Abdülhakim Efendi, Kaşgari Mescidi’nde de teravihi kıldırır ve tadil-i erkâna çok dikkat ederdi. Rükû ve secdede rahat rahat üçer defa tesbih okuyacak kadar durur; kaveme ve celsede (iki secde arasında ve rükûdan sonra) vücudun sükûna ermesine özen gösterir, hatta bir salâvat okuyacak kadar beklerdi.
Şafiîler çoğunlukta olduğu için teravih namazını ikişer ikişer kılar, aralarında salâvat okuyarak nefeslenirlerdi. Efendi Hazretleri namazı çok ciddiye alır “İlle namaz! İlle namaz!” derlerdi.
Namazdan sonra Kaşgari Mescidi bahçesinde yaşlı ağaca sırtlarını dayarlardı. O sırada semâverden fokurdayan çay akşama kadar çay içmeyen çay tiryakilerini heyecanlandırırdı. Misafirlere ‘bardaklarını kapatıncaya kadar’ çay ikram edilirdi. Çayı; ince ve küçük cam bardakta gayet açık içerler ve acele etmezlerdi. Efendi Hazretleri, çayın, dudak yakacak kadar sıcak ve dudağa kadar dolu olmasına dikkat ederdi.
Yaz akşamları dergâh bahçesindeki manolyanın altına oturur, bir lahza ışıl ışıl yanan Haliç’i seyreder, sonra püfür püfür esen rüzgârı dinlerlerdi. Bazen hiç konuşmadıkları olur, “Bizim sustuğumuzdan anlamayan, konuştuğumuzdan ne anlasın!” derlerdi. Talebeleri o sükût ânından fevkalade feyizlenirlerdi. Zaman zaman sevenleri “Ah birileri gelse de birkaç soru sorsa!” diye içlerinden geçirirlerdi.
Ve bir gün Necip Fazıl saatlerce sürecek bir soru seçti: “İyi insan nasıl olur?” Aklından “Efendi hazretleri şöyle şöyle olur, böyle böyle olmaz diye anlatırlar, bize saatler süren bir sohbet çıkar” diye geçirdi. Ama cevap sadece iki kelimeydi:
“Nasip meselesi!”
(Kaynak: Allah dostlarının Ramazan Hatıraları, Abdülkadir Sübhandağı, s. 84)
|