Artık bu aziz dâvâmızın her şeyi ile hemhâl oluyoruz.
Bu cennetî haller bize çok haz veriyor. Gençliğimizdeki bir Ramazanda, Ramazanın 25’inde Urfa’ya, Bediüzzaman Hazretleri için okunacak mevlide gidileceğini duyunca, iştiyakla ben de gideceğimi bildirdim ve bir yaz Ramazanında Ankara’dan hareketle Urfa’ya gittik. Benim, Ankara’dan yaptığım ilk uzun seyahatti bu.
Yolda otobüste sahuru yapmıştık. Urfa’ya sabah saatlerinde indik. Şöyle etrafa bir baktım. Allah, Allah! Değişik bir âlemdi burası. Hiç görmememe rağmen birden Mekke’ye benzetmiştim. Yani Anadolu ikliminden farklı, biraz çöl havasını andırdığından belki de öyle geldi. (Orada öğrendiğimize göre Mekke-Urfa kardeş şehir ilân edilmiş.) Tabii, bizi arkadaşlarımız şehirde gezdirdi. Üstad Hazretlerinin, rahat vermedikleri kabir yerini, bir nevî makamını gördük. Akşamda iftar ziyafetinden sonra, mevlidin okunacağı Dergâh Camii’ne gittik. Oradaki muhabbet, uhuvvet görülmeye değerdi. İslâmiyet’in en esaslı düsturları orada fiilen tezahür ediyordu. İçim içime sığmıyordu sevinçten. Zaten gece otobüsle gelirken rüyamda Üstadımızı görmüş, o tesirden de hâlâ kurtulamamıştım. Bir de üzerine bu mevliddeki haller olunca çok acaib oldum.
Mevlid sonrası, misafirperver Urfalılar caminin bahçesinde beşer onar misafir alıp evlerine götürdüler. Bizim gittiğimiz evde de, sohbetten sonra yattık, sahura kalktık. Envâ-i çeşit sahur hazırlıkları yapmışlar. Biz de Urfa’ya has o yiyeceklerden yedik. Bir de çok güzel bir lahmacun muydu, çiğ köfte miydi, tam hatırlamıyorum ama onu yedik. Fakat acıymış, sabah bir kalktık ki, nasıl kıvranıyoruz Ankara’dan geldiğimiz arkadaşlarla. Yaz sıcağı bir tarafta... On yedi saat kadar oruç uzun... Ayrıca da Urfa zaten 40 derecenin üzerinde sıcak. Akşama kadar perişan olmuştuk. Kendimizi bulduğumuz gölgelere atıyorduk. “Nereden yedik o acı şeyleri?” diye de hayıflanıyorduk.
Dönüşte de, Gaziantep’e geldik. (Rahmetli) Nazım Gökçek Ağabeyin dershanesinde de bir gece kalarak, Ankara’ya döndük. En unutulmaz levhaları hafızamıza nakşederek...
|