"Gerçekten" haber verir 28 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Biz Kur'ân'dan mü'minler için bir şifa ve rahmet olan şeyi indiriyoruz. Zalimler için ise o hüsrandan başka bir şey arttırmaz.

İsrâ Sûresi: 82

28.08.2008


Risâle-i Nur, Kur’ân’ın hıfz ve kıraatine vesîledir

Aziz, sıddîk kardeşlerim,

Sizlerin ümidimin pek fevkinde gayret ve faaliyetiniz beni, ahir hayatıma kadar mesrur ve müteşekkir edecek bir mahiyettedir. Bu defa mektubunuzda, “Hıfz-ı Kur’ân’a çalışmak ve Risâle-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?” diye suâlinizin cevabı bedihîdir. Çünkü, bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’ân’ındır. Ve her harfinde, ondan ta binler sevap bulunan Kur’ân’ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat, Risâle-i Nur dahi o Kur’ân-ı Azîmüşşanın hakaik-i imâniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’ân’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesîle ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’ân hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir.

Nur fabrikası ve Gül fabrikası devâirinde, mübarekler heyetinde, Lütfü’ler nümunelerinde, Hacı Hafız’lar cemaatinde, Sıddık Süleyman, Hakkı’nın makamlarında bulunan herbir kardeşlerimize, hususan elli ümmîden çıkan Risâle-i Nur talebelerine birer birer selâm ve duâ ediyoruz ve duâlarınızı istiyoruz.

Kastamonu Lâhikası, s. 47

***

Kur’ân, Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Söz’de beyan ve ispat edildiği gibi, Kur’ân; bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı unvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvat ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir; hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir; hem rahmet-i vâsia-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir; hem Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır; hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir.

Ve şu sırdandır ki, “Kelâmullah” unvanı, kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş ve daima da veriliyor. Kur’ân’dan sonra sair enbiyanın kütüp ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsiz kelimât-ı İlâhiyenin ise, bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir unvanla, hususî bir tecelliyle, cüz’î bir isimle ve has bir rububiyetle ve mahsus bir saltanatla ve hususî bir rahmetle zahir olan ilhamat sûretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvânâtın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibarıyla çok muhteliftir.

Sözler, s. 331

hıfz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın ezberlenmesi.

takdim: Öne geçirme, öne alma, önde tutma.

müreccah: Tercih edilen, üstün görülen.

kıraat: Okuma.

Arş-ı Âzam: En büyük arş. Allah’ın katı. Allah’ın isim ve sıfatlarının en büyük dairesi.

İsm-i Âzam: En büyük isim. Cenâb-ı Hakkın isimleri içerisinde en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı.

rububiyet-i mutlaka: Allah’ın her şeyi kuşatan, sınırsız terbiye ediciliği.

mükâleme: Komuşma.

saltanat-ı âmme-i Sübhâniye: Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın herşeye hükmeden, herşeyi kuşatan saltanatı.

rahmet-i vâsia-i muhîta: Allah’ın herşeyi kuşatan geniş rahmeti.

muhât: İhata edilmiş, kuşatılmış.

hikmetfeşan: Hikmet yayan, saçan.

enbiya: Peygamberler.

kütüp: Kitaplar.

28.08.2008


Barla’da iki gün…

Barla, Kırıkkale’den filizlenen tohumlarla geliyoruz huzuruna…

Afyon İlme Hizmet Vakfı’nda konaklıyor, Üstadımıza doğru yol alıyoruz.

İlk durağımız Isparta oluyor… Bu mübarek beldenin bir yandan kahramanlarını anıyoruz, bir yandan da yeni kahramanlarla tanıştırıyoruz.

Üstad’ın evinin önüne geliyor, “şükürler olsun” diyorum. Yer gök tohum olmuş, fidan olmuş… Üstad’ın evi hınca hınç dolup taşmış.

Bir zamanlar kapısının önünden geçenleri işkenceye alırlarmış, şimdi ise o kapıdan on binler içeri giriyor. “Nereden nereye Üstad’ım” diyorum. “Risâle-i Nur’u dünya okuyacak” demişsin de inanamamışlar…

Fırsat bulup içeriye giriyoruz. Üstad’ın yamalı elbiselerine, yanındaki birkaç parça eşyasına bakıyorum. Bir de köşe başında duran heybetli resmine… Yüzünde ne zillet var, ne minnet… Bu evde fazla durdurmuyorlar bizi… “Haydi yeni gelenler var!” sesine kulak verip dışarı çıkıyor, talebelerinin zoruyla bindiği arabasına bakıyorum. Sonra Sidre Tepesine doğru yol alıyoruz...

