Çok çekici ve çok tehlikeli bir kavram uzlaşma. Böylesine gergin, belirsiz, çatışmalarla dolu bir ülkede “uzlaşma”, bir huzur ve rahatlık müjdesi gibi... Yorgun bir adamın içine uzanacağı yumuşak bir yatak gibi görünüyor.
Ama çok da tehlikeli.
Çünkü o rahatlık karşılığında ne verileceği pek net değil.
Unutmayın ki teslim olmak da bir uzlaşma biçimidir.
Bugünlerde “uzlaşma” sözünü çok sık duyuyoruz, herkes uzlaşma istiyor.
Ama kiminle kim, hangi konuda uzlaşacak pek somut bir şey söylenmiyor.
Ekonomik istikrarı bozmak, darbe yapmak, Kürt sorununu çözümsüzlüğe hapsetmek, Türkiye’yi dünyadan uzaklaştırmak isteyen, çeteleşen bir güç var bir yanda. “Uzlaşma” denirken, bu güçle uzlaşılması mı söyleniyor? AKP, o bencil kurnazlığıyla bunu iki kez denedi.
Birincisi Şemdinli’de.
Bir dükkânı bombalarken yakalanan astsubayların arkasındaki gücü soruşturmadı, tam aksine bunu soruşturmak isteyen savcının hayatını kararttı.
İkincisi de Hrant Dink cinayetinde.
Amaçlarının ne olduğu bilinemeyen bazı yazarların ısrarla “mahalle çocuklarının öfkesi” diye açıklamaya çalıştığı bu cinayetin ardında “derin” bağlantılar olduğu daha ilk dakikadan itibaren belliydi.
AKP, bunu aydınlatmaya çalışmadı.
Şimdi cinayetin işlenmeden çok önceden “devlet görevlilerince” bilindiği ortaya çıkıyor.
Bu “bilgi zincirinin” bir albaya kadar uzandığı resmen açıklandı... Bu zincirin devamında ne olduğu da herhalde daha sonra oraya çıkacak.
AKP, bu iki olayda “kör kalmayı” kabul ederek “uzlaştı” da ne oldu?
Bu uzlaşma, Türkiye’yi huzura kavuşturdu mu?
Hayır.
Katillerle uzlaşamazsınız çünkü.
Onlarla uzlaşılamaz, onların “suç ortağı” olunabilir ancak.
Üstelik bu “uzlaşma” AKP’yi de kurtarmaya yetmedi.
Başsavcı “kapatma isteğiyle” çıkıverdi ortaya.
Eğer “Siz beni kapatmayın, ben çeteleri rahat bırakayım” zemininde yeni bir “uzlaşma” yaparsa, yakın bir gelecekte yeniden başının derde girdiğini görür.
Bundan sonra bir “uzlaşma” şansı yok AKP’nin... Ya teslim olur, kapama tehdidinden kurtulur ama ona “bu düzeni değiştirmesi” için oy verenlerin desteğini kaybeder.
Ve, resmen varlığını sürdürürken ölür.
Ya da bu düzeni değiştirmek ve Türkiye’yi Avrupa Birliği üyesi yapmak için mücadele eder.
AKP hangisini tercih eder, bilemiyorum.
Daha önceki tecrübeler bu partinin yöneticilerinde bir “uzlaşma” eğilimi olduğunu gösterdi... Bir daha denerlerse sonuçlarına da katlanırlar.
Peki, gerilimi sürdürmeli miyiz?
Hep bu sıkıntılı gerginlik içinde mi yaşamalıyız?
Hiç mi uzlaşma olamayacak?
Bence eninde sonunda bir uzlaşma kaçınılmaz olarak gerçekleşecek. O uzlaşmanın zeminini sadece Türkiye değil, dünya da belirleyecek.
Öyle AKP’nin yaptığı gibi anayasa madde madde değişmeyecek, yeni ve sivil bir anayasa hazırlanacak, Kürt sorunu çözümlenecek, devletin içine sızan hukuk dışı çeteler temizlenecek, bir hukuk reformu gerçekleştirilecek, bütün özgürlükler güvence altına alınacak ve Türkiye, Avrupa Birliği’ne üye olacak bir gelişmişlik düzeyine ulaşacak. Bunun dışında bir uzlaşmaya ne Türkiye’nin ne de dünyanın koşulları izin verir.
“Uzlaşır” gibi yaparsınız ama çete, dünyayla bütünleşme ihtimaline bile tahammül etmez, iktidarını halkla paylaşmaz ve gene bela çıkarır.
Türkiye, evrensel hukuku bu toplumun bünyesine yerleştirmeden, özgürleşmeden, demokratikleşmeden huzura kavuşamaz. Uzlaşacaksak, buranın yapısını yeniden çatmak, artık bu ülkeyi gelişmiş ülkeler düzeyine çıkartmak, bu ülkede yaşayan herkesin eşit şartlara sahip olduğunu kabul etmek için uzlaşacağız. Birinin saçına, öbürünün ırkına, diğerinin mezhebine karışılmayacak.
Bu ülkenin efendileri olmayacak.
Burada yaşayan herkes “efendi” olacak.
Ben, ancak böyle uzlaşılabileceğini, ancak böyle huzura kavuşabileceğimizi düşünüyorum.
Uzlaşma isteyen herkes bence nasıl bir uzlaşma istediğini açık ve net bir şekilde söylemeli.
Uzlaşma, çok çekici bir söz, biliyorum.
Hepimiz bu gerginliklerden yorulduk, onu da biliyorum.
Ama donmakta olan, buzların arasında hırpalanmış bir adamın uykuya dalması da “huzurlu” bir uzlaşmadır...
Ve bu uzlaşma ölüm getirir.
Amaç buysa...
Gözlerinizi kapatın, buza yatın ve uzlaşın...
Uzlaşmaların en derin ve en kalıcı olanına, sonsuz bir yok oluşa kavuşun.
Taraf, 26 Mart 2008
|