Türkiye’nin Ermeni meselesi iki tarafı keskin bıçak gibidir.
Her iki tarafta, yaşanan acıların verdiği kin ve nefret duyguları hâkim. Yılların geçmesi ile bu duygular durulmadı tam aksi bir tırmanışa geçti.
Fakat yıllar sonra hiç beklenmedik önemli bir gelişme oldu. 2010 Dünya Kupası elemelerinde Ermenistan ve Türkiye A Millî Futbol Takımları, aynı grupta yer aldı. Her iki takım ilk maçını Eylül ayında Erivan’da yapacaklardı. Maçtan önce Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Abdullah Gül’e sürpriz bir teklif yaparak ‘maçı birlikte izlemeye davet etti. Karşılıklı sıcak mesajlar hedefine ulaştı ve samimi bir atmosfer oluştu.
Her iki ülkenin de kin ve nefret iklimi yerine dostluk iklimine ihtiyacı var. Çünkü her iki toplum çok acı çekti. Bu dostluk iklimine katkı yapacak her davranış sonraki nesillerin huzur hanesine geçecektir.
Hayatın devamı ‘kân dâvâsı’ ile değil dostluk ve barışla mümkündür.
Said Nursi ‘En aslah târık musalâhadır’ der. Yani barıştan başka selâmetli yol yoktur.
Ermeni toplumu yüzyıldır ulusal kimliklerini Türkiye karşıtlığı ve 1915 efsanesi üzerinde kurdu. Sebebi gayet açıktır. Evet, 1915 tehciri büyük bir felâketti ve bunu hiç kimse inkâr edemez. Osmanlı döneminde milyon rakamı ile ifade edilen bir milletin nüfusunun 70 binlere düşmesi bir vakıadır!
Beri taraftan Ermeni milleti çok mu masumdu? Hayır. Bağımsızlık hayâli ile Osmanlı Devletinde ayaklanma çıkaran Ermeni militanlarının öldürdüğü Müslüman sayısı 500 bin!
Ama ne olursa olsun devletler ve milletler geçmişin tozlu raflarında dolaşıp kalmamalı.
Yaşananlar çok acı da olsa hafızamızın bir yerinde kalmalı ve bugünümüzü etkilememeli. Bir ülke, politikasını mazinin acıları üzerine kurmamalı. Siyasette duygu yerine rasyonalite egemen olmalıdır. Düşmanlık yerine dostluklar kurulmalı. ‘Proaktif’ dış politika uzun vadede önemli getiriler sağlar.
Ermeni meselesinin çok canlı olduğu 1911 tarihinde Doğu bölgesini gezen Said Nursi’ye Kürt aşiret reisleri şöyle bir soru sorarlar: “Ermeniler bize düşmanlık edip hile ve hıyanet ediyorlar. Nasıl dostluk üzerine ittifak edeceğiz?”
Cevap çok manidardır: “Şu milletin saadet ve selameti, Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vabestedir. Fakat mütezellilane dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhafaza ederek, musalaha elini uzatmaktır”
Denilebilir ki bu ifadeler 1911 yılında yani Ermeni tehciri ve karşılıklı felâketlerin yaşanmadığı bir tarihte yazılmıştır. Değil. Said Nursî 1950’li yıllarda metni yeniden gözden geçirirken ifadelerin bir satırına bile dokunmamıştır!
İşte şu ifadeler de ona ait: ”Bir şey söyleyeceğim: Eğer mümkündür, Ermeniler birden sahîfe-i vücuttan silinsin. Olabilir. Yalnız, size husumetin bir faydası olsun. Yoksa, mutlaka husumet zarardır. Halbuki, Âdem zamanından yolda arkadaşlık eden bizimle gelmiş büyük bir unsurun zevâli değil, belki küçük bir kavmin mahvı dahi (dikenli bir ağacın kabuğunu soymak kadar) zordur. Ömer Dilân Kabilesi bin senedir yine Ömer Dilândır. Hem de, onlar uyanmışlar; siz uykudasınız, rüyâ görüyorsunuz. Hem de, fikr-i milliyette müttefik ve kavîdirler; siz, ihtilâfla şimdilik boşsunuz, hem de galebe etmek istiyorsunuz. Onlar sizi mağlup ettiği silah ile yani akıl ile, fikr-i milliyetle, meyl-i terakkî ile, temâyül-ü adâlet ile mağlup edebilirsiniz. Bence şimdi kılıç vuran, o kılıncın aksi döner, yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lâkin aklın elinde. Hem de dostluğun sebebi vardır. Zîrâ komşudurlar. Komşuluk, dostluğun komşusudur. Hem de onlar uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyât tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüşyâr ediyorlar. İşte şu noktalara binâen, onlarla ittifak etmek lâzımdır.”
Hayırlı olsun, coğrafyayı ortadan kaldırılamayacağımıza göre Ermenistan ile var olduğumuz sürece komşuyuz!
Ermenistan’da yaşayan Ermenilerin birkaç katının dünyanın farklı coğrafyalarına dağıldığını ve milliyetlerine sahip çıktıklarını da biliyoruz. Üstelik Ermeni diasporası Yahudilikten sonra dünyanın en güçlü diasporasıdır. 1877-78 Osmanlı Rus savaşı ile başlayan Ermeni hareketliliği genelde bütün batı ile özelde ise ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya yönetimleri ile sürekli temas halinde olmuştur. Bediüzzaman “onlar uyanmışlar; siz uykudasınız, rüyâ görüyorsunuz. Hem de, fikr-i milliyette müttefik ve kavîdirler” derken bunu kast ediyor.
Kaldı ki, toplumlararası bağları sıklaştıran ve çoğaltan küreselleşme hareketi mekân algısını kısaltmış ve dünyayı tek coğrafya haline getirmiştir. Değil coğrafî komşular dünyanın bütün toplumları karşılıklı bağımlılık sürecine girdiler. Bu örümcek ağı modeline ebelik yapan iletişim ise Ermenilerin en iyi kullandığı silâhtır. Aradaki farkı görmek açısından yapılan bir literatür taramasında Ermenilerin tezleri ile ilgili yazılan kitap sayısı 23 bin iken Türkiye tarafının tezleri ile ilgili yazılan eser sayısı sadece 600!
Bediüzzaman Ermenileri meyl-i terakki ve temâyül-ü adâletle mağlup edebileceğimizi söyler.
İttihad ve Terakki ekolü İslâmın geniş ve kuşatıcı ruhunu öteleyerek etnisite üzerine siyaset yaptı. Sıkıntılarımızın büyük kaynağı budur. Aynı hataya tekrar düşmeyelim.
Diyalog kaçınılmazdır. Yapacağımız şey, biri birimizi lanetlemek, hakaret etmek ve millî gururumuzu okşamak için marşlar yazmak ve hainler ilan etmek değil, Doç. Sedat Laçiner’in dediği gibi entegrasyon, işbirliği ve kurumsallaşma gibi idealleri gerçekleştirmek olmalı.
|