Bu gazetenin eski yazarı Emin Çölaşan 24 Temmuz 2007 günü şunu kaleme almıştı:
“Demek ki biz uzayda, başka bir gezegende yaşıyormuşuz. Türkiye’nin ve toplumun hiçbir şeyini bilmiyormuşuz. İnsanlar durumdan, gidişten memnunmuş”
Çölaşan bu zoraki “özeleştiri”yi, kendisinin durmadan AKP’nin 22 Temmuz’da kesin bozguna uğrayacağını iddia etmesine rağmen sonucun tam zıt çıkmasından dolayı yapmıştı.
Yani, “uzayda yaşıyormuşuz” metaforu, “toplumu bilmemek” itiráfını kapsıyordu.
* * *
ALLAH aynı yastıkta kocatsın, öyle anlaşılıyor ki Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan da aynen zevci gibi, yine “uzayda” ve yine “başka bir gezegende” yaşıyor.
Çünkü ona göre, 27 Mayıs “ihtilal” bile değil, “meşru ve toplumsal bir devrim”miş.
Üstelik, seçilmiş Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının cunta subayları tarafından hunharca idam edilmesini de “halk büyük coşkuyla karşılamışmış”!
Artı, kendisi de kadın olan Başsavcı bunları “Dünya Kadınlar Günü”nde söylüyor.
Breh breh breh, zahir Emin Çölaşan’ın zevcesi yalnız başka bir gezegende yaşamıyor.
Samanyolu’nu aşan başka bir galakside yaşıyor ki, kelime etimolojisinden başlıyorum.
* * *
BİR; Başsavcı deyimleri bilmiyor. “İhtilal”, “devrim” ve “inkilap” aynı şeylerdir!
Nüanslara rağmen yukarıdaki terimlerin tümü birden, geniş kitlelerin aktif katılımıyla gerçekleşen ve her halükárda da köklü dönüşümlere yol açan istisnai olaylar için kullanılır.
Örneğin, katılım yoğunluğu ve sonuç radikalliği itibariyle, 1789 Fransız; 1848 Avrupa; 1917 Bolşevik; 1923 Türk “devrim”, “ihtilál” veya “inkıláp”ları bu kategoriye girerler.
Ama özrü kabahatinden büyük, Çölaşan “ihtilál değildi” diye mazeret ararken, daha en baştan baltayı taşa vuruyor. Çünkü, 27 Mayıs 1960 zaten yukarıdaki kategoriye girmez ki!
27 Mayıs meşrû iktidarın silah zoruyla yıkıldığı gayr-imeşrû bir d-ar-b-e’dir. O kadar.
Hani, Napolyon’un 18. Brumaire’sinden beri çoğu dilde Fransızca aslından “kudeta” denilen tipik darbeler var ya, işte azınlık cuntanın 27 Mayıs zapturaptı da bunun tá kendisidir.
Ve, savcıdan epey küçük olmama rağmen “uzayda yaşamadığım için” ben bile dün gibi hatırlıyorum, fanatikleri hariç, buna ne yığınlar katıldı; ne de “sosyal dönüşüm” oldu.
Ama doğru, emekli subay ikramiyelerini ödemek için altın yüzük ve ziynetler iç edildi.
* * *
İKİ; hadi, herkesten çok bir hukukçuda olması gereken “vicdániyet”, “insaniyet”, “hakkániyet” gibi hayati erdemleri Çölaşan gibi bir savcıda aramak sevdasından vazgeçtim.
Tamam da, idamların “halk tarafından coşkuyla karşılandığı” iftirasına ne demeli?
Menderes ve arkadaşlarını darağacında teşhir eden fotoğrafların kitlelerde darbecilere karşı nefret kamçılaması bir yana, benim CHP gelenekli ailem bile bundan tiksindi. Öğürdük.
Belki Tansel Çölaşan gibi tek tük militarist düğün bayram etti ama, o h-a-l-k ağladı!
Öyle ki, ilkokul son sınıf arkadaşlarım daha Yassıada duruşmaları sırasında gizli gizli, sanıkları kurtarmak için tünel kazıldığına; idamlardan sonra da, rahmetli Başbakan’ın İmralı’dan göğe melek olarak yükseldiğine dair rivayetler anlatarak, metafizik sevgi beyan ederlerdi.
Bakın siz şu “tarafsız” (!) Başsavcı’ya, “halk idamları coşkuyla karşılamışmış”!
O “halk” (!) herhalde yine başka bir gezegende, başka bir galakside yaşıyordu.
* * *
ZATEN ben aynı Başsavcı’ya, zevcinin “demek biz uzayda yaşıyor ve toplumun hiçbir şeyini bilmiyormuşuz” özeleştirisini öneriyorum. Er geç, máaile yine lázım olacak.
Ama o gün gelene dek, en üst Danıştay’taki kadın hukukçu Kadınlar Günü’nde dahi idama methiye düzmek cüretini gösterebiliğine göre, bize de “uzaysal hukuk” lázım olacak.
Eh, işte savcı, işte yargı, “başka gezegen”e tüymessek ipimizin çekildiğinin resmidir.
Hürriyet, 15.3.2008
|