“Yarım demokrasi” birçok şeyin yanında bir de şudur: Vatandaşın bilgi edinme hakkını kullanmasının zorluğuna karşılık...
Devletin vatandaş hakkında bilgi edinme, fişleme hakkının hak ötesi olması.
Birbirleriyle, hatta kendi içlerinde de zaman zaman “ tatlı bir rekabet”te olan istihbarat kurum ve birimleri, Milli olan, Polis olan, Asker olan, “vatandaşın tüm bilgileri” ne ulaşabilmek istiyormuş.
Bu “tüm” e, bir kayda girmiş neyiniz varsa, o dahil olmalı.
Bir zamanlar üniversitede ders verirken, adı “Araştırmacı (soruşturmacı) Gazetecilik” olan, esasında “Normal gazetecilik” denecek derste, ilk günler şunu rica ederdim öğrencilerden:
Doğumunuzdan itibaren bıraktığınız izleri, hakkınızdaki kayıtları, her gün hayatta, kentte, ülkede ve dünyada adınızın düştüğü yerleri sıralayın(ız).
Doğumla başlarlar, yani ne kadar da çok olabilir ki, diye düşünürler
En sonunda kendi listelerine kendileri de şaşırırlardı.
Taksi durağından (şu şu saatte) adrese araba çağırmaktan, tüm banka işlemlerine, tüm internet erişimlerine, eve veya başka yere yemek (neden o gün o kadar çoktu!) siparişine, kredi kartını her kullanışa, tüm faturalara, kimlik veya vergi numarasıyla yaptığınız her işe, rezervasyonlara, biletlere... Her şey.
Bu nevi “alıştırmalar” da, “kâğıt izler, açık istihbarat” gibi gazetecilik kültürü dışında, özellikle (yabancı) “kriminal araştırma” kitapları çok faydalı eserlerdi.
En azından ders anlatırken!
Bizde, poliste (veya başka yerde), “izden, delilden suçluya gitmek” denen teori ve pratik Polis Akademisi dışında henüz pek revaçta değildi o zaman; tercihen “suçludan delile gitmek”, yani “ne pahasına olursa olsun suçu itiraf ettir veya kabul ettir, sonra delil bul” yöntemi, tüm tehdit, dayak ve işkence repertuvarıyla daha yaygındı.
Şimdi “Bilgi çağı” ya...
Bilgi istiyor güvenlik ve istihbarat kurumları. Her bilgi, tabii ki size fiş olarak dönecek.
Bahsettiklerimiz, “insan üstü”, “ideoloji ötesi”, “tam bağımsız ve tümüyle tarafsız”, sadece hukuka saygıdan ibaret, insansız, pilotsuz kurumlar değil.
Eti de var, kemiği de. İnsanlı. Canlı. Çeşitli şekillerde heyecanlı.
Bize bir oran söylesinler:
Tahminen, kaç suçlu (zanlı) izlemek için kaç kişinin tüm bilgilerini istiyorlar?
Binlere karşı milyonlardan mı söz ediyoruz?
Yoksa, en küçükler bir yana, 50 milyon hepten zanlı mıyız!
Sanırım en doğrusu bu.
Evet, “yarım demokrasi”de biz hepimiz hep “yarı zanlı”yız.
İyi tarafından bakın: “Yarı masum”uz.
İşin bir de “devlet içi savaş” boyutu var ki...
Eminim, siz de işinize geldiği gibi yorumlarsınız.
Karşı taraftan birinin telefonları (hukuksuz) dinlendiğinde de “kanıt”, sizinkilerden biri dinlendiğinde “ayıp” sayarsınız.
Zaten devlet de öyle işliyor.
Zaten medyada da, kendi telefon kayıtları afişe edilen yönetmenler “Haberleşmenin, özel hayatın gizliliği” gibi kurallara, ilkelere sarılıyor
Sonra ellerine başka birinin telefon dökümü geldiğinde manşete sarılıyor.
Sarmaş dolaş bir porno!
İşte, devlet de farklı değil.
Kurumlar, bürokratlar, siyasiler, siviller, askerler birbirlerini hiç izlemiyor, desek; doğru olur mu?
Bir de , “özel ve özelleşmiş” telefon şirketleri, dinleme, kayıt vesaire için mahkeme emri soruyor mu, bilmiyorum ki.
Maliye, Merkez Bankası şeyi şey ediyor mu; bilmiyorum ki.
Sabah, 26.5.2008
|