Hemen baştan bir prensip belirtmem gerekiyor: Ne kadar önemli olursa olsun bir insanın söylediği bir cümleye olağanüstü anlamlar yüklemek yanlıştır. Karmaşık bir sosyal gerçeği sadece bir tespitin üzerine bina etmek sorgulayıcı aklın inkârı demektir.
Ayrıca, bir hakikatin değişik pencerelerden görülebilen değişik yansımaları da vardır. Şerif Mardin’in geçen sene kullandığı “mahalle baskısı” tanımının üzerine balıklama atlayanlar bugün bazı tereddütler yaşıyor. Oysa ne o gün söylenenleri ne de bugünküleri tartışılmaz gerçeklermiş gibi kabul etmek doğru bir yaklaşım değil. Şerif Mardin önemli bir insan, dikkatle takip edilmesi gereken bir mütefekkir; ancak sosyal olayların tek açıklaması olmadığı gibi, tek otoritesi de bulunmamaktadır. Sonuçta her aydın kendi penceresinden gözlem yapıyor ve tespit ettiği gerçeklerden bir senteze ulaşıyor. Birbirinden ayrı, hatta birbirine zıt analizleri bir araya getirdiğinizde toplumu daha doğru anlama fırsatı yakalıyorsunuz. Ne yazık ki bizde herkes işine geleni kullanıyor; hatta işine geldiğine göre otoritelerin sözlerini sağa sola çekiyor.
Şerif Mardin, Sosyal Sorunları Araştırma ve Çözüm Derneği’nin (SORAR) düzenlediği toplantıda mahalle baskısı kavramının “AKP’ye kuşkuyla bakan kesimler tarafından kullanılmasının kendisini rahatsız ettiğini” söylemiş. Bu serzeniş, atılan bazı manşetleri ve yazılan bazı yazıları bir bakıma boşluğa itiveriyor. Sosyal bilimcinin bir tespitini bu kadar politize ederseniz olacağı budur. Mardin Hoca öğretmen-imam mukayesesi de yapıyor. Medyadaki aynı yanlış yaklaşımların bu konuda da ortaya çıkacağını şimdiden kestirebiliyorsunuz. Çünkü bizim medya işine gelen her lafın üstüne politik bir şehvetle atlıyor. Bir gün ezberi bozulunca veya sözün sahibi kullanımdan duyduğu rahatsızlığı dile getirirse derin bir tereddüt hâsıl oluyor.
Buyurun size taptaze bir örnek: Mardin, Atatürk’e ait “Yurtta sulh cihanda sulh” sözlerinin derinlikli bir felsefe ürünü olmadığını ifade ediyor. “Mahalle baskısı” kampanyası sırasında Hoca’yı yere göğe sığdıramayanlar, aynı hayranlıkla bu tespite sahip mi çıkacaklar yoksa Bediüzzaman’la ilgili donanımlı eserine karşı yaptıkları gibi Mardin’i linç etme (en azından yok sayma) girişiminde mi bulunacaklar? Kemalizm’i “kuru bir ideoloji” olarak tanımlıyor ünlü sosyolog. Son dönemdeki söylemlerini Mardin’in mahalle baskısı kavramı üzerinden yürüten “Kemalistler”in yaşayacağı şoku tahayyül edebiliyor musunuz? Aynen aktarıyorum Hoca’nın söylediklerini: “Kemalizm hakkında uzun çalışınca ne kadar kuru bir ideoloji olduğunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Bu ideoloji topluma iyi, güzel ve doğru hiçbir şey vermemiştir.”
Yukarıdaki sözleri Şerif Mardin değil de “muhafazakâr kesim”den biri söyleseydi neler yaşanırdı Türkiye’de; düşünebiliyor musunuz? “Canım, ilim adamı tabii ki özgürce konuşacak” denebilir. Saygı duyarım; ancak o zaman da “Profesör Atilla Yayla’nın suçu neydi ki medyatik lince tabi tutuldu; hatta hakkında mahkeme ceza kararı verdi?” diye sormadan edemem. Yayla “Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder.” demişti. AB sürecinde Türkiye’ye gelenlerin “Neden her yerde bu adamın (Atatürk) heykelleri, fotoğrafları var?” diye soracağını söylemişti. Başkasının ağzından nakletmeye çalıştığı bu cümleden dolayı Liberal Düşünce Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı olan Yayla, 1 yıl 3 ay hapis cezası aldı...
Aslında söylemek istediğim çok basit. Türkiye’de her söz fanatik taraftar ağzıyla fazlaca abartılıyor ve aşırı yorumlarla toplum kamplara bölünüyor. Her sözün anlaşılabilir ve tartışılabilir yönleri vardır; bu nedenle hiçbir söz bir mutlak hakikatin tartışılmaz hücceti olamaz. Aslolan her sözden (en aykırı sözler de buna dâhil) istifade etmek ve olaylara önyargısız bakabilmektir. Tam da bu nedenle düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlarını olabildiğince (ve herkesin kullanabileceği şekilde) genişletmek gerekiyor. Özgürlük çerçevesi genişledikçe ezber bozan yorumlara rastlanacak ve katılımcı/çoğulcu demokrasiye ancak bu yoldan ulaşılacaktır. İnsanları bayraklaştırarak ya da taşlayarak bu ülke mesafe alamaz...
Zaman, 27.5.2008
|