Avrupa Birliği’ne üyelik yolunda Türkiye kadar çok ulusal program yayınlayan ülke olmuş mudur bilinmez, ama küresel ve ülkesel koşullar değiştikçe bazen bu tür durumlarla karşılaşılıyor.
Uzunca bir süredir uykuya yatan ilişkilerin yeniden canlandırılmasını sağlayabilecek ulusal program, esas olarak AB ile ikili ilişkileri düzenleyen bir içeriğe sahip değil, Türkiye’yi ve Türk vatandaşlarını hedef alan bir politikanın ifadesi. Bu politikanın özü de AB standartlarında yaşam kalitesinin sağlanmasına dayanıyor. Diğer bir ifadeyle AB ile bütünleşmenin öncelikle evin içinin toplanmasından geçtiğini ortaya koyan bir program söz konusu; programın yaşama geçmesi demek kişilerin günlük yaşamına deyen her alanın yeniden düzenlenmesi demek.
AB yolunda bireyin yaşam kalitesini artıracak faaliyetlerin ekonomik, mali, hukuksal ve siyasal bakımlardan bir yeniden yapılanma sürecine işaret ettiği ortada. Yeniden yapılanma, eğer tüm sistem yıkılıp yerine yenisi kurulmuyorsa, eski sistemin marazi unsurlarının bertaraf edilmesi ve yerine sağlıklı yapıların kurulmasını ifade eder. Sistemin bütün unsurları birbirine bağlı olduğundan da bir alanda yapılan reformun zorunlu olarak diğer alanlara taşınması beklenir. Bu haliyle örneğin cam atıkların toplanması meselesiyle mali şeffaflık ve yargı reformu arasında pekálá bağ olduğu söylenebilir.
Bu denli geniş kapsamlı dönüşümlerin gerçekleşmesi, belirli koşullar altında daha kolay oluyor. Öncelikle, bir dönüşüm yapılmadığı, reformlar gerçekleşmediği takdirde var olan standartta bile yaşanamayacağı gerçeğinin geniş kitlelerce fark ediliyor olması gerekiyor. İkincisi, bu fark edişleri siyasetinin merkezine yerleştirmiş bir iktidara, bir iradeye ihtiyaç duyuluyor. Ardından, dönüşüm sonucunda pozisyonunu, rantını, iktidarını ya da konumunu kaybedecek kesimlerden gelecek direncin kırılması için siyasi iradenin dönüşümü destekleyen farklı toplumsal kesimlerle daha yakın bağ kurulması bekleniyor.
Gayet tabi, tüm bunlar zorlu bir sürece işaret eder. Bununla birlikte, zorluklar reformların başlangıcında kendisini daha fazla gösterir. Bir kez başlandı mı ve bireylerin yaşamında olumlu etkiler hissedilmeye başladı mı, gerisi daha hızlı gelebilir.
Yeniden düzenlenen ulusal program, Türkiye’nin AB’ne önce aday ardından müzakere eden ülke olmasıyla başlattığı reform sürecinin devamı niteliğinde. Önceki programların ne denli ayrıntıları barındırdığı bilinse bile, bugüne kadar ancak sistemsel dönüşümün ana çerçevesinde değişimler yaşanmıştı; belki de bu, Türkiye’de çetelerle, örgütlerle, darbe girişimleriyle ilgili durumların açığa çıkmasına yol açtı. Kısacası AB yolunda bugüne kadar atılan adımlar, daha çok marazi sistem sorunlarının bertaraf edilmesi mücadelesini kapsadı. Ancak artık bu ana çerçevenin içinin dolma zamanı gelmiş gibi görünüyor. Zira Türkiye’de neyin iyi gitmediği, neyin çalışmadığı, neyin yararsız kurgulandığı uzun zamandır çok geniş kitlelerce biliniyor. Bilinmeyen, bunların yerine neyin konacağı.
AB üyelik süreci, toplumların dönüşüm arzularında yol gösterici reçetelerden birisi. Bununla birlikte üyeliğin kendisi de en az bu yol kadar önemli. ABD ile Rusya’nın askeri ve ekonomik silahlarını kınlarından çıkardıkları bir dönemde, yeniden tarihsel seçimler yapmak zorunda kalınabilir. Bu tercihler nedeniyle dönüşümleri yaşam kalitesi değil güç arayışı içinden tasarlamak zorunda kalmak işten bile değil.
Yeniden Ulusal Program ilanı, Türkiye’nin tercihini ne yönde kullandığını dünyaya bir kez daha gösteriyor. Umalım ki artık bu tercihin bireylerin yaşamından geçen bir tercih olduğu aşamaya geçilsin.
Star, 27.8.2008
|