Yine hükümetin dünya barışına kendini feda ettiği bir döneme girdik. Sevinçten ne yapacağımızı şaşırdık. Beni esas şaşırtan bu konulara hâkim uzmanların ve gazetecilerin sevinciydi. Başarıya ne kadar da susamışız. Pire deve yapıldı, Türkiye’nin dillere destan ağırlığı, önemi, devliği, merkez ülke olması ve saygınlığına methiyeler düzüldü. Basının siftah başlayan her işi bitmiş gibi gösterme alışkanlığı sayesinde okuyan, duyan Golan Tepeleri Suriye’ye iade edildi ve İsrail ile Suriye arasında barış anlaşması imzalandı sandı. Dev Türkiye’nin devasa sorunları konusunda dişe dokunur bir tek gelişme yokken bu coşku neyin nesi?
BARIŞ MI, TÜRKİYE’NİN ÖNEMİ Mİ?
(...) Ufukta bir Nobel Barış Ödülü hedefi varmışcasına inat ve inançla bu mesele gündemde tutuluyor, dışişleri meşgûl ediliyor. Son gelişmede İsrail ve Suriye yönetimlerinin talepkârlığı kadar Ankara’nın da ‘haydi bizden birşeyler istesenize’ telkinleri olduğu izlenimi aldım.
Hafta başında bir akademik toplantı nedeniyle bulunduğum İsrail’de ‘barış’ konusuna ister istemez girildi. Edindiğim umumî intiba şu: İsrailliler (hükümet değil) ABD dahil üçüncü tarafların bu derin meseleleri çözebilecekleri kanaati taşımıyor. Hele Türkiye gibi kendisi sorun küpü olan bir ülkenin aracılığına bıyık altından gülüyorlar.
Nitekim burada zafer çığlıkları atılırken 25 Mayıs tarihli Jerusalem Post İsrail’in Suriye’den istediği Hamas ve Hizbullah ile olan bağlarını koparması önkoşulunun Suriye tarafından reddedildiği haberini veriyordu. (...)
Suriye’ye gelince, görüşme talebi akılcı mutedil kanadın başarısı olarak yorumlanıyor. Ne âlâ, ancak Lübnan’daki ağırlığını her durumda sürdürmek konusunda kararlı Suriye’nin bir yanda İsrail’le barışıp diğer yanda Lübnan hedefiyle Hizbullah ve İran ile eskisi gibi devam etmesi nasıl düşünülebilir?
TIKANMIŞ SİYASETLER
Sonuçta önemli olan süreci doğru okuyabilmek. İsrail ve Suriye farklı yollardan ama benzer nedenlerden tıpkı bizim Kıbrıs konusunda olduğu gibi ‘çözümsüzlük çözüm değildir’ aşamasına varmış gibi gözüküyorlar. Her iki ülkenin yönetimi de sıkıntılı, nefes alma ihtiyaçları aşikâr.
2006 sonbaharında İstanbul’da yapılan bir toplantıda Kissinger, daha yeni sona ermiş Hizbullah-İsrail savaşı konusunda kendisine yöneltilen ‘bundan sonra ne olur?’ sorusuna kimsenin beklemediği bir biçimde ‘İsrail 1948’den bu yana ilk kez yenildi, ne olacağı konusunda kesin bir öngörüye sahip olmak zor’ deyivermişti. 60. yılını idrak eden İsrail Devleti’nin savaş yorgunu olması ve sadece Suriye ile değil bütün komşularıyla barış istemesi doğal. Türkiye’ye gelince, arabuluculuk yapmaya soyunduğu bölgede Kürt ve Ermeni meseleleri dolayısıyla çözümün değil sorunun parçası olması işini zorlaştırmıyor mu? Misâlen, İran’ın bu girişime gayet soğuk yaklaştığı düşünüldüğünde, İsrail ile olan kavgasında Suriye’yi kaybetmek istemeyen Tahran’ın Kürt meselesinde neler yapabileceği ne kadar hesaba katılmıştır acaba?
Aslında İsrail ve Suriye kadar Türkiye’nin de bu görüşmelere ihtiyacı var. Hiç olmazsa barış nasıl olur öğrenmek ve alıştırmayı kendi barışlarına uygulayabilmek için. Önce yurtta, sonra belki cihanda sulh!
Vatan, 31.5.2008
|