Sidre, Üstad’ın talebelerine sürekli su getirttiği bir tepenin adı… Ağabeyler her gün onca yolu aşıp varıyorlar bu tepeye… Biz ise otobüsümüze biniyor, tepenin belli bir yerinde iniyoruz. Ağabeylerin nasıl çıktıklarını az da olsa anlamak pahasına yürüyoruz…

Tepeye çıktığınızda Isparta ayaklarınızın altında oluyor. Su ise, elinizi fazla tutamayacağınız kadar soğuk… Havanın sıcaklığında kana kana içip Sidre’ye “Allah’a ıslamarladık” diyor, “bin kalemli köye” gidiyoruz. Büyük küçük herkesin Risâle-i Nur eserlerini yazdığı köy burası… İşkencenin, zulmün, karanlığın içinde tutuşan nur meşalesinin parladığı yer Sav köyü… Hatıralar dinleyip, hatıralar anlatıyoruz.

Son durağımız olan Barla’ya yöneliyoruz.

“Ne efsünkâr imişsin ey Barla!

On binler senin için yollara düşüyor”

Üstad’a selâm vererek giriyoruz bu mübarek beldeye… Barla sevinç gözyaşlarını tutamıyor… Barla hasret kokuyor. Barla Bediüzzaman kokuyor…

Cennet bahçesinde cennet-misâl yerleri geziyoruz. Dillerden “Rabbim hakiki Cenneti de böyle gezmeyi nasip etsin” diye duâ dökülüyor. Tefekkürî bir ortamda kana kana tefekkür ediyoruz. Mânâ âlemimiz Nur doluyor, Nur kokuyor…

Üstadın evinin yolunu tutuyoruz. Dar bir sokak, küçük bir ev, koskoca bir çınar ağacı… Önceki gelişimizde, yolun karşısındaki yaşlı teyzeye sormuştuk: “Üstadımızı gördün mü?” diye… “Ah yavrum!... Ne büyük bir hocaymış. Biz kıymetini bilememişiz. O her gün bu ağacın tepesine çıkar, zikreder, biz ise yolun karşısına geçemezdik” diye iç geçirmişti. Meğer baskılar, işkenceler ne ağırmış o zaman…

Dar bir merdivenden yukarı doğru çıkıyoruz. Bir zamanlar Üstadın ayak bastığı, kaldığı, yattığı, sohbet ettiği salona geçiyoruz. Üstad buradaymış gibi sohbetimizi yapıyoruz. Barla yıllarında bu eve girmeye cesaret edebilen talebesi “sıddık” ünvanını alıyor. Daha sonraları “Sıddık Süleyman” deniliyor ona... Üstadın bizi izlediğini varsayarak “Sıddık Süleymanlarla geldik evine!” diye sesleniyoruz…

İkinci sabahımızı ikinci dirilişimiz gibi karşılıyor ve güneşin doğuşunu Eğirdir gölüyle beraber izliyoruz. İkinci diriliş için Barla mezarlığında Bayram Yüksel ve Ali Uçar ağabeyle buluşuyoruz. Onlara baharın hediyelerinden, baharın çiçeklerinden bir buket sunuyoruz. Bizi temâşâ ettiklerini düşünerek, duâlarımızla onları hoşnut etmeye çalışıyoruz.

Üstad’ın “Ben bu menzilleri Yıldız Sarayına değişmem” diye hitap ettiği menzilleri görmek için yola koyuluyor, müziğimizin sesini biraz açarak;

“Tepelice Çam’a çıktım

Gelincik Dağına Baktım

Mümkün olsa kalacaktım,

Bir ömür boyu Barla’da…” diyoruz.

Menhus bir zihniyet tarafından kesilen ağaçlarımıza bakıyor, hatıraları anlatıyoruz. Gözüme Katran ağacının yerine ekilen Katran ilişiyor. Daha yeşil, daha taze çıkıyor… Bu yenilik, Anadolu’da çıkan yeni fidan sayısının gün geçtikçe arttığını hatırlatıyor. Daha kuvvetli, daha canlı fidanlar...

“Mümkün olsa kalacaktık, bir ömür boyu Barla’da…” diye iç geçirerek ayrılıyoruz bu topraklardan... Eğirdir Gölü’nde pikniğimizi yapıyor, hizmet diyarımıza geri dönüyoruz. Şimdi bizi bekleyen fidanlar, toprağa atılmak için bekleyen tohumlar var. Şimdi, çürümeye yüz tutmuş tohumları bulmak ve bunlara bakma vazifesi var.

FURKAN DEMİR

28.08.2008


Özledik seni Ramazan, tez getir rahmetini!

Her yıl olduğu gibi bu yıl da ayların en kutsalı, en mübareği, en bereketlisi ve en rahmet yüklüsü olan mübarek Ramazan ayını karşılıyoruz. İslâm âleminin bu kudsî ayında yine herkeste çetin bir nefis muhasebesi başlıyor… Ve aynı zamanda merhamet ve şefkat dolu kalpler, darda kalana yardımını uzatan eller, sevgi dolu gözler ve rahmet yüklü sema ve arz... Özledik seni Ramazan, özledik seni, tez gel, tez getir rahmetini diye feryad eden gönüller... Ve onun gelmesiyle adeta “âlemin nura gark oluşu”…

Ne mübarek bir aydır ki, onun gelmesiyle hanemiz, çevremiz, dünyamız şenlenir ve her mü’min bir bayram yaşar içinde… Aşık maşukuna ulaşmış gibi, özlemler biter, derin bir nefes alır yürekler...

