BİR ÂYET, BİR YORUM - Yrd. Doç. Dr. Atİlla YARGICI |
Kâinat ağacının meyvesi, insan “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra kendine has bir şekilde semaya dönüp doğruldu ve onu yedi kat olarak sağlamca tesviye ve tanzim etti. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara:2/29)
Bir elma ağacı düşünelim. Ya da portakal ağacı. Bu ağacın esas maksadının kökler, dallar ya da yapraklar veya çiçekler olduğunu söyleyebilir miyiz? Eğer bir ağaç yaprağı için yaratılmıştır dersek, bu ağacın meyvesini görmediğimiz, ya da görmezden geldiğimiz anlamına gelir. O halde ağacın bütün varlığıyla hizmet ettiği şey, meyvesidir. Kâinatı da bir ağaca benzetebiliriz. Bu ağacın dalları, budakları, yaprakları çeşitli canlı cansız varlıklardır. Ama bu ağacın meyvesi ise insandır. Kâinatın yaratılmasından maksat insan meyvesidir. Çünkü bakıyoruz ki, her şey insan için yaratılmış. Âyet dünyada var olan her şeyin insan için yaratıldığını, semânın da yedi kat olarak Allah tarafından dizayn edildiğini bildiriyor. O halde gökler ve yerler olarak kâinatın yaratılmasının en önemli maksadı insandır. Zaten dünyaya ve göğe baktığımız zaman, var olan her şeyin insana hizmet için yaratıldığını görüyoruz. Dünyada topraktan, havadan sudan, bütün canlılar istifade eder. Ama insanlar, hem topraktan, havadan ve sudan, hem de diğer canlılardan istifade ediyor. Meselâ bir elmayı düşünelim. Her canlı kendi varlığını tohum ve çekirdeği vasıtasıyla devam ettirir. Bu da İlâhî bir program ve kader çerçevesinde olur. Elma ağacının kendi neslini devam ettirmesi için sadece elma çekirdeği yeter. Ama bu çekirdeğin etrafında bir de etli kısım bulunuyor. Bu etli kısmın ağaç için bir anlamı yoktur. Ağaç o etli kısmının lezzetini idrak edecek, Allah’ın bu güzel nimetinin farkına varacak olan insan için yaratılmıştır. Üstelik bir insanın bir günlük vitamin ihtiyacını giderecek şekilde yapılmıştır. Elmada bol miktarda C vitamini bulunmaktadır. Ancak C vitamini çabuk bozulabilen bir vitamindir. Bu yüzden onun çabuk bozulmaması için Yüce Yaratıcımız onun içerisine Demir elementi yerleştirmiştir. Demir de, C vitamini de aslında midenin asidini arttırıcı bir özellik taşımaktadır. Bunu önlemek için Cenâb-ı Hak, elmaya karbon elementini de yerleştirmiştir. Sadece yeryüzünde yaratılan elmayı düşünsek bile, bu elmanın başkasına, yani insana hizmet için yaratıldığını görüyoruz. Çünkü insandan başka hiçbir varlık bir elmanın lezzetini, tadını ve onun ne kadar güzel bir nimet olduğunu takdir edemez. Bir de bütün ağaçların karbondioksit alıp oksijen vermesini düşünelim. Oksijen ağacın işine yaramıyor. Oksijen başkasının işine yarıyor. En çok da insanın işine yarıyor. Çünkü biz havanın oksijenini teneffüs ediyoruz. Oksijensiz birkaç dakika bile yaşamamız mümkün değil. Yediğimiz gıdaların parçalanması ve insana yararlı hâle gelmesi ancak oksijenle mümkündür. Ve bu kadar hayatî bir maddeyi biz kendimiz üretmiyoruz. İlâhî programa dâhil olan ağaçlar üretiyor. Bizim her geçen gün para hırsıyla yok etmeye çalıştığımız ağaçlar üretiyor. O halde ağaç da başkası için çalıştırılıyor. Bunu ağacın kendisinin planlaması, ya da tabiatın ayarlaması mümkün değildir. Bu bir ilim, şuur ve kudret meselesidir. İnsanın oksijene ihtiyacı olduğunu bilmeyen birisi ağaca bu görevi veremez. İnsanlar havayı kirletiyor. Ağaçlar bizim için temizliyor. Ama bizden hiçbir ücret istemiyor. Çünkü isteyemez. Ağzı yok, dili yok. Bir de yapan kendisi değil. Ona bu görevi veren Allah’tır. O halde Allah bizden bu ve benzeri büyük nimetlere karşı bir şeyler istiyor. Onu öğrenmek gerekir. Bu âyetten şunu anlıyoruz: Maddî varlıkların hepsi insan içindir. İnsan maddî varlıklar için değildir. Fakat yazık ki, günümüzde insan maddenin efendisi olması gerekirken, madde insanın efendisi konumuna gelmiştir. İnsan, yeryüzü sofrasındaki hadsiz nimetlerin tadına bakıp, onların asıllarını istemesi gerekirken, bu dünyadaki nimetlere “asıl, daimî” nazarıyla bakmakta ve onları hayatın birinci gayesi yapmaktadır. Halbuki insan için yaratılan bütün nimetler, rızıklar, onları bize ihsan edeni düşünmemiz, bunun karşılığında da ona şükretmemiz için. İnsanın hizmetine verilen bütün bu varlıklar, insana da yüksek bir görev yüklendiğini hatırlatıyor. Bu görev Allah’a kulluk görevidir. Bu kadar nazik ve nazenin beslenen bir insanın bu dünyada başıboş bırakılması söz konusu değildir. Zaten de başıboş bırakılmamıştır. Bazı kimseler, kendilerini başıboş zannediyorlar. Bir musîbet ölümden önce uyandırmazsa, ölüm insanın başıboş olduğunu anlaması için çok geç bir vakit olacak. Hiçbir şeyin başıboş olmadığı bir dünyada insanın kendisini başıboş zannetmesi ne kadar mantıklı? |
19.09.2009 |