosna olmak üzere değişik şehirlerde açılan taziye defterlerini imzalamak için Boşnaklar uzun kuyruklar oluşturdu. Bosna’da bütün gazete ve televizyonlar normal yayınlarını keserek İzzetbegoviç ile ilgili özel programlar yayınladı.

Devlet adamlığının yanı sıra bir Müslüman-Boşnak entelektüel olan ve bilge kişiliğiyle tanınan Aliya İzzetbegoviç* Doğu Batı Arasında İslâm adıyla Türkçe’ye çevrilen kitabında, Balkanlarda yaşayan Müslüman nüfusun maruz kaldığı inançsızlık akımı karşısındaki çaresizliğini ve iki dünya arasındaki sıkışmışlığını anlatır.

*Begoviç ya da begova soyadlarına Bosna’da sıkça rastlanıyor. Meselâ Başçarşı’daki Osmanlı ihtişamına taşıyan camiin adı da banisinin adına izafeten Gazi Hüsrev Begova adını taşıyor. Begova beyoğlu mânâsına geliyor.

İZZETBEGOVİÇ’İN CEZAEVİ ARKADAŞLARINDAN CEMALETTİN LATİÇ:

AB, Müslüman Bosna’nın garantisi olacak

Ülkenİn önde gelen aydınlarından ve Aliya İzzetbegoviç’in cezaevi arkadaşlarından Cemalettin Latiç Dayton Antlaşmasına “Bize sadece ülkenin kaybedilmemesi, savaşın kaybedilmemesi noktasında başarı sağladı. Bu noktada başarıdır; yine aynı açıdan bakarsanız da Sırplar ve Hırvatlar açısından büyük yenilgidir” şeklinde bakıyor. Boşnak Millî Marşı’nın yazarı, aynı zamanda ilâhiyat fakültesi öğretim üyesi olan Latiç, Bosna’daki savaşın şekil değiştirdiğini, politik arenada devam ettiğini ve Boşnakların, Bosna’da yüzde 50 eşitliği sağladığı güne kadar süreceğini söylüyor. İzzetbegoviç’in de aralarında bulunduğu ekiple 3.5 yıl cezaevinde kalan Latiç’e göre “özgür ve Müslüman bir Bosna”nın garantisi Avrupa Birliği olacak. Latiç, daha önce de bir beyanatında Bediüzzaman Hazretlerinin “medresetüzzehra” modelinin Balkan Müslümanları için de bir çıkış noktası olacağını ifade etmişti. 19 Nisan 2004 tarihli Zaman’ın haberine göre Latiç Saraybosna'da 15 milyon Balkan ve Avrupa Müslümanına hitap edecek bir İslâm üniversitesi kurulması için çaba sarf ediyor. Bediüzzaman Said Nursî'nin Türkiye'de kurmayı planladığı ve Medresetüz Zehra adını verdiği bilimi ve dini kaynaştıran üniversite hayalini Avrupa modeliyle gerçekleştirmek istediklerini vurguluyor.

24.05.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (20.05.2010) - Seracılığın başşehri Antalya

  (19.05.2010) - Çiftçi, seralarda Çin malı tarım ilâcı kullanıyor

  (18.05.2010) - Gübre ve ilâç maliyetleri çiftçinin belini büküyor

  (08.04.2010) - Osmanlı devlet geleneği yaşatılıyor

  (07.04.2010) - Zengin değil, ama zenginlerin yaşadığı ülke: Ürdün Krallığı

  (06.04.2010) - Ortadoğu’nun çelişkiler ükesi: Suriye

  (05.04.2010) - Arapça eğitimde ilk akla gelen ülke

  (04.04.2010) - Şam’ın şekerini Arabın yüzünü gördük

  (11.03.2010) - Başörtülüler 28 Şubat sürecinde yalnızlığa itildi

  (10.03.2010) - YASAKÇILAR UTANSIN, BEN ASLA UTANMIYORUM


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.