Hayrıyla, nuruyla, fethiyle ve zaferiyle hayatımızı nurlandıran on bir ayın sultanı hoşgeldin… Nefsin pençesinde kıvranan, yorgun ve bitkin düşen ruhlarımızı aydınlatan mübarek ay hoşgeldin… Günah ile yoğrulan kalblerimizi rahmetinle kuşatan kutsal ay hoşgeldin…

Şüphesiz Kadir-i Zülcelâl insanların hem dünya, hem de ahiret mutluluğunu kazanmaları için birtakım emir ve nehiyler koymuştur. Bunlardan birtanesi binbir hikmeti ile beraber güncel hayatımızı bir ay boyunca farklı bir yönde değiştiren Ramazan ayındaki oruç farizasıdır. Nitekim bu ayda nefisle dehşetli bir mücadele başlar, çünkü terbiye etmekte zorlandığımız nefsimizi açlık ile terbiye ederiz. Kin ve nefreti yüreğimizden atar, bize kötülükle yaklaşana büyük bir erdemlilik yapıp, iyilikle mukabele ederiz. Daima şikâyet eden bizler, bu ayda Bediüzzaman’ın “Nimet ve rahmet-i İlâhiyenin fiyatı şükürdür” düsturunca şükretmeyi öğreniriz. Sene boyunca birçok şeyi unutsak da, bu ay zihinler tazelenir, dimağlar bir başka zinde olur, kalpler hakkın nurundan başka birşey ile mutmain olmaz. Zira Peygamber Efendimiz (asm), “Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allah size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır” diye buyurmuştur.

Ramazan ayının, kulların ayı olması özellikleri arasında; bu ay içinde bulunan yoğun ibadet ve yaşayışla birlikte, bin aydan daha faziletli olan Kadir Gecesi’nin bulunması, insanlara bir hidayet rehberi olma özelliğini 1400 küsûr senedir hiç kaybetmeyen Kur’ân-ı Kerim’in bu ay içersinde inmeye başlaması, oruç ibadetinin bu ay içersinde bulunması, zengin Müslümanların zekâtlarını yine bu ayda vermeleri, sadaka-i fıtranın bulunması, Ramazan ayının son on gününde itikaf ibadetinin bulunması gibi özellikler, bu ayın bizlere niçin hediye edildiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Receb ayı ile başlamış olan rahmet ve bereketin bol bol yağdığı bir iklimde, Ramazan ile birlikte son bulmadan faydalanmak ve bir “gusül” almak gerekir. Ramazan ayı, İslam târihinde meşhud bir aydır. Zafer ve apaçık fetihler onda gerçekleşmistir. Bu ay, çalışma, sebât ve cehd (gayret) ayıdır. İbâdet, sabır ve cihâd ayıdır. Ecirlerin ve hasenâtların iki katıyla mükâfatlandırıldığı bu ayda Müslümanlar hayırlarda yarışırlar.

İşte Ramazan, tüm hayrıyla ve bereketiyle yine bizi gölgelendirdi. O, Allah’ın diğer aylardan seçkin kıldığı, rahmet ve büyük ecirlerle donattığı bir aydır. Onun başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu da ateşten kurtuluştur. Allahu Teâlâ içerisinde dilediğini hesapsız mükâfatlandırarak onu özel kılmıştır. Resûlullah’ın (asm) bir kudsî hadiste buyurduğu gibi: “Âdemoğlunun tüm amelleri kendisi için, ancak oruç Benim içindir ve Ben onunla mükâfatlandıracağım.”

Ramazan her mü’minin özel dünyasına getirdiği değişimin yanı sıra insanlık namına da büyük bir barış mesajı beraberinde taşır. Zira bu mübarek ay birlik ve beraberlik, paylaşım ve kardeslik namına insanları biraraya getirir. İnsanlığın özlediği barış ve huzuru Ramazan bünyesinde taşır. Ayırt edilmeksizin bütün insanlar eşit bir şekilde Yaradanın huzuruna çıkar, oruç tutar ve birlikte iftar yapar.

Ramazanı bütün yönüyle anlamalı, ehemmiyetini idrak etmeli ve Peygamber Efendimizin (asm) “Kim Allahu Teâlâ yolunda bir gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasında, genişligi sema ile arz arasını tutan bir hendek yaratır” müjdesine nâil olmayı bu rahmet yüklü ayda Rahman ve Rahîm olan Allah’tan dilemeliyiz… Vesselâm.

Tuba AKTAŞ

28.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır