*“İşte o zeval-âlûd mülâkatlar, o elemli mecâzî muhabbetler derdinden ve belâsındandır ki, kalbim İbrahimvârî ‘Lâ ühıbbü’l-âfilîn’ ağlamasıyla ağlıyor ve bağırıyor.” (Sözler, 2004, s. 346)
İşte yoklukla bulaşık, zevalle karışık kavuşmalar, buluşmalar ve görüşmeler, o elemli, kederli geçici sevgiler ve muhabbetlerin derdinden ve bu mecazi muhabbet belâsındandır ki, kalbimiz İbrahimvârî “Ben batıp gidenleri sevmem” ağlamasıyla ağlamak ve bağırmak derdimizin en dehşetli ıztıraplı hâlidir. Kalbimiz feverân ediyor, ruhumuz sızlanıyor ve zevale müptelâ olan mecazi muhabbetlerden bağırıyor ve feryad ediyor.
Ya Rab, imdad et, imdad et, imdad et!
*“Eğer şu fâni dünyada beka istiyorsan; beka, fenadan çıkıyor. Nefs-i emmâre cihetiyle fenâ bul ki, bâki olasın.” (Sözler, 2004, s. 346)
Evet evet evet! Eğer şu fani ve geçici dünyada beka, ebediyet istiyorsak demek ki beka, fenadan çıkıyormuş. Fenadan bekaya çıkmak. Fani olmadan yani bu dünyadan geçmeden bekaya kavuşamıyoruz. Bekanın yolu fenadan geçiyorsa hep birlikte bekaya müştak olan kalb ve ruhumuzun devası için fenadan geçmek ve fenaya bel bağlamamak gerekiyor.
Nefs-i emmâre cihetiyle fena bulmak da, bekaya kavuşmak yolu oluyor. Nefs-i emmârede nasıl fena bulacağız? Sanırım bütün sır da burada olmalıdır. Çünkü nefs-i emmare tevehhüm-ü ebediyet ile bekayı fenada arıyor. Dünyada tûl-i emel ile ebedî kalacak gibi nazlanıyor. Öyleyse nefs-i emmâre cihetiyle de fenadan geçip bekaya müteveccih olmayı ona da kabul ettirmek zorundayız ki ebediyete müştak olan kalb ve ruhumuz feveran etmesin ve feryat çekmesin.
|