Geçen cumadan beri siyaset arenası tek şey konuşuyor: AK Parti’nin kapatılma davasını... ‘Tek parti zihniyetinin hücuma kalkmasından’ tutun da ‘Ergenekon uzantılarının canhıraş hamlelerine’ kadar birçok ihtimal dile getiriliyor.
Bir de... Bu kadar kısa sürede böyle bir noktaya gelinmesini kolaylaştıran ‘eksiklikleri’ kurcalayanlar var.
Bunu sorgulayarak, bir sonraki adımın daha sağlıklı olmasına çalışan bir yaklaşım bu.
* * *
Bu yaklaşımın amacı...
Akıl tutulmasına uğramadan...
Durumu soğukkanlı bir şekilde ameliyat masasına yatırmak.
Bu üst düzey beyinsel aranışa örnek birkaç yazıdan iki tanesi de dün bizim gazetede yer alıyordu.
Birisi Eser Karakaş’ın ‘Siyasal pozisyon üstünlüğü vermek’ başlıklı yazısı...
Diğeri de Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un ‘Hedefte Sapma ve Çözüm’ adlı makalesi... Üstelik bu iki yazı birbirini tamamlar mahiyetteydi.
* * *
Eser Karakaş şu soruyu sormaktaydı:
‘Hukuken bu davanın tartışılabilir bir yanının olmadığı ortada ama bu durum AKP’nin 22 Temmuz’da elde ettiği o büyük siyasal pozisyon üstünlüğünü demokrasi ve hukuk devleti karşıtı güçlere nasıl kaptırdığının tartışılmasını engellememeli.
Birileri 22 Temmuz’dan günümüze AKP’nin siyasal pozisyon üstünlüğünü kaptırmadığını öne sürebilir ama bu iddianın çok güçlü olduğunu zannetmiyorum, kanıtı da açılan davadır, siyaseten pozisyon üstünlüğünü, zaten büyük bir sandalye üstünlüğü varken, kaptırmayan bir AKP’ye bu tür bir dava açılamazdı diye düşünüyorum.
Açılan dava, boy ve kiloda sağlıklı bir görünüme rağmen, zayıf düşen bir bünyede bazı rahatsızlıkların ortaya çıkabilme ihtimalinin güçlenmesine benzemekte; önemli olan bünyeyi sağlam tutmak yani evrensel hukuk çizgisinden ayrılmadan reformları sürdürmek.
Sorun bence Şemdinli’de başladı, 301 meselesinin sürüncemede kalmasıyla, Hrant’ın davasında mesafe alınamamasıyla, devlet içinde bazı yerlere dokunulamamasıyla devam ediyor.’
* * *
Sami Selçuk da ‘bünyeyi zayıflatanın’ 12 Eylül darbe rejimi ile topyekün demokratik savaşa girişilmemesine bağlıyordu.
Önce kapatma davasının açılmasına vesile olan hukuksal çerçevenin 12 Eylül rejiminin yadigarı olduğunu şöyle hatırlatıyordu:
‘Dava ile ilgili iki yasa var.
Biri, 12 Eylül ürünü Anayasa. 68. madde, ‘Siyasal partiler(in), (...) tüzük ve izlenceleri ile eylemleri, (...) laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz’ diyor.
Anayasanın 69. maddesi, bir siyasal partinin bu tür eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesince (AYM) saptandığı takdirde temelli kapatılacağını söylüyor.
Öbürü, yine 12 Eylül ürünü 1983/2820 sayılı Siyasal Partiler Yasası.
Yasanın 78-103. maddeleri siyasal partilerle ilgili onlarca yasak öngörüyor.
103. maddesi de ‘...laiklik karşıtı eylemlerin odak durumunu oluşturup oluşturmadığını’ AYM belirler, diyor.
Bu yasaları yabancılar bilmeyebilir.
Ya bizler, T.C. Yurttaşları, özellikle parti kurucuları? Bilmeme hakkımız var mı? Yok.’
* * *
Yazının sonunda da sözü 12 Eylül rejiminin yasası olan ‘Siyasal Partiler Yasası’ ile bunca yıldır sarmaş dolaş uyumanın faturasına getiriyordu:
‘Gelelim en önemli noktaya: Siyasal Partiler Yasası gibi yasaklarla dolu bir metni çağcıl hiçbir demokraside bulamazsınız.
Bu yasa, demokrasi karşıtıdır, halkın iradesini hiçe saymaktadır.
Eğer bir savcının eline bu yasayı teslim ederseniz, o da, sizler de, hukuku kullanarak toplumu ezmek, bu tür sancıları da sürgit yaşamak zorunda kalırsınız. ‘
Ardından uyarılar geliyordu:
‘Yargının önüne gelen konularda yorumlar yapmaya kalkışırsanız, yasaları çiğner (T. Ceza Yasası, m. 288, Basın Yasası, m. 19/1), yargı bağımsızlığı ilkesini örseler, kaş yapayım derken nice göz çıkarırsınız.
Siyasal Partiler Yasası yerine hukukun gereğini yapmakla yükümlü Başsavcıya saldırmak, hedefte yanılgıdır/sapmadır.’
* * *
Sami Selçuk çözümü de şöyle gösteriyordu:
‘Çözüm bellidir. Partiler yerine, onların ve özgürlükçü rejimin mezar kazıcısı olan bu 12 Eylül ürünü, demokrasi özürlü, çağdışı Yasayı tez elden mezara gömmek ya da en azından kökten değiştirmek.’
Aslında Türk siyaseti ‘akıllı’ olmak yerine hep ‘kurnazlığı’ seçiyor. Akıl yerine kurnazlığı da hayat hep cezalandırıyor.
12 Eylül rejimini topyekün hedefe koymamak,12 Eylül rejiminin tutsağı olmaya dönüşüyor sonunda.
Halk iradesine akıl almaz saldırıyı sağlayan ortam biraz da bundan ‘pozisyon üstünlüğü’ sağlamıyor mu?
Star, 19.3.2008
|