TV ekranlarında çok değerli ve işinde başarılı bir rektörümüzü dinliyorum, “Mahkeme kararı kanun hükmündedir” diyor.
Hayır, mahkeme kararı kanun hükmünde değildir! Mahkeme kararları da kanunlar da bağlayıcıdır fakat nitelikleri farklıdır.
Ama olsun, önemli olan “hukukun ne dediği” değildir, türban yasağının hukuki laflarla savunulmasıdır!
‘Mantık’ şöyle: Türban mahkemelerce yasaklanmıştır, mahkeme kararları kanun hükmündedir, öyleyse türban yasağını ancak yeni bir kanun kaldırabilir; anayasa değişikliğiyle kalkmaz!
Yanlış ama yine de bir ‘ilerleme’yi yansıtıyor bu mantık. Çünkü, bir kesim var ki, “Yasak asla kalkmaz” diyor. Laiklik olduğu sürece kalkmazmış!
Bu kadarı iyice zırva artık! Bu yasak yokken Türkiye laik değil miydi? Şimdi Fransa laik değil mi?!
Yargının yetkisi?
Hukuken tartışmalı başka bir iddiaya göre ise, Anayasa Mahkemesi’nin koyduğu yasağı Meclis kaldıramaz; yargı kararları herkesi bağlar çünkü...
Bunu iddia edenler, yargının görevinin yasama tarafından konulmuş kuralları uygulamak olduğunu görmezden geliyorlar.
Prof. Ergun Özbudun, SBF Dergisi’nde yeni yayımlanan “Türk Anayasa Mahkemesi’nin Yargısal Aktivizmi ve Siyasal Elitlerin Tepkisi” adlı bilimsel makalesinde örneklerle anlatıyor:
Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliklerini incelemenin kendi görevi olduğuna dair kararlar vermiş, Meclis ise Anayasa’yı değiştirerek Yüce Mahkeme’nin bu yetkisini “şekil”le sınırlamıştır!
Anayasa Mahkemesi, parti kapatmayı gerektiren “odak olma halini” tanımlamanın kendi yetkisinde olduğuna karar vermiş, Meclis yine Anayasa’yı değiştirerek bu yetkiyi kaldırmış ve demokrasinin alanını genişletmiştir.
Anayasa Mahkemesi özelleştirmeyi kısıtlamış, Meclis ise Ecevit zamanında özelleştirmeyi Anayasa’ya koyarak Yüce Mahkeme’nin kısıtlayıcı kararlarını yürürlükten kaldırmıştır!
Aynı şey Danıştay kararlarına karşı Tahkim’in Anayasa’ya konulmasında da yaşanmıştır.
Son olarak Anayasa Mahkemesi’nin ünlü “367 oy kararı”, anayasa değişikliğiyle uygulama alanından çıkarılmıştır.
Aynı tarzda öğrenim özgürlüğünü Meclis’in genişletmesi neden mümkün olmasın?
Onlar da insan!
Fakat burada bir kesim için önemli olan, yasağı savunmak için hukukun nasıl kullanılacağıdır. Öyle bir “seküler itikat” ki, hukuki veriler de, sosyolojik veriler de bu “itikat”ın sahiplerinde “şüphe” yaratmıyor. Raymond Aron’un “seküler din” dediği siyasi itikat!
Onun için, torunları yaşlarındaki kızların üniversite kapısından çevrilmesi vicdanlarını sızlatmıyor; laiklik adına ‘kutsal savaş’ yürütme coşkusuyla yapıyorlar bunu!
Bu kızların modern bilimleri öğrenmesine karşı çıkmadaki “akıl dışı” tavır akıllarına bile gelmiyor!
Bu mesele hukuki olmaktan önce, insani ve vicdani niteliktedir. Bu kadar baskı, bu kadar aşağılama, peşlerinde kameralar, sürekli baskı, sürekli köşeye sıkıştırma...
Maurice Larkin’in deyimiyle, “Cumhuriyetin paryaları!”
Düşündünüz mü?.. Bu kızlar da insan; hem de her birimizin geçtiği gençlik dönemindeler. Onların da duyguları var, gözyaşları var; önlerinde, nasıl yaşayacaklarını asla bilemeyeceğimiz uzun yıllar var. Karartmaya hakkımız var mı?
Milliyet, 29 Şubat 2008
|