Hayatta olmamız, görevimizi ve bazı işlerimizi sağlık içinde yapmamız bile bizim için en büyük ödül. Düşünebiliyorsak, tercih yapabiliyorsak, tercih ettiğimiz şeyin üzerinde durabiliyorsak, konuşuyor, yürüyor, bir şeyler yapabiliyorsak, bu demektir ki, ödülümüz de bu eylemlerimizin içindedir. Kişi olarak buna ancak şükür edebiliriz; başka ödül istemeye kalkışmak doğru değil.
Hele görev bölümü içinde, payımıza düşen görevimizi yapma anlayışı içinde önümüzdekini yerine getirebildiğimiz oranda ödülümüzü de alıyoruz demektir. Çünkü görevimizi yapıp yapmamak bizim elimizde değil. “Şunu yaparım” deme şansına sahip miyiz sanki? Ama üzerinde olduğumuz işi yapmamız, bize bir yardımın yapıldığının göstergesidir. O imkânı bize veren kim? Elbette Yaratıcı. Bulunulan her anda ödülümüz de bizimledir aslında.
Bize düşen görevi yaptığımızda ise, rahatlığı da beraberinde getirir. Görevi yerine getirme rahatlığıdır bu. Bu bilinç çerçevesinde, ne başkası bizim işimize karışabilir ve ne de biz başkasının işine karışmaya tenezzül edebiliriz. Görevler karşısında bir kaosun meydana gelmesi de beklenen bir son. Ama görevi yapmak kadar anlamlı bir ödül de olmaz.
Bir hikâye anlatılır. Birisi her gece Allah der durur, bu zikrinden de ağzı bir hoş olur ve zevk alırdı. Şeytan rahat durur mu hiç? Bir gün ona, “Ey çok söyleyen! Bunca zaman Allah demene karşılık onun lebbeyk demesi yok mu? Böyle cevap almadan ne zamana kadar zikredip duracaksın!” dedi. Şeytana hak vermedi değil; gönlü kırıldı, başını yere eğdi. Yattı ve rüyasında Hızır’ı gördü. Hızır, “Ne bu halin? Kendine gel, niçin zikri bıraktın. Çağırdığın addan insan usanır mı hiç? Onu zikirden pişmanlık nasıl duyarsın?” diye uyarmak istedi. Adam, “Cevap gelmiyor işte. Lebbeyk demiyor. Korkuyorum kovulacağımdan” diyerek, iç burukluğunu gizlemedi. Hızır, “ İyi ya; senin Allah demendir cevabı. Senin yalvarman, yanıp yakılman ve derde düşmendir cevabı” dedi.
Bizim ödülümüzdür hayatta oluşumuz, bazen yakarışımız, bazen çile çekişimiz, bazen çareler arayışımız. İşte olduğumuz gibi duruşumuzdur ödülümüz. İlle de gaipten bir ses mi duyalım? İç sesimize kulak verelim. O ne diyor diye dışarıdaki gürültüleri duymamak için bir perde çekelim üzerimize. En doğrusunu söyleyen o sesin bize fısıldadığını işiteceğiz; doğru mu yoksa eğri olduğumuzu.
İlle de elle tutulan ve gözle görülen somut bir uyarıcının yolunu beklemek, bir anlamda bilgisizlerin beklenti türüdür.
Duâ etmek de, ister icabet edilsin ister edilmesin, bir ödüldür aslında. Duâ, bir görevin yerine getirilmesidir. Görevin yerine getirilmesi cevabından daha önemlidir. Büyük bir rahatlama sağlar, manevî bir tatmindir. “Ben görevimi yaptım” rahatlığı, tevekkülî anlayışın insana verdiği huzurun ta kendisidir.
Yapılan ibadetlerin ödülü de kendilerinde saklı; görevlerimizin de, yakarışlarımızın da ve hatta acılarımızın da. Hayatta oluşumuz, ödülümüz işte!
|