Görüş |
Aşka dair
Bazen hayatta öyle şeyler yaşarız ki, bir hareket bizim için hayatımızın en büyük reformu olur. Yaşadığımız bir hâl, hayatımızı ve sürekli ‘’değişen‘’ kalbimizi değiştirir… Hele aşksa mesele, hayatın en büyük reformu başlamıştır. Bir şeye olan aşk, insanın himmetini ona yöneltir. Ve onda fani olur. Aşk nasıl ifade edilebilir ki? Kalbin tıntınlarını duyabilecek mi kulak? Ve dil, buna tercüman olabilecek mi? Aşk, yaşanması gereken bir duygu. Şiddetli hissiyatlardan biri. Ya Hakka, ya mâsivâya akacak bir duygu yoğunluğu…. Yazacaklarımdan sonra şöyle düşünebilirsiniz… Fânî mahbubunu kaybeden bir aşığın gözyaşları mı? Yoksa fani mahbubdan Hakîkî Mahbubu bulan mes’ud bir abdin haykırışları mı? Yoksa, ‘’Bir insan, en evvel muhabbetini Allah’a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla Allah’ın sevdiği herşeyi sever. Ve mahlûkata taksim ettiği muhabbeti, Allah’a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder’’ deyip, mahlûkatı sevip Rabbine aşkını arttıran bir saidin sözleri mi? ‘’Yaradılanı severim, Yaradandan ötürü’’ diyen yunusvârî bir haykırışı mı? Yoksa… Muhabbetini sağa sola dağıtıp, dağıttığı muhabbetleri hakikî sahibine vermek için uğraşan bir mütehayyirin şaşkınlığı mı? Sanırım ben o şaşkınım. İmanıyla kâinata meydan okuması gerekirken, bir bağlılığıyla herkese meydan okuyan bir zavallıyım belki de… Aşk nedir? Aşk, kimine göre ‘’yok öyle bir şey’’, kimine göre ‘’olması gereken’’, kimine göre ‘’büyük bir hata ve belâ’’ ve kimine göre de ‘’en büyük mutluluk’’… Mecazi aşkı yaşayan için, karşılık gördüğü müddetçe ‘’en büyük mutluluk’’ (kısa süreli)… Yaşayıp bitiren için. Karşılık görememe ve kıskançlık elemiyle alude en büyük belâ… Yaşamayan için ‘’yok öyle bir şey’’… Hakikî aşkı yaşayan için, yaradılış sırrını anlayıp kalbini imanla dolduran insanın, halife-i arz olmayı hak ettiği makam... Yaşamayan yoktur esasında, yaşamadığını sanan vardır. İllâ ki bir mecraya gidecektir… Aşk… “Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fani mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini dâimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazi mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâkî bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecâzî, aşk-ı hakîkîye inkılap eder.’’ Çünkü insanın, kalbi illâ ki aşkı istiyor ‘’Alâküllihâl, o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık’a müteveccih olacak.’’… Yani ya halka, ya Hakka… Muhabbetin şiddetli hâli her insanın kalbine derc edilmiştir. Rabbim, kendisi için bu duyguyu şiddetli olarak yaratmış ve insanın çekirdeği olan insanın kalbine yerleştirmiştir. Ve kalbin içini Kendisi için yaratmış, bu şiddetli duyguyu kâinatın merkezindeki insanın merkezindeki kalbinin merkezine yerleştirmiştir. Kalbin çevresini ise sair şeyler için hazırlamıştır… Ve zaten bizzat mecâzî mahbub tarafından hoş karşılanmamıştır. “Samed aynası olan bâtın-ı kalb ile, sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakîldir ve istiskal eder, reddeder’’… Ve en merkezdeki duygu illâ ki çalışacaktır. Ahirete aşık olmayan, dünyaya aşık olacaktır. Rabbe aşık olmayan halka aşık olacaktır… Halka da aşık olmayan, kendi nefsine aşık olacaktır… İllâ ki kullanılacak olan bu duyguyu, bu duyguyu yaratan için kullanmak lâzım. Yoksa bize verilen elmas kıymetindeki cihazları cam parçalarıyla değiştirmeye razı olmuş oluruz. Hem de bile bile… Hatta seve seve… Cinayetkâr hırsla…
HATİCE DURAK |
24.05.2010 |