Bu nutuk gerçekten Atatürk’ün müdür?
Yok efendim, hemen bağırmayınız, “Büyük Nutuk” tan değil, “küçük nutuktan” söz ediyorum, Bursa Nutku’ndan...
Çünkü savcılık araştırıyormuş, “gerçek olup olmadığının Türk Tarih Kurumu’na sorulması...”
Haberi geçen gazete, satır aralarında savcılıkla da dalgasını geçiyor: Daha neler? Yok sahte mi çıkacaktı?
Sahte olup olmadığı tartışmalıdır ama nutuk olmadığı kesindir. Savcı işkillenmekte haklıdır.
Çünkü Atatürk’ün ünlü Bursa Nutku, Bursa’da Cumhuriyet Meydanı’nda falan değil, bir akşam yemeğinde, bir sofrada “telaffuz” edilmiştir. Masada içki de olup olmadığını tarihçiler yazmamışlar. Acaba var mıydı dersiniz?
“Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte...” diye geçer. Tarihini de söyleyeyim: 5 Şubat 1933.
1947 yılına kadar da kimsenin böyle bir “nutuktan” haberi olmamış, bu metin ilk kez “Atatürk’ten Fıkralar” gibilerden dandik bir kitapta ortaya atılmıştır. Rıza Ruşen adında, “quel alaka” bir adam tarafından... Bu “nutuk”, o yemeğe katılan kişiler tarafından yalanlanmıştır.
Daha sonra da, önce DP tarafından CHP iktidarını “tehdit” amacıyla, daha sonra da CHP tarafından DP iktidarını tehdit amacıyla “kullanılmıştır”.
Çünkü bu sofra konuşmasında Atatürk, gençliğe, “devrimleri ve cumhuriyeti güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı gördüğünde, bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır deme, elle, taşla, sopayla, silahla, neyin varsa onunla kendi eserini koru” demiştir!
(“Seni içeri atarlarsa başbakana ve bana hiç boşuna telgraf çekmeye kalkma, kurtulmaya çalışma” da demiştir ama lafın orası pek önemli değildir, çünkü eleştirmek yakışık almayacaktır!)
Ulema arasında da bu mevzuda ihtilaf mevcuttur.
Kimileri, “koskoca Atatürk, gençliği kendi kurduğu devletin polisine, ordusuna karşı şiddete ve ayaklanmaya çağırır mı” diyorlar...
Kimileri de, “ne büyük bir öndermiş, başında bulunduğu devletin bile zaaf içinde olabileceğini düşünmüş ama gençliğe sınırsız bir güven duymuş” diye göklere çıkarıyorlar...
Hiç kimse, “devlet, onuncu yılında, kurucusunun bile kuşku duyduğu sallantılı bir durumdaymış, temeller pek o kadar da sapasağlam değilmiş galiba” demiyor tabii!
Bugünün gençliği için bu konu pek yeni, beklenmedik ve bir o kadar da ilginç olabilir ama, altmışlı yıllarda, “bizim zamanımızda” çok tartışılan, çok gürültü koparmış bir meseleydi. O günlerin ünlü meseleleri olan toprak reformu, köy kalkınması, milli petrol davası, Amerikan üsleri, Vietnam savaşı falan filan gibi...
Çünkü bu sefer de “devrimci ağabeylerimiz” bu sözde nutku ileri sürerek bizi devlete karşı kışkırtmaya çalışıyorlardı...
Bazı arkadaşlarımız bu nutku çok ciddiye aldılar ve Atatürk’ün dediğini yapmaya kalktılar. Kimileri kendini hapiste, kimileri de darağacında buldu.
Üstelik artık “hiç boşuna zahmet edilip de telgraf çekilip yardım istenecek ve olumsuz yanıt alınacak bir Atatürk” de yoktu!..
Bugün de “fişteklemek” isteyenler var, bu tuzağa düşmeyiniz.
Atatürk, bu sofra muhabbetinin günün birinde Ergenekon tarafından bile kullanılacağını tahmin edebilseydi, acaba daha dikkatli konuşur muydu?
Yoksa hıyarlık, Atatürk’ü peygamber, sözlerini hadisi şerif, resimlerini ikona, Büyük Nutuk’u kutsal kitap, Çankaya’yı Kâbe, Anıtkabir’i de türbe gibi görmekle mi başlıyor?
Sabah, 15 Ağustos 2008
|