Budur işte; adalet kimlere emanet! Köşesinde, aklına esenleri yazan bir gazeteci yok karşımızda, bir üst mahkemenin Başsavcısı duruyor, Tansel Çölaşan...
Konuşması hukuku ayaklar altına sermekle birlikte, Türkiye’nin en önemli meselesinin de altını çiziyor: Adli sisteme egemen olan militan, ideolojik bakış. Türkiye değişiyor; değişmeyen, yargının statükocu, dünyayı kavramaktan uzak ve yobaz zihniyet dünyası. Öyle bir dünya ki bu, hâlâ 1960 model bir darbe özlemi içinde. Aynı zihniyetin kendini sürekli yeniden ürettiği bir oligarşi içinde bu kafalar içe gömüldükçe gömülüyor. Türkiye’nin en büyük sorunu, yargıya egemen olan oligarklar...
Yargının bu ‘meziyeti’ni bilenler, son yıllarda demokrasi ve milli iradeden kaçış ve hatta kurtuluş yolu olarak ülkeyi bir ‘yargıçlar devleti’ne dönüştürmeye çalışıyorlar. Bunların kafalarındaki devlet modeli cumhuriyet bile değil, basbayağı oligarşi; bürokratik oligarşi. ‘Bunlar idam edildiğinde toplumsal bir coşku vardı’ diyecek kadar, kendilerini idamların cezbesine kaptıranlar konuşuyor. Halkın elli yıllık suskunluğunu, sessizliğini, olgunluğunu bile anlamaktan acizler...
Halkın elli yıldır, darbeye yakın duran siyasetçileri cezalandırmasından da bir şeyler öğrenmemişler. Bunlar ne demokrat, ne modern; dertleri ne hukuk, ne adalet, çağdışı bir ideolojinin arkasına gizledikleri çıkarları ve güçleri... Demokrasiye yenilenler direniyor, direnecekler de. Bu kafa, Mendereslerin 1950’lerde önünü açtığı sosyal, siyasal ve ekonomik dinamikler tarafından tarihin dışına sürükleniyor. Biliyorlar bunu. Menderes düşmanlıkları bundan. İşte tam da aynı nedenle, bu bürokratik zümrenin zulmünden milleti kurtaran süreci başlatmış olmalarından dolayı da millet, Menderes’i sevdi, seviyor. Nasıl olmuşsa, Menderes’in idamını ‘coşku’yla karşılayan halk, bir ay sonra gidip DP geleneğinin devamı olduğunu ancak ihsas edebilen AP ve YTP’ye vermişti oylarının %49’unu. Darbecilerin, iktidarı devretmeye hazırlandıkları İnönü’nün CHP’si ise ancak % 37 oy alabilmişti, 1957 seçimlerinin bile gerisine düşerek. Başsavcı gibi halkın idamlara sevindiğini sanan darbeciler, bu sonuç karşısında Meclis’i açmamayı düşünmüş, nedense o kadarına da cesaret edememişlerdi. Halkın sabrını taşırmaktan mı korkmuşlardı, ne?
İşte böyle, halkın tercihlerini ve tepkilerini anlamamakta direnen darbeciler ve onların yargıdaki, siyasetteki, medyadaki uzantıları hâlâ aynı yerdeler, demokrasi tarafından terbiye edilmeye bile yanaşmıyorlar...
27 Mayıs bir ‘devrim’miş. Toplum orduya görev vermiş. Devrimden sonra güzel bir cumhuriyet kurulmuş. Ama ‘kendi menfaatine düşkün Türk toplumu’, darbecilerin bu iyiliğini anlamamış tabii... Ne de olsa ‘halk okumaz’mış...
Kimin okumadığı Başsavcının bu sözlerinden çok net anlaşılıyor. Aşağıladığınız bu halk, dünyayı öyle güzel okuyor ki, bu ülkede bürokratik oligarşinin devrinin tamamlandığını çok iyi biliyor.
Cevabını tahmin edebiliyorum ama bir sorum olacak bu Başsavcı’ya; bugün de böyle bir ‘devrim’e ihtiyaç var mı sizce? Birkaç soru da savcılarımıza; Anayasa’yı zor kullanarak kaldırmak veya değiştirmek suç mudur? Darbeler anayasanın zor kullanılarak ortadan kaldırıldığı tecavüzler değil midir? Dolayısıyla darbe, suç mudur? Peki, bu ülke yasalarına göre suçu ve suçluyu övmek suç mudur? Darbeciler ve darbe çığırtkanları neden kovuşturulmaz o zaman? Hani bazılarının bir aralar çok sevdiği biçimde sorarsak: Demokrasiyi demokrasi düşmanlarından kim koruyacak?
DYP Genel Başkanı Soylu’yu tebrik ediyorum, Başsavcıyı istifaya çağıran açıklamasından dolayı... Demokratlar, darbeciler kadar cesur olmadıkça demokrasiyi kurumsallaştıramayız. Başsavcıda ifadesini bulan anlayışa karşı sığınılabilecek tek kapı, demokrasidir. Demokrasi, hukuksuzluğa, adaletsizliğe ve zorbalığa karşı en iyi rövanştır.
Zaman, 11.3.2008
|