“Anayasa’nın Başlangıç Bölümü’nden Anayasa kurtarılırsa, başka hiçbirşey yapılmasa bile çok şey yapılmış olur, buna karşılık, Başlangıç Bölümü bu şekliyle kalırsa, Anayasa’ya çok parlak, çok tumturaklı vecîzeler doldurulsa bile, aslında hiçbir yararlı iş yapılmış olmaz” diye kaç kez tekrarladım, duyan, ilgilenen, anlayan olmadı. Elbette Azîzan’dan bazı zevât anladılar, ne var ki Evliyâ-i Umûr’un hele Hukukçu olanları; yetki sahibi olduklarında, kulaklarına tıkaç tıkarlar, hele “kötü şöhret” sahibi saydıkları meslekdaşlarını hiç dinlemezler. Kulaklarından bu tıkacı çıkarmaları için muhalefete düşmeleri gerekir. İktidara geldiklerinde tekrar aynı tutumlarını sürdürürler. “Kötü şöhret”den kasdettikleri de Hakk’ın değer yargılarına değil, fincancı katırlarının değer yargılarına uygundur.
Yeni Medenî Kanun’un hazırlıkları sırasında çok şey söyledim, hiç kimse dinlemedi, kadın yararına değil, kadın aleyhine uygulamaya yol açıldı. Kadın dernekleri temsilcileri, benim söylediklerim ardında “Şeriat” gizlendiğinden kuşkulandılar. Çünkü “Şeriat”e Tabiî Hukuk anlamı veremiyorlardı, gerçekten de korkunç ve Tabiî Hukuk’a aykırı teamüller onlara “Şeriat” diye belletilmişdi. Benim ne söylediğimi bilenlerin de kabul etmek işlerine gelmiyordu.
Hayvanları Koruma Kanunu’nun çıkarılmasında da aynı oyunlar sahnelendi. Medenî Kanun’da olduğu gibi, “hele bir yol bu kanunu çıkaralım da sonra daha iyisini yaparız” teranesi dillerde gezdi. Sonuç, beklediğim gibi oldu: “İnsancıl hayvan katli!” Eşitlikçi Maçoluk gibi!
Ardından Vakıflar Kanunu’nun yetmişiki yıllık çehresine allık, rastık, düzgün vs. sürmek gerektiği düşünüldü. Sürüldü de! Bu arada Dışişleri Bakanlığı’nda AB ile ilişkiler konusuyla meşgul bir birim, benden bir cemaat vakıfları “yasa taslağı” istedi. Hazırlayınca da bana VGM’den “ey şeyh-i kerâmât-fürûş! Ez de suyun iç!” tavsiyesi geldi. Eski Vakıflar Kanunu’nun çehresine sürülen Paris-Berlin kozmetik ürünleri dahî önceki Cumhurbaşkanınca “yakışıksız” görülerek silinmesi istendi. Meclis silmedi ve eski kanun boya küpüne batmış haliyle daha da sevimsiz olarak arz-ı endâm eyledi. “Ulusalcılar” buna bile tepki gösterdiler ve göstermekteler! Bazıları da bunu “danışıklı” yapıyorlar, AB bu tepkilere bakıp gerçek bir “ıslahat” yapıldığı “zehab”ına kapılabilir ümîdiyle!
Ardından, Anayasa değişikliği ve başörtüsü konusu, ulusalcı çıkmazına sokuldu. Yüzyıllarca süren kuraklık dolayısıyla, birikim hazînemizdeki yufkalık; doğru çözüme varılmasını yine engelledi. Eski Anayasa’nın da boyanarak, allanıp pullanarak yenilenmiş gibi ortaya sürülmeyeceğinden emin değilim.
Bazı eski kitabeler harf devriminden çok sonraki bir tarihde boyanıp yaldızlanırken, sözünün kafasının ve gözünün yarıldığını görmüşsünüzdür ey Azîzan! Anayasa ve kanunlar da boyanıp yaldızlanırken çok def’a böyle oluyor. Anayasa’nın 13. maddesinin ilk şeklinde “genel ahlâk” temel hak ve hürriyetlerin sınırlanabilmesi için genel bir sebep idi. 2001 yılı değişikliğiyle, temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla ve Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplerle sınırlanabileceği kuralı getirildi. Eski metinde, ilgili Anayasa maddesinde belirtilen sınırlama sebebi aranmıyor, sadece ve doğru olarak: “kanunla sınırlama” gereği belirtiliyordu.
