Şu meşhur Ergenekon meselesi hiçbir işe yaramadıysa en azından hafızalarımızı tazelemeye yaradı diye düşünüyorum.
Temennimiz yargı sürecinin sonunda Ergenekon davasının hafıza tazelemekten de öteye bir işlere yaraması ve bizim kuşağın yani şimdi ellili yaşlarını yaşayan insanların hayatlarını bir biçimde olumsuz etkilemiş ve sözde kapanmış, kapatılmış dosyaların yargısal süreçte açıklığa kavuşması.
Dursun Karataş’ın vefatı, cenazenin İstanbul’a getirilişi ve toprağa verilişi sürecinde aklıma bir dizi eski konu takıldı, bu konuların günümüzün Ergenekon davasıyla dolaylı, dolaysız ilişkisi var mı gerçekten bilemiyorum ama aşağıdaki satırlarda sizlerin de bildiği, benim hatırlatacağım konular bugünün Ergenekon davası üzerinden hatırlandığında, bakıldığında gerçekten ilginç.
Bu konuları aklıma Dursun Karataş’ın cenazesi getirdiği için isterseniz örneklere merhum Karataş ile başlayalım.
Dursun Karataş 12 Eylül öncesi ve sonrasının çok önemli bir örgüt lideri ve daha sonra kurulan DHKP-C’nin de tartışmasız lideri; Dursun Karataş’ın liderliğini yaptığı örgütün gerçekleştirdiği ve netice aldığı suikast listesinde eski başbakanlar (mesela Nihat Erim), eski kuvvet komutanları ve başkaları var.
Örgütün son spektaküler cinayeti de Özdemir Sabancı cinayeti.
Ve böyle bir örgütün lideri 1989 senesinde önce tutuklu bulunduğu hapishaneden (yanılmıyor isem Bayrampaşa) sonra da ülkeden elini kolunu sallayarak çıkıyor ve nedense bir türlü bulunamıyor, yakalanamıyor.
Bizim kuşağın yine çok iyi hatırlayacağı başka bir hapishane firar hikáyesi de yine sol kesimin liderlerinden Mahir Çayan’ın askeri cezaevinden kaçışı, daha doğrusu elini, kolunu sallayarak çıkışı.
12 Mart 1971 sürecinde asker yükseldiği söylenen terör nedeniyle muhtıra veriyor, hükümet düşürüyor ama ele geçirdiği en önemli sol örgüt liderlerini bir askeri hapishanede muhafaza edemiyor; ne yalan söyleyeyim bana çok ilginç geliyor.
Türkiye’nin en önemli gazetecilerinden Abdi İpekçi’yi vuran Mehmet Ali Ağca da önce sıkıyönetim komutanlığının kontrolündeki hapishaneden, sonra da Türkiye’den yine elini kolunu sallayarak kaçıyor, kaçırılıyor, daha sonra Türkiye’den de çıkıyor ve Papa’yı vuruyor.
Malatya’da da resmi lig maçlarında da bir grup seyirci ‘Malatya’da doğdu, Papa’yı da vurdu, helal olsun sana Mehmet Ali Ağca’ diye tezahürat yapıyor.
Susurluk meselesinin flaş ismi Abdullah Çatlı da yattığı hapishaneleri beğenmeyip kaçan, pardon çıkanlardan.
12 Eylül karanlık sürecinin en korkunç cinayetinin, yedi TİP’li öğrencinin Ankara’da vahşice (yanılmıyor isem, telle boğuyorlar) öldürülmesinden sorumlu İdi Amin lakaplı Haluk Kırcı da hapishanelerimizi yol geçen hanı olarak kullananlardan.
(...)
Bu listeyi uzatmak ve hafıza tazelemeyi sürdürmek çok kolay.
Yukarıda örnek olarak sunduğum isimler, hapishane firarileri Dursun Karataş, Mahir Çayan, Mehmet Ali Ağca, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı son otuz senenin çok önemli isimleri ve en önemli ortak paydaları Türkiye Cumhuriyeti hapishane sistemini ciddiye almamış olmaları.
Bu çok önemli isimlerin ellerini kollarını sallayarak çıktıkları, pardon firar ettikleri hapishaneler Adalet Bakanlığı’nın, sıkıyönetim komutanlıklarının kontrolünde yerler.
Ben klasik bir gazeteci ya da Ergenekon savcısı olsam bu ve benzeri firar olaylarının gerçekleştiği hapishanelerin sorumlularından, dönemlerin Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif işlerinden sorumlu müdürlerinden, sıkıyönetim komutanları ya da askeri hapishane komutanlarından ve özellikle de bu kişilerin hesap hareketlerinden işe başlardım.
Star, 17.8.2008
|