İddiaya bakılırsa cumhuriyeti, demokrasiyi, insan haklarını korumak adına saltanat kaldırılmış ve yerine cumhuriyet ilan edilmiş. Ama ilan edilen cumhuriyetin saltanattan pek farkı olmamış. Seçim göstermelik, siyasi partiler yok, son tahlilde önce birinci adamın, sonra ikinci adamın dediği oluyor.
İnsan hak ve hürriyetlerine dayalı, halkın etkili bir şekilde yönetime katıldığı, milli iradenin başka bütün iradelerin üstünde olduğu demokrasi ve yasama, yürütme ve yargının da hukuka tabi olması ve –antidemokratik kanunların değil- hukukun hakim olması manasında hukuk devleti bugüne kadar hiç oluşmamış.
“Cumhuriyetin ilanından önce sultan seçimle değil, verasetle tahta çıkıyordu ve sultanın dediği oluyordu” iddiası da bizdeki –özellikle 1950 den önceki- cumhuriyet uygulaması ile mukayese edildiğinde fazla anlam taşımıyor. Çünkü bu dönemde de cumhurbaşkanını ne halk seçmiş, ne de halkın gerçek manada oy vererek meclise gönderdiği ve kendilerini temsil eden milletvekilleri seçmiş. Her şey belli şahısların iradeleri ve talimatı ile gerçekleşmiş.
Hasılı cumhuriyet denmiş ama bir manada saltanat devam etmiş, 1950 den sonra da demokrasi denmiş ama gerçek manada demokrasiye izin verilmemiş.
Peki niçin?
Halka güvenilmediği ve gerçek demokrasiye geçildiği takdirde “teokratik saltanatın” geri gelmesi ve cumhuriyetin yıkılması tehlikesi bulunduğu için.
Bu tehdit, bu tehlike ne kadar gerçeğe uygun?
Bütün sosyal alan ve kamu oyu araştırmaları şunu gösteriyor:
Bu halkın iradesi hakim olduğu takdirde ülkeye teokratik saltanatın gelmesi ihtimali (tehdidi, tehlikesi) itibar edilmeyecek kadar zayıftır.
Ama 1950 seçimlerinden beri halkın ortaya koyduğu açık, seçik ve kesin irade şudur: Ülkede tek parti sultası olmasın, halkın iradesine ipotek koyacak, onu askıya alacak, etkisiz kılacak bir düzen, bir müdahale olmasın, cumhuriyet ve demokrasiyi koruma bahane dilerek genel olarak özgürlükler ve özel olarak da din özgürlüğü ortadan kaldırılmasın, lüzumsuz yere kısıtlanmasın, hak eden her vatandaş hak ettiğini elde etsin, kimse imtiyazlı olmasın, ülkenin serveti adil dağıtılsın, millet boynu bükük olmasın, izzetinden taviz vermek mecburiyetinde kalmasın...
Cumhuriyeti kuran iradeyi temsil ettiklerini ve bu iradenin ürününü koruduklarını iddia eden mesela CHP zihniyet ve tutumundaki seçilmişler veya atanmışlar hiçbir zaman milletin iradesini temsil edemediler ve beklentilerine cevap veremediler. Durum böyle olunca da millet iradesiyle iktidar olamadılar. Geriye bir takım bahaneler, istismarlar ve hileler ile millete rağmen hakim olma yolu kaldı, bunu da fırsat bulduklarında yaptılar ve yapıyorlar.
Birkaç gün önce bir tv yayınında, bir anayasa hocasına şunu soruyorlar: “Bu apaçık hukuk ve demokrasi dışı davranışlar, kararlar ülkeye ve millete bunca zarar verirken buna bir dur deme imkanı, bu zararlara sebep olanlar için bir müeyyide yok mudur?
Cevap:
Hayır, maalesef yoktur.
Biz de bunlara ceza verilsin filan demiyoruz. Ama on dört milyon seçmene, halkın yüzde yetmişinin irade ve talebine karşı ya kendisi veya sonucu siyasi olan kararlar alan adlî mercilerin yanlışlarının bir şekilde engellenmesini zorunlu görüyoruz. Ve bu sebeple tedbir teklifimizi bir daha söylüyoruz: Aşağıdan yukarıya idare mahkemeleri ile anayasa mahkemesinin kararları yasama veya yürütme ile çatışırsa sonucu halk söylemeli, belli sayıdaki hakimin değil, halk çoğunluğunun dediği olmalıdır.
Bu olmadığı takdirde düzenin adı ne olursa olsun demokratik cumhuriyet değildir ve cumhuriyet korunmuş olmamaktadır.
Yeni Şafak, 12.6.2008
|