Yeni metin; Özel Hukuk’ta, meselâ Bk. 20 maddede yer alan “sözleşmeler, sadece kanuna değil, yazılı olmayan genel ahlâk kurallarına da aykırı olamazlar. Yazılı olmayan emredici kurallar da vardır, bunlar da genel ahlâk kurallarıdır. Genel ahlâk kurallarına aykırı sözleşmeler de bâtıldır” mealindeki kuralı temelsiz bıraktı. Esasen “yazılı olmayan genel ahlâk kuralları”, toplumumuzda bu kurallar üzerinde uzlaşma olmadığı için “müzelik” bir madde haline gelmişti. Yeni Borçlar Kanunu Tasarısı; Bk. 20’ye Anayasa’nın değişik 13. maddesinin etkisi konusundan tamamen tegafül ederek, 13. maddeye değil, Başlangıç Bölümü’ne uygun daha vahîm bir değişiklik yaptı: Bk. 19, İsviçre’den, bir merhum mütercim tarafından anlamaksızın ve çok kötü aktarılmış bir madde olmakla beraber, aslı göz önüne alındığında çok önemliydi ve “kamu düzeni kuralları”nın ancak yazılı kanun kuralları olabileceğini gösteriyordu. Tasarı tasarlayımcıları, son zamanlarda Hukuk öğreticilerine de bulaşan vahîm Başlangıç Bölümü Babayasa mikrobundan kendilerini koruyamadıkları, öğrenimleri sırasında veya daha sonra Doğru Hukuk Felsefesi (A) vitamini alamadıkları, “sen elif dersin Hoca, manası ne demektir?” sorusuna muhatap olduklarını da bilmedikleri için, Bk. 19’u bir kalem darbesiyle hazf eyleyip, Bk. 20’ye “kamu düzeni”ni kattılar. Böylece İsviçre Borçlar Kanunu’nun “yazılı olmayan emredici kurallar: Genel ahlâk kuralları” sistemi, lâikçi gelişmeler dolayısıyla uzlaşım yokluğundan Hukuk Tarihi müzesine kalkarken, onun yerini, uzlaşma aranmayıp “derin baba ve ağır ağabey”in iradesine dayanan, kanun kuralına bürünmeleri gerekmeyen “nizâm-ı âlem” (Kamu düzeni) yazılı olmayan kuralları aldı. Tasarı’da, Tanzîmat Fermanı’ndan da geriye gittiğimizi, bu gelişmenin çok tehlikeli olduğunu hiç çağrılmadığım Tasarı’yı hazırlama Komisyonu’nda anlatamadım. Ne var ki 2005-2006 yılının ilk yarıyılında İstanbul Hukuk Fakültesi’nde toplanan “Sempozyum”da bu yanlışın –başka yanlışlar düzeltilmese bile– mutlaka düzeltilmesi gerektiğini söyledim. Adalet Bakanlığı’ndan gelen bir gözlemci yiğit de not aldığı için yetkili kulaklara ulaştığından emin oldum ve “vazifemi yaparım/gözlerimi kaparım” diyerek o gece rahat uyudum. Heyhat! 7 Mart 2008 günü, Tasarı kendisine gönderilen bir meslekdaşdan, metni bir iki saatliğine istiare eyleyüp istinsâh-ı ziyaî (fotokopi) ameliyesinden sonra gördüm ki: Tasarı m. 27/1’de hiçbir değişiklik yapılmamış. Benim sözlerim hiçbir şekilde kaale alınmamış.
-Bu çok doğal değil mi? Sen komisyon üyesi bilem değilsin, not alan yiğit de Çiçek Devri yiğitlerinden olacak, şimdi Şahin Devridir, Adliyye Nezareti ve Vezareti’nin işi yok da hiçbir resmî sıfatı olmayan birisinin gayriciddî sözlerini mi dinleyecek? Not alır gibi yapıldığına şükret!
Ey Azîzan, anlaşılıyor ki, Borçlar Kanunu da aynı şekilde, ciddiyetle kanunlaşacak! Allah encâmımızı hayr eylesin!
Yeni Şafak, 9.3.2